İlhan Selçuk 100 yaşında: Sol Kemalizmden faşizmle işbirliğine

İlhan Selçuk

Bugün 12 Mart askerî müdahalesinin yıldönümü. Türkiye tarihinin bu olayının birçok yönü var. Biri de “cuntacılık” olarak bilinen sol akımın büyük bir düş kırıklığı içinde ölümcül bir yenilgi yaşaması. Bu “cuntacı” olarak anılan ekipte adı Cumhuriyet gazetesiyle özdeşleşmiş yazar İlhan Selçuk da vardı.

Dün, 11 Mart 2025, İlhan Selçuk’un 100. doğum yıldönümüydü. Bunu Cumhuriyet gazetesinde bir haftadır yapılan yayından anlıyoruz. İlhan Selçuk, 1962’den ölümüne (2011) kadar yarım yüzyıla yakın Cumhuriyet’te köşe yazarlığı yapmış, gazetenin kurucusu ve sahibi Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi’nin 1991’deki ölümünden sonra ise “başyazarlık” unvanına layık görülmüş olan biriydi. Ayrıca 20. yüzyılın ikinci yarısında “Kemalizm” dendiğinde belki de akla gelen ilk isimdi.

Cumhuriyet günlerdir çeşitli vesilelerle eski “başyazar”ının övgüsünü yapıyor. İlhan Selçuk’un 1960 ila 1980 arasında büyük politik ve entelektüel hatalarına rağmen çok genel anlamda “solcu” bir konumda olduğu doğrudur. 1960’lı yıllarda yazar Doğan Avcıoğlu, anayasa profesörü Mümtaz Soysal, gazeteciler İlhami Sosyal ve Hasan Cemal gibi şahsiyetlerle Yön hareketinin başlıca liderleri arasında yer aldı. 12 Mart’ta bu yüzden işkence gördü, Madanoğlu davasından yargılandı.

Bir musibet bin nasihatten iyidir demişler. 12 Mart ile 12 Eylül arasındaki dönem, hatta 12 Eylül genelkurmay diktatörlüğünün ilk başları, İlhan Selçuk’un hayatının en ilerici dönemi sayılabilir. Örnek olarak kendisi de Cumhuriyet’in birinci sayfa yazarı olan Uğur Mumcu 12 Eylül’e daha ilk günden sahip çıkarken İlhan Selçuk ilk yazısında Ezop diliyle yeni rejime karşı homurdanmıştır. Gazete 12 Eylül’ün koyu döneminde yanlış hatırlamıyorsak birkaç kez geçici sürelerle kapatılmıştır. Neden? Çünkü sol Kemalizm her zaman Türkiye’yi bir ordu darbesiyle kurtarmak isteyen milliyetçi bir sol olmuştur. 12 Mart’ın sol darbe kampına işkence ve hapisle saldırması bu ekibin orduya olan bütün güvenini sarsmıştı. 12 Eylül sola saldırısıyla bu sarsıntıyı teyit etti. Bu yüzdendir ki, kimi 12 Eylül’ün ileri evrelerine, kimi de Uğur Mumcu cenazesine (Ocak 1993) dek yüzünü yeniden orduya dönmemiştir.

Ne var ki, sol Kemalizm, 1990’larda başlayan, 28 Şubat’la derinleşen, 2000’li yıllarda ise sefil bir duruma düşen bir yeni “sözde sol” doğurmuştur. Sol Kemalizm “ulusal sol” veya “ulusalcı sol” haline dönüşürken aynı zamanda faşizmle dost olmuştur. Bir insanın entelektüel ve politik mirası kendi hayatı içinde geçirdiği evrim ve geldiği konum ile tanımlanmalıdır. Bugün sol kökenli birçok insan yürek huzuruyla sosyalizmden Zafer Partisi’ne geçebiliyor ya da İyi Parti ile CHP arasında gidip gelebiliyor veya “Suriyeliler”e kızıp sokak avına çıkabiliyorsa bu ulusal sol “sayesindedir”, İlhan Selçuk’un manevi presitijiyle bunu mümkün kılması yüzündendir, onun iki karşıt siyasi akım arasında bir koridor açması yüzündendir. Burada da tek suçlu Doğu Perinçek değildir. Doğu Perinçek’in suçu büyüktür elbette ama İlhan Selçuk’lar, Attilâ İlhan’lar, Mümtaz Soysal’lar da suçludur.

