Devrimci Marksizm’in 50. sayısı Marksizmin hasımlarına güçlü yanıtlarla okurlarının karşısında!

dm 50 çıktı

Lenin’in Ne Yapmalı? adlı eserinde belirttiği "Devrimci teori olmadan, devrimci bir hareket olamaz." sözünü kendisine şiar edinen Devrimci Marksizm, 16. yılında, 50. sayısı ile okurlarıyla buluştu. İçeriği bir kuyumcu titizliği ile hazırlanan, dizgisi özenle ve büyük bir gayretle yapılan ve militanların çantalarında fabrika fabrika, mahalle mahalle, okul okul gezen, önemli kitapçılara her sayısı bırakılan bir dergi Devrimci Marksizm. 50. sayısını kutlamak da bu yüzden sadece Yayın Kurulu’nun ve yeni yola çıkan Devrimci Marksizm Kolektifi’nin değil, "yeni sayınız ne zaman çıkacak?" diye sorup sabırsızlıkla bekleyenlerin, çantasına iki dergi alıp, sürekli "acaba kimleri derginin okuru kılabilirim?" diye düşünenlerin, her sayıyı alıp bir çırpıda okuyan, mücadelesinin yakıtı yapan okurlarının da hakkıdır! Devrimci Marksizm’in 50. sayısı kutlu olsun! Derginin hazırlanmasında ve dağıtımında harcanan bunca çaba, hem bu memlekette hem de dünya sathında ayağa kalkarak sömürüyü ve her türlü ezilmeyi, horlanmayı tarihin çöp sepetine atacak olan işçi sınıfına helal olsun! Devrimci Marksizm yazmayı, yol göstermeyi, bunu yaparken de işçi sınıfından öğrenmeyi bırakmayacak.

Derginin bu çok özel sayısında, Marksizmin hasımlarına yönelik çok kapsamlı değerlendirmeler yer alıyor. 50. sayı, Devrimci Marksizm dergisinin başka düşünce akımlarıyla arasındaki sınırlarını işaretliyor, bunu Marksizmin dünyayı kavrama ve değiştirme bakımından o akımlar karşısında üstünlüğünü ortaya koyarak yapmaya çalışıyor. Bu sembolik sayının böyle bir görev üstlenmesinin nedeni ise çok açık: Marksizm, son 50 yıldır solda yeni zuhur eden fikir akımlarının saldırılarına uğramış ve deyim yerindeyse "demode" ilan edilmiştir.

Bu anlamdaki ilk yazı, Sungur Savran’ın "Bencillik Çağı" yazısı. Savran yazısında materyalist yöntemle bu sayıda eleştirilen düşünce akımlarının ve bunlar üzerinde yükselen kimlik politikalarının sosyo-ekonomik ve politik temellerini ve sınıf karakterini irdeliyor. Savran’ın yazısını, Özgür Öztürk’ün Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe’un ortaya attıkları Post-Marksizm teorisini ele alan yazısı izliyor. Öztürk, yazısında, bu teorinin hiçbir şekilde bir “sosyalist strateji” öneremeyeceğini, olsa olsa bir stratejisizlik halini yansıtabileceğini gösteriyor ve günümüzün genişlemiş işçi sınıfının, kapitalizmin ötesine geçecek yeni bir sosyalizm projesinde en doğal ve mantıklı başlangıç noktasını oluşturacağını savunuyor. Volkan Sakarya’nın “Postmodernist ve postyapısalcı felsefenin açmazları” başlıklı yazısı ise postmodernist yaklaşımın aksine Marksizmin kapitalizm var olduğu sürece insanlığın aşılmaz ufku olacağı iddiasını yeniliyor ve uygarlık krizinin çözümü noktasında proleter sınıf mücadelesinin ve onun rehberi olan Marksizmin önemini vurguluyor. Bir diğer yazı, Şiar Rişvanoğlu’nun bilhassa Kürt hareketi üzerinde önemli etkileri olan Murray Bookchin’in komünalizm felsefesi üzerine yazısı. Rişvanoğlu bu yazıda Bookchin’in teorisini eleştirel bir gözle değerlendiriyor. Bookchin’in sınıfa, kapitalizme, devlete ve emperyalizme bakışındaki açmazları ele aldığı yazısında Rişvanoğlu, Bookchin’in radikal demokrasi ve komünalizm teorisi ile aslında ideolojik olarak anti-Marksist ve anti-Leninist olduğu, felsefi olarak ise katıksız bir idealist olduğu sonucuna varıyor. 

Sayının diğer bir yazısında Amerikalı feminist düşünür Martha Nussbaum, Amerikalı akademisyen Judith Butler’ın, “kuir teori” olarak da anılan yaklaşıma katkısını yer yer mizahi bir dil kullanarak gösterirken, Butler’ın yazılarında kullandığı üstü kapalı, anlaşılması zor üslubunun tabiri caizse, "yapı sökümünü" yapıyor. Alp Yücel Kaya’nın “Üretim Tarzı, Sınıf, Devlet: Solun Türkiye Tarihiyle Sınavı” başlıklı yazısı ise, solun Türkiye tarihi yazınını değerlendiriyor. Kaya’nın Osmanlı toplumunun yapısı, Asya tipi üretim tarzı, Eşitsiz ve Bileşik Gelişme ve Kıvılcımlı’nın tarih tezi gibi alanın temel tartışmalarını aktardığı yazısı, Sonuç bölümünde Türkiye tarihi yazınında 1960-1990 arasındaki hararetli tartışmaları ve 1990’lar sonrasında üretim tarzı, sınıf ve devlet başlıklarındaki çalışmaların neredeyse sönümlendiği yazındaki sınırlı gelişmeleri ele alıyor. 50. sayının son yazısında Ahmet Büke’nin kısa süre önce yayınlanan Deli İbram Divanı adlı romanını ele alan Hıdır Bozkurt ve Ahmet Bulut Tamgörü, Büke’nin romanını, edebiyat ve iktisat dünyası arasındaki “iletişimi” dikkate alan bir çerçeveden ve Marx’ın Kapital’indeki ilk birikim analizi ışığında değerlendiriyorlar.

Mücadele ve zaferlerle dolu günlerde çıkacak yeni sayılarımızda buluşmak dileğiyle!