Çanakkale: Yitirdiklerimize hürmet, savaş çıkartanlara lanet!

Bu yıl, sadece Ermeni soykırımının değil, Çanakkale savaşının da 100. yıldönümü. Türkiye patronlar sınıfının temsilcisi olarak AKP hükümeti, Ermenilere uygulanan zulmün üzerini kapatmak amacıyla soykırımın sembolik tarihi olarak kabul edilen 24 Nisan gününe bir anma töreni yerleştirdi. 24 Nisan günü Ermenistan’da ve dünyanın dört bir köşesinde soykırımın anılması için bir vesile olarak kabul edilirken, Ermenilere bu zulmü uygulamış olan Türklerin ve Kürtlerin ülkesinde Çanakkale ile geçiştirilecek!

Bu her şeyden önce bayağılıktır! Çanakkale, Türkiye’nin tarih kültüründe hiç hak edilmedik biçimde yüceltilmiştir.  Ama şimdi bir de 24-25 Nisan’da bütün dünyanın dikkatini Ermeni soykırımından uzaklaştırmak üzere bir de incir yaprağı olarak kullanılıyor. Türkiye son yıllarda kıvrana kıvrana da olsa tarihsel gerçekleri kabul eder bir konuma yaklaşıyordu. Şimdi yeniden inkârcılığın sefilliğine dönüyor. Dünyanın alay konusu oluyor. O pek yüceltilen Çanakkale de inkârcılığın çarkları içinde öğütülmüş oluyor. Öyleyse bir bakalım, Çanakkale neymiş?

Çanakkale yurt savunması mı?

Türkiye’de yaygın tarih kültürü, Çanakkale’yi yüceltir: bu bakış açısına göre Çanakkale yurt savunmasıdır, dolayısıyla Milli Mücadele’ye esin kaynağıdır. Vatan toprağı savunulduğu için de orada düşenler vatan kahramanı şehitlerdir. Bu yüceltme bir de sol sosa bulanır: Çanakkale Çarlık Rusya’sına Britanya yardımı gitmesini engelleyerek Ekim Devrimi’ni mümkün kılmıştır.

Bu yaklaşım, tarihin bütünüyle uydurma bir okunuşuna dayanıyor. Bunları söyleyenler, her şeyden önce kendi kendileriyle çelişiyor: Enver, Talat ve Cemal Paşalar yönetimindeki İttihat ve Terakki hükümetinin Osmanlı’yı I. Dünya Savaşı’na sokarak kanlı bir maceraya attığını kendileri söylüyor! Bu kadar rezil bir savaşın tek bir muharebesi nasıl böylesine bir kahramanlık öyküsüne dönüştürülebilir? Biz Türk işçisine ve emekçisine hatırlatıyoruz: I. Dünya Savaşı Britanya, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Rusya gibi emperyalist ülkelerin dünyayı yeniden paylaşmak için işçi ve köylüleri savaş meydanına sürdüğü bir vahşettir. Osmanlı bu vahşete Almanya’nın müttefiki olarak girmiş, kendisi de bu kurtlar sofrasından pay almak istemiştir. Bu yüzden Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’ndaki yeri işçi sınıfı açısından gayri meşrudur!

Hangi yurt savunması? Yurt savunması yapan ordunun bütün üst düzey komutanları neden Alman? İşçilere ve gençliğe sanki Mustafa Kemal Çanakkale savaşında ordunun komutanıymış gibi anlatılır. İlgisi yok! Genelkurmay Başkanı Alman, ordu komutanı Alman, donanma komutanı Alman, ama yurt savunmasında zafer milli! Osmanlı ordusu o savaşta gayri milli bir ordudur. Zaferi nasıl milli olsun?

Sonra diyelim ki Çanakkale yurt savunması. Peki, Romanya’nın işgali de mi yurt savunması? Yemen’in Osmanlı kontrolünde tutulması ya da Mısır’ın yeniden fethi çabası da mı yurt savunması? İşçiler, köylüler ve gençlik, bütün ülkelerde patronlar sınıfının kendilerini savaş meydanlarında feda etmek için kullandığı yalanların somut bir örneği olan bu uyduruk tarih açıklamasına artık sırtını dönmelidir!

Çanakkale’nin Ekim Devrimi’ni hazırladığı iddiası da kuyruklu yalandır. Ekim Devrimi’ni esas hazırlayan, Çarlık hükümetinin I. Dünya Savaşı’na girerek Rusya işçi ve köylülerini felakete sürüklemesidir. Onu da mı hayırlı sayalım? Bu kadar gaflet sola yakışır mı?

Türk, Kürt, Ermeni…değil işçi, köylü, gençlik!

Son yıllarda bir de yeni moda çıktı. Önce “Türk-Kürt Çanakkale’yi birlikte savunduk” deniyordu. Şimdi soykırımın 100. yılı geldi ya, “Çanakkale’de Ermeniler de vatanı savundu” eklendi buna.

Çanakkale bir yurt savunması olmadığına göre, Türk-Kürt-Ermeni birlikte ortak yurdu savunmuş değildir. Zaten Çanakkale’de ölenlerin ulusal aidiyeti değildir önemli olan, belirli sınıflardan olmalarıdır. Meslekten subaylar ve yedek subay olarak askere alınan bir azınlık dışında bütün savaşlarda olduğu gibi Çanakkale’de ölenler de işçi sınıfından ve yoksul köylülükten gençlerdir. Neden Türklerin yanında Kürtler ve Ermeniler de var? Çünkü Osmanlı işçi sınıfında ve yoksul köylülüğünde Ermenilerin çok önemli yeri var. Çünkü Kürtlerin büyük çoğunluğu ortakçı, yarıcı, ırgat. Çünkü Anadolu’nun yoksul köylüleri içinde Türkler en kalabalık grup. Yani Türk-Kürt-Ermeni savaşta birlikte öldüler, çünkü yoksul ve emekçiydiler!

Onlara yaklaşımımız bütünüyle hürmet ve hüzünden oluşur. Enver Paşa’nın “cihangirlik” hayali uğrunda Osmanlı hâkim sınıflarının yağmacı düşlerinin kurbanı olmuş sınıf kardeşlerimizdir onlar. Ama onları savaş mühimmatı gibi ölüme yollayanlara, başta Osmanlı hâkim sınıflarına, devletine ve Alman emperyalistlerine sınıf kinimiz sonsuzdur!

Yarın bu yalanlar dünyası sona erdiğinde, işçi sınıfı bu topraklarda iktidarı eline aldığında, “Çanakkale Şehitleri Anıtı”nın adını “Çanakkale Emekçiler Anıtı” olarak değiştireceğiz! Üzerine de emeğin sembolü olan orak ve çekiçi yerleştireceğiz! Sosyalizmin bütün savaşlara son vereceğinin sembolü olarak!

Ek

Halk nasıl görüyordu?

Halk türküleri, okul tarih kitaplarından ve politikacıların “vatan millet Sakarya” edebiyatından farklı bir ses veriyor. Bunların en önemlisi Çanakkale türküsüdür. Bu türkünün nakaratı “Of gençliğim eyvah”tır! Yani inanmadığı bir savaşta çarpışmakta olan bir gencin durumuna hayıflanması. Ama bu türkünün kıtalarından biri özel olarak anlamlıdır:

Atar İngiliz atar pişman olursun
Kan alıcı fırkaya kurban olursun
Of gençliğim eyvah!

Buradaki “fırka” elbette bir askeri fırka da olabilir ama “kan alıcı” ve “kurban” kavramları sözü edilenin İttihat ve Terakki Fırkası (fırka o dönemde siyasi parti demektir) olduğunu düşündürüyor! Her durumda İngiliz atınca “pişman” olan birinden söz edildiği ortada! “Şehit” edebiyatından farklı bir ses bu.

Çanakkale Savaşı’nın yalnızca bir muharebesi olduğu I. Dünya Savaşı hakkında halkın duyguları ise en güzel ifadesini Yemen türküsünde bulur. Bu türkü baştan aşağıya ölenlere bir ağıttır. Bir kıtasını görelim:

Kışlanın önünde sıra söğütler
Yüzbaşı binbaşı asker öğütler
Yemen'e giden babayiğitler!

Ah o Yemen’dir, gülü çemendir,
Giden gelmiyor acep nedendir?

Burası Muş'tur, yolu yokuştur,
Giden gelmiyor acep nedendir?

 

Bu yazı, Gerçek gazetesinin Nisan 2015 tarihli 66. sayısında yayınlanmıştır.