Aşağıda 2006 yılında yazdığımız uzun bir yazının iki altbölümünü yayınlıyoruz. Yazının başlığı “Burjuva Sosyalizminin Düşman Kardeşleri: Liberal Sol ve Ulusal Sol”dur. Devrimci Marksizm dergisinin 2. sayısında (Kasım 2006) yayınlanmıştır. Gerçek İlhan Selçuk’u tanımak için bu pasajları okumak gerekir.

 

“Milliyetçi” ve “ulusalcı” omuz omuza: Faşizmin yardakçıları

Ulusal solun anti-emperyalizme değil dar anlamda ulusal bencillik anlamında bir milliyetçiliğe dayandığını gösteren bir başka yönü, faşizmle işbirliğidir. Bu işbirliğinin önkoşulları yıllar üzerinden olgunlaşmış, pratik işbirliğine ise MHP’nin 1999-2002 arasında yer aldığı koalisyon ortaklığının sonlarına doğru adım atılmıştır. Sol Kemalizmin duayeni İlhan Selçuk 2002 başlarında Devlet Bahçeli ile görüşmüş ve ulusal sol ile “sağın ulusal kesimlerinin birleşmesi”nden söz etmiştir. Bunun ardından, 2002 Haziran ayında, AB konusundaki bildiriler savaşında milliyetçi bakış açısıyla yayınlanan bildiri gelmiştir. Burada, Türkiye tarihinde ilk kez açıkça faşist hareketten gelen aydınlarla kendine solcu, hatta Marksist süsü takmış bir dizi başka aydın (Attilâ İlhan, Yıldırım Koç vb.) aynı platformda yer almıştır. Yayınlanan metin, imzacıların arasında çok sayıda sendikacı olmakla birlikte, AB’ye işçi sınıfının ve emekçilerin çıkarları temelinde değil, “tarihin tanıdığı en büyük ve en kadim uluslardan biri” olarak nitelenen Türk ulusunun “çıkarları” adına bütünüyle karşı çıkmaktadır. Elbette, burada artık gayet iyi tanıdığımız, Kıbrıs sorunu, Kürt sorunu, Patrikhane vb. baş köşeyi almaktadır.[69]

Bu ilk açılımı, Doğu Perinçek’in İşçi Partisi’nin faşizmle işbirliğini meydanlara taşıması izledi. Bu partiye bağlı Öncü Gençlik örgütünün 2003 yılında “Gençlik Vatan Savunmasına” kampanyası bağlamında İstanbul’da düzenlediği 30 Ağustos mitingi, ADD gençlik kolları, CHP İstanbul Gençlik Kolları ve Ülkü Ocakları İstanbul Şubesi’nin katılımıyla yapıldı. Bu işbirliği sonucunda geniş kamuoyu ulusal solun bir bölümünün faşist hareketle işbirliği stratejisini, yıllar boyu süren uyarılardan sonra, nihayet ilk kez kavradı. Bu ittifaka “Kızıl Elma koalisyonu” adı konuldu. İşçi Partisi’nin faşistlerle pratik ittifakı bir süre daha yayıncılık alanında devam etti. Öncü Gençlik ile Ülkü Ocakları ortak bir dergi yayınladılar.

Solun birçok kesiminde, özellikle de liberal solda, İşçi Partisi’ni ve Doğu Perinçek’i faşizmle işbirliği ve benzer meselelerde özel bir konuma yerleştiren, ona eşi görülmemiş bir konum atfeden bir yaklaşım vardır. Ama iş ulusal solun öteki bileşenlerine, örneğin “iliştirilmiş sol” Cumhuriyet gazetesinin yöneticisi İlhan Selçuk’a geldiğinde o “İlhan Ağabey” veya CHP başkanı Deniz Baykal’a gelince o “Deniz Bey” olur. Bu insanlar eleştirilebilir, ama özel bir kötülük atfedilmez onlara. Oysa ulusal solun öteki bileşenleri de İşçi Partisi kadar sorumludur faşizmin toplumda ve solda meşrulaştırılmasından. Önce şunu belirtelim. 2003 yılında yapılan mitingde faşistlerle omuz omuza CHP İstanbul Gençlik Kolları da yer almıştır. Ardından bu işbirliği devam etmiş, Öncü gençlik ile Ülkü Ocakları’nın ortak dergisinin yayınlanmasında CHP Gençlik Kolları başkanı da görev almış, CHP yönetimi de hiçbir biçim de buna karşı çıkmamıştır.[70]

Ama bunlardan çok daha önemlisi, İlhan Selçuk ve Deniz Baykal'ın faşist barbarlığın gönüllü korumaları haline gelmiş olmalarıdır. 2005 Newroz’undan sonra “Bayrak Mitingleri” ile başlayan şovenist histeri, hatırlanacağı gibi, sonunda Trabzon’da TAYAD’lılara yönelik linç girişimi ile doruğuna yükselmişti. İşte bu belirleyici nitelikteki olayda Selçuk ve Baykal bütünüyle linç olayını provoke eden faşistlerin yanında yer almışlardır. İlhan Selçuk Trabzon olayından yaklaşık on gün sonra şöyle yazıyordu: “Halk kesiminde yükselen ulusalcı akım, dinciliğe karşı alternatif iktidarın laik cumhuriyet güvencesini tohumlarken, kimler hangi tezgâhın körüklemesiyle bu gelişimi kundaklamaya kalkışıyor?..”[71] Ulusal solun duayeni aradan bir kaç gün geçtikten sonra faşist hareketi daha da açık terimlerle savunacaktır: “Öyleyse sağ-sol gargarasında lafı İslam dünyasındaki ‘dinci-milliyetçi’ ikilisine getirelim; bunlar yan yana geldikleri zaman hangisi sağcı, hangisi solcu?.. Sorulur mu, elbette dinci sağcı. Milliyetçi solcu!.. Daha açık bir deyişle, bir ülkücü milliyetçi ise, bir İslamcı (dinci) karşısında bal gibi solcu oluyor.”[72] Selçuk’un eski sol Kemalist kültürün etkisi altında faşizmin böylesine savunulmasından rahatsız olanları ikna etmeye çalıştığı açıkça görülüyor. Edememiş olmalı ki, birkaç gün sonra daha da saldırganlaşıyor:

Ulusalcılık son günlerde toplum katmanlarından rağbet görmeye başladı ya, telaşe müdürleri diyorlar ki: Faşizm geliyor...

- Yapma!..

(...) Tepesindeki iktidar takiyyeci, dinci, İslamcıyken muhalefetteki milliyetçilikten korkan kişi akılsız mıdır, cahil midir?..

Satılık mıdır?..[73]

Deniz Baykal ise Trabzon’daki linç girişimine en ufak bir kınama yöneltmek bir yana, Cumhuriyet gazetesindeki bir habere göre, “Trabzon ve Mersin’deki olaylara değinerek insanların Türkiye’de “yetkili, teslim olmamış, boyun eğmemiş otoritelerin bulunduğundan emin olmadığı için” tepki gösterdiğini belirtmiştir.[74] Ayrıca şunu söylediği de kayıtlara geçmiştir: “Vatandaşlar tepkilerini bir bayrak yakma girişimi dolayısıyla ortaya koyunca Türkiye’de kıyamet kopuyor.”[75]

Doğu Perinçek’in faşizmle işbirliğini savunarak sola karşı cinayet işlediğini haklı olarak vurgulayanlar, ulusal solun öteki bileşenlerinin suçlarını da akıllarına iyice nakşetmeliler. Yarın seçimler geldiğinde MHP AKP’nin ardından ikinci parti olarak çıkarsa, “laik cumhuriyeti koruma” gerekçesiyle Bahçeli’yi başbakanlık koltuğuna getiren, sadece Perinçek değil Baykal ve Selçuk olacaklar! Faşizmle işbirliği yapması, ulusal solun anti-emperyalist değil, düpedüz bencil ulusal çıkarlar temelinde gerici milliyetçi saiklerle davrandığının üçüncü bir kanıtıdır.

Kemalizmden Enverizme

Kemalist sol Türk milliyetçiliğini anti-emperyalist ve savunmacı olduğu için ilerici göstermişti. Ulusal sol, sadece Türk ulusunun çıkarları uğruna çevre uluslara ve halklara karşı düşmanlığı körüklemekle kalmaz, bir de agresif, yayılmacı, fetihçi bir milliyetçiliği savunur. Ulusal sol faşizme paralel olarak Türki dünyayı kurtarma misyonuna soyunmuştur. Bu süreç aynı zamanda 20. yüzyıl başında savunmacı ve gerçekçi bir Türk milliyetçiliğini temsil eden Kemalizmden, Enver Paşa’nın gözünü Türki dünyayı fethetmeye diken yayılmacı milliyetçiliğine dönüştür.

Bu eğilimin kökleri ulusal solun faşizmle işbirliğinden çok daha eskidir. Sovyetler Birliği’nin yıkılması, ulusal solun en etkili isimlerinden İlhan Selçuk’un ve Attilâ İlhan’ın gözlerini Türki dünyanın yeni bağımsızlaşmış ülkelerine dikmesine yol açmıştır. İlhan Selçuk Mayıs 1992’de (yani Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sadece altı ay sonra) şöyle yazıyor:

Haydi gelin, elimizi vicdanımıza koyalım, 21. yüzyıla 8 kala Anadolu’da yine coştuğumuzu, Turan özleminin yüreğimizi yaktığını itiraf edelim. Suç değil bu! Tersine, “Adriyatik’ten Çin’e dek” inanç, dil, kültür ortaklığını paylaşan toplumların bütünleşmesi, küçülen dünyada kaçınılmaz bir gelecek olarak görünüyor...

1918’de, Bakû’den dönmüş, Hazar Denizi’nin ötesine geçememiştik; bu kez de tarih yineleniyor mu? Hayır. Biz tarihin yinelendiğine değil, yenilendiğine inananlardanız.[76]

Selçuk, okuyucularından geldiği anlaşılan bir dizi itiraza cevap vermek için kısa bir süre sonra şunları da yazar:

Turan canlanabilir mi? 21’inci yüzyıla doğru dünya küçüldü...Batı’yla iç içe yaşıyoruz. Orta Asya’yı evimizin dışına sürmek çağdaşlaşmanın gidişatına aykırı düşmez mi? Ermenistan ya da İsrail diasporalarıyla bütünleşecekler; ama Türkiye’nin Turan’la bütünleşmesi “ideolojik amaçlı pan-Türkizm” sayılacak. Olmaz öyle şey. Tarih yinelenmez, yenilenir. Bu kez Türkistan’a Enver Paşa gibi Bolşeviklere karşı savaşmak için gitmiyoruz. Eğer Türki toplumlar 1917 devriminin kazanımlarıyla cemaat dönemini aşıp laik toplum düzeyine ulaşabilmişlerse, Turan’ın gerekli altyapısı oluşmuş demektir.[77]

Attilâ İlhan ise Sultan Galiyef in adı etrafında yarattığı bir mistik ile pan-Türkizm’in bir başka savunucusu olacaktır 90’lı yıllar boyunca. Pan-Türkizmin mantıksal sonucu, ta 40’lı yıllarda Nazi Almanya’sının dümen suyunda “esir Türklerin kurtarılmasını” tarihi programı haline getirmiş olan Türk faşizmi ve onun baş temsilcisi MHP ile ilişkilerin sıkılaşması anlamını da taşıyacaktır. Cumhuriyet gazetesi, MHP’ye destek vermeye 1990’lı yıllarda başlamıştır. Burada, Kürt savaşına ve İslamcılığın yükselişine karşı bir barikat oluşturma kaygısının yanı sıra Turancılığın da rolü vardır.

Biz Kemalizmin bu tarihsel uğrakta Enverizme dönüşmekte olduğunu 1990’lı yıllarda saptamıştık. Bugün gerek emperyalizmin dikkati Kafkasya’dan ve Orta Asya’dan önce Ortadoğu’da olduğu için, gerekse Türkiye devletinin Türki dünya politikaları Azerbaycan (1995) ve Özbekistan (1999) başarısız darbelerindeki rolü dolayısıyla iflas ettiği için ulusal solun pan-Türkizmi de soluğunu (şimdilik) yitirmiştir. Ama Enver Paşa’nın mirasının yeniden değerlendirilmesi adım adım işliyor. On binlerce askerin soğuktan ve hastalıktan can verdiği Sarıkamış macerasının dünkü yorumu Enver Paşa’nın Alman emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Çarlık hinterlandını ele geçirmek amacına dayalı yayılmacılığının yarattığı bir trajedi olduğuydu. Bugün ise yaklaşım değişti: Sarıkamış’ta her yıl törenler düzenleniyor ve bu savaş “vatan savunması”nın bir uğrağı gibi gösteriliyor. Öte yandan, Ermeni sorunu üzerine koparılan fırtına, başta İşçi Partisi olmak üzere, ulusal solun Enver ve Talat Paşa’lara iade-i itibar sağlama çabasını gündeme getiriyor. Ulusal sol böylece kendi Kemalist köklerine de ihanet ediyor!

Ulusal solun pan-Türkizmi henüz ruşeym halindedir. Ama yarın emperyalizm Orta Asya’yı karıştırmaya başlayınca aniden ve hızlı bir büyüme göstereceğini bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Daha bugünden şunu söylemek mümkün: ulusal solun pan-Türkizmi, onun anti-emperyalist olmadığını bir kez daha kanıtlıyor. Çünkü İlhan Selçuk’un yukarıda alıntılanan sözleri Özal’ın ve Demirel’in dümen suyunda söylenmiş sözlerdir. Türki dünyaya ilk gözünü diken, Sovyctler Birliği’nin dağılmasından bile önce Özal olmuştur. Ardından 1991’de başbakan olduğunda Demirel de bu politikaya katılmıştır. Selçuk’un yukarıdaki ilk alıntıda kullandığı “Adriyatik’ten Çin’e dek” ifadesi de kelime kelimesine Demirel’den ödünç alınmıştır. Özal ile Demirel’in böylesine öne çıkarttığı bir politik hattın emperyalizmle işbirliğini hedeflediğinden kuşku olabilir mi? 21. yüzyılın pan-Türkizmi, doğrudan doğruya emperyalizmin Kafkasya ve Orta Asya politikalarına paralel bir politikadır.[78]

 


[69] Bildirinin ayrıntılı bir analizi için bkz. Selim Karlı, “Faşistler ve Kemalistler kol kola, aynı plat formda”, İşçi Mücadelesi, eski dizi, sayı 3, Temmuz-Ağustos 2002.

[70] Bkz. “Oğuz Oyan’a Bir Soru: CHP’nin Faşist Hareketle İlişkisi Var mı?”, İşçi Mücadelesi, eski dizi, sayı 16, Ocak-Şubat 2005.

[71] Cumhuriyet, 15 Nisan 2005.

[72] “Ülkücülerin Durumu?..”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2005.

[73] Cumhuriyet, 24 Nisan 2005.

[74] Cumhuriyet, 13 Nisan 2005.

[75] Birgün, 18 Nisan 2005.

[76] Cumhuriyet, 22 Mayıs 1992.

[77] Cumhuriyet, 6 Haziran 1992.

[78] Bu noktanın ayrıntılı bir biçimde açıklandığı bir kaynak için bkz. Kızıl Elma, Kanlı Elma. Avrasya 'da Yaklaşan Felâket ve Türkiye, İşçi Mücadelesi Tartışma Defterleri 1, Özne Yayınları, İstanbul, 2000.