Sağlık sistemini değiştirmek için örgütlü mücadeleye

Sağlık sistemini değiştirmek için örgütlü mücadeleye

Son dönemde sağlık alanında yaşanan en büyük problemlerden biri, hastaların kamu hastanelerinde doktor randevusu bulamamasıydı. Bu sorun, AKP iktidarının yirmi yıldan fazla süredir sağlığı özelleştirmek ve piyasalaştırmak için uyguladığı “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın (SDP) yarattığı bir sonuç. Dolayısıyla çözüm, SDP’nin geri püskürtülerek, kamu eliyle verilecek bir sağlık sistemini inşa etmekten geçiyor.

Sağlık Bakanı geçtiğimiz ay randevu meselesine el attı. Atmasa daha iyiydi. Bulduğu çözüm günlük randevu sayısını arttırmak, yani her bir hastaya ayrılan muayene süresini kısaltmak oldu. Zaten kısa olan muayene süresini ortalama 1-2 dakikaya indirdi. Böylece doktorlar çok daha yoğun çalışmak zorunda kalacak ve hastalara nitelikli bir sağlık hizmeti de sunamamış olacak. Doktorun emeği değersizleşirken, halkın sağlık hakkı da gasbedilecek.

Öncelikle şunu sormamız gerekiyor: Neden nüfusu 85 milyon olan bir ülkede, yıllık neredeyse 1 milyar poliklinik başvurusu oluyor? Bunu biz soruyoruz da o ülkenin sağlıktan sorumlu en üst yetkili kişisi Sağlık Bakanı sormuyor sanırız. Sağlıkçı olmayan birine bile bu sayıları söylesek, çok yüksek ihtimalle şaşıracak ve muhtemelen ülkede bir sağlık felaketi yaşandığını düşünecekti. Bu sayılara başka türlü mantıklı bir izah bulmak oldukça güç.

Türkiye toplumunun evinden sonra ikinci adresi olduğunu anladığımız sağlık merkezlerine bu kadar fazla başvuru oluyor da Türkiye toplumu daha mı sağlıklı oluyor? Hayır tabii ki. Kronik hasta sayımız yıldan yıla artış gösteriyor. Diğer sağlık göstergelerinde de olumlu bir sıçrama yapmış değiliz.

Kamu hastanelerinde yaşanan randevu sorunu dâhil her bir sorunun arkasında her geçen gün daha fazla özelleşen sağlık alanı var. İyi işleyen bir kamu sağlık sistemini, özel sağlık sermayesi istemiyor. Kamuda iyi hizmet alacağını bilen hasta niye yüksek ücretler ödeyeceği özel hastanelere gitsin? Ayrıca kamu, harcama kalemlerini piyasadan sağlıyor. Hiçbiri kamu eliyle üretilmiyor. Çok başvuru, çok harcama demek. Bu da sağlık piyasasına daha fazla kamudan para akması demek oluyor. Bunu biz görüyoruz da Sağlık Bakanlığı görmüyor mu? Görüyor tabii. Sağlık Bakanlığı özel sağlık sermayesine “yürü ya kulum” derken kamuda ise doktorlara ne kadar fazla tetkik ister ne kadar fazla hasta bakarsa ek prim vadediyor. “Sağlık piyasasına kazandırdığın ölçüde sana para veririm” mesajı vermiş oluyor.

Bir ülkenin sağlık alanında gurur duyacağı şey, ne kadar çok hastaya baktığı değil ne kadar fazla hastalığı önlediği olmalı. İnsanların yaşadığı ve çalıştığı ortamda potansiyel hastalık risklerine karşı önceden önlem alarak mümkün olan en az şekilde hasta olacağı bir sistemi kurmak marifet. Ama bunun yolu sağlığı piyasalaştırmaktan ve özelleştirmekten geçmiyor. Kamu eliyle planlanmış, ücretsiz ve nitelikli şekilde verilen bir sağlık sistemini inşa etmekten geçiyor.

Geçen ay İstanbul Tabip Odası (İTO) seçimlerini Demokratik Katılım Grubu (DKG) kazandı. Doktorların hak mücadelesini; eşit, ulaşılabilir, nitelikli, ücretsiz, kamu eliyle verilen bir sağlık sistemi için mücadele ile beraber yürüten DKG’nin yeniden yönetime seçilmesi, önümüzdeki dönemde iktidarın Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) kapsamında yürüteceği, doktorların ve sağlık emekçilerin kazanılmış haklarına, halkın sağlık hakkına saldırmak için uygulamaya koyacağı düzenlemeleri püskürtmek için iyi bir fırsat sunuyor. Sağlık Bakanlığının ilk kez Göztepe Şehir Hastanesi’nde denediği, muayene süresini ortalama 2 dakikaya çektiği uygulamayı, İTO’nun, sağlık emekçilerinin yüksek katılımıyla hastanede gerçekleştirdiği eylemle boşa düşürmesi bunun güzel bir kanıtı oldu. SDP’yi ve onun ürünü olan bu sağlık sistemini değiştirmenin, sağlık emekçilerinin haklarını iyileştirmenin, daha sağlıklı bir toplumda yaşamanın yolu örgütlü mücadeleden geçiyor. İTO, doktorların ve sağlık emekçilerinin de hastaların da memnun olmadığı, iktidar eliyle yaratılan bu ucube sağlık sistemini değiştirmek için mücadeleye talip. Gelin bu fırsatı değerlendirelim.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2024 tarihli 177. sayısında yayınlanmıştır.