İktidar, halka hesap vermekten kaçamaz! Muhalefet ona koltuk değneği olamaz!

İktidar, halka hesap vermekten kaçamaz! Muhalefet ona koltuk değneği olamaz!

AKP, siyasi sorumluluğu olmadığı için eski TBMM başkanı Bülent Arınç’a seçim erteleme tartışması başlattırdı. Arınç depremin yarattığı facianın çeşitli boyutlarını sıralayarak bu koşullar altında seçim yapmanın mümkün olmadığını söylüyor. Büyük bir çelişkiye de düşerek. Bir yandan, enkazdan hâlâ insanların canlı olarak çıkmakta olduğu bir anda “bazı siyasetçi ve gazeteciler”in seçim konuştuğundan şikâyet ediyor, bir yandan kendisi bütün Türkiye’nin seçim konuşmaya başlamasını kaçınılmaz hale getiren etraflı bir açıklama yaparak, hatta yeni seçim tarihi önererek seçimin tartışılmasını kaçınılmaz hale getiriyor! Evet, Bülent Arınç, daha önce değil ama işte şimdi, tam da sen konuştuğun için, deprem faciasını yaşayan halkımız hâlâ enkaz altında bulunan yakınlarının bulunması için yanıp tutuşurken, senin sayende bütün Türkiye seçim konuşuyor! Seçim zamanında yapılırsa halk sorarmış “siz neyin derdindesiniz?” diye. Halk asıl şimdi soruyor: “Bülent Arınç, biz enkazın altından haber beklerken sen neyin derdindesin?”

İşin siyasi yanının dışında, herkesin bildiği gibi hukuki yanı da çok sorunlu. Anayasa’nın 78. maddesine göre seçimlerin, bir önceki seçimlerin tarihinden itibaren beş yılın tamamlandığı tarihten önce mutlaka yapılması gerekiyor. Bu tarih ise bir Pazar günü olan 18 Haziran. Erdoğan’ın seçimleri cumhurbaşkanı kararı ile 14 Mayıs’a alma konusundaki niyeti elbette enkazın altında kaldı bile. Ama 18 Haziran tarihinden kaçışın tek yolu yapay bir savaş çıkarmak. Bunun dışında bir erteleme Anayasa’yı ayaklar altına almak demek.

Neden mümkün değil? 

Arınç, seçimlerin yapılmasının olanaksız olduğunu söylüyor ama bu aslında günün ruh durumunun suistimalinden başka bir şey değil. “35 bin insan ölmüş, koskoca şehirler yıkılmış, insanlar başka şehirlere göçmüş” diye gerekçelendirilen iddialar, bugün ile yarını birbirine karıştıran, bugünkü durumun travmatik etkisini yarına da yaymaya çalışan bir aldatmaca.

Her şeyden önce, bugün ile 18 Haziran arasında dört ay var. Bu dört ay boyunca enkazlar temizlenmeyecek mi, konteyner ve çadır kentler kurulmayacak mı? Bu hükümet, bu kadarcığını bile yapmaktan acizse, biz seçim erteleme yerine istifa etmesini öneririz! 

Bunlar gerçekleşince, hayat daha çok normale dönecek. Geçmişte 1999 Marmara depreminde, yüz binlerce insan aylar, hatta bir kısmı yıllar boyu çadır kentlerde yaşadı. Bu sırada tesadüfen seçim yoktu. Genel seçimler, yerel seçimlerin normal tarihi olan Nisan 1999’da yapılmıştı. Ağustos 1999’dan 2002 sonuna dek seçim yapılması gerekmedi. Ama gerekseydi bal gibi yapılabilirdi. Tabii ki ilk günlerde değil. Ama bugün Arınç, yarın ise erteleme savunacak herkes, depremin ilk günlerinde ve haftalarında halkın ruh durumunu kötüye kullanarak sanki üç ya da dört ay sonra da aynı durum yaşanıyor olacakmış gibi bir izlenim bırakmaya çalışıyorlar.

Bir de “insanlar başka kentlere göçüyor, deprem bölgesi boşalıyor” iddiası var. Geçmiş depremlerden herkesin bilmesi gerekir ki bu tür göçler büyük çoğunluk için geçicidir. İnsanların çoğunluğu yaşadıkları, ekmeklerini kazandıklarını, huyunu suyunu bildikleri kentlere, çalıştıkları fabrikalara, limanlara, belediyelere, diğer kamu kuruluşlarına ve tabii köylü ise topraklarına, otlaklarına, ormanlarına geri dönerler. Tanımadıkları kentte nasıl iş bulacaklardır? Zaten şimdi bile ailelerin çalışan bireyleri değil, çocuklar ve genellikle onlara bakan analar başka bölgelere göç etmektedir. Akraba yanında da KYK yurtlarında da Antalya otellerinde de kalmak zordur, sonsuza kadar devam etmeyeceği açıktır. Yani dört ay içinde göçün önemli bir bölümünün tersine dönmüş olması muhtemeldir.

Hem dönmese ne olur? Bütün ülkelerde ve son zamanlarda bizde de insanlar yurtdışında bile oy kullanıyor. Almanya’dan, Fransa’dan, hatta Kazakistan ya da Avustralya’dan oy kullanılabiliyor da Hatay için Mersin’den, Maraş için Antalya’dan, Antep için Ankara’dan neden oy kullanılamıyor?

Yüz yıl önce, ülke çok daha yoksulken ve çeşitli yabancı orduların işgali altındayken, 1911-1918 arasında yedi yıl boyunca sürekli savaş yaşamışken, bu savaşlarda 35 bin değil 3,5 milyon insan can vermişken, bu toprakların ilk Kurucu Meclisi olan Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanmadan önce seçim yapılmıştır. Şimdi bir yüzyıl sonra, ülke çok daha ileri teknolojiye, iletişim olanaklarına, zenginliğe sahipken mi yapılamayacak!

Yani erteleme talebinin nedeni teknik değildir, siyasidir. Mesele bölgede seçim yapılmasının mümkün olmaması değil, iktidarın bu seçimde tepetaklak düşmekten korkmasıdır. 

Özgül hafiflik!

Şimdi Bülent Arınç’ın önerisine geri dönebiliriz. Seçimin ertelenmesi açıkça Anayasa’ya aykırı olduğuna göre, Arınç ertelemeden nasıl söz ediyor? İki yol gösteriyor. Bunlardan biri, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK), kendi teşkilat ve görevleri hakkındaki 7062 sayılı kanunun 6. maddesine dayanarak seçimleri ertelemesi. İsteyen o maddeyi açar okur. O maddede YSK’ya seçimleri erteleme ile ilgili herhangi bir görev veya yetki verilmiyor. Arınç hukukçuluğunu hep memleketin gözüne sokmuştur. Bu nasıl hukukçuluk? Anayasa’ya aykırı bir kararı, kanunda olmayan bir yetkiye yaslanmasını (!) tavsiye ederek YSK’ya teklif etmek, müthiş bir hafifliktir. Bülent Arınç, uzun yıllardır Tayyip Erdoğan’ı kendisi ile ilgili olarak değer bilmezlikle suçluyor. Bir defasında Erdoğan’ın tutumunun kendisinin “özgül ağırlığı”nı görmezlikten geldiğini söylemişti. Hangi ağırlıktan söz ediyorsunuz?

Arınç’ın öteki önerisi ise hukuki değil siyasi bir soruna işaret ediyor. Eski TBMM başkanı, Erdoğan’ın şahsen mecliste grubu olan siyasi parti liderleriyle görüşerek seçimlerin ertelenmesi yönünde bir anayasa değişikliğini nitelikli çoğunlukla sağlamasını ve böylece seçimlerin anayasa değişikliği yoluyla ertelenmesini tavsiye ediyor.

İşte esas büyük sorun burada başlıyor. Çünkü muhalefetin kendisi büyük bir sorun.

Muhalefet ayağını denk alsın!

Böyle bir durumda, Tayyip Erdoğan’a ve AKP-MHP ittifakına mühlet tanımak, sayısız sakıncaları beraberinde getirir. Önce işin en önemsiz yanı olan hukuki boyutundan başlayalım. Arınç’ın önerisi, “anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz” diyen Özal’ın düşünce tarzının hukuka uydurulmasından başka bir şey değildir. Ortada somut bir durum vardır. Bu durum iktidarı zor durumda bırakmıştır. 18 Haziran’a dek seçime gidildiğinde halk Erdoğan’a ve Cumhur İttifakı’na depremin bu denli ağır yaşanmasının (imar yönetmelikleri, rüşvet mekanizmaları, imar afları vb.) ve arama kurtarma çalışmalarının bu denli kötü yönetilmesinin (günlerce arama kurtarma ekiplerinin yeterli miktarda deprem bölgesine sevk edilmemiş olması, hayat kurtaran Twitter haberleşme sisteminin kullanımının sırf Erdoğan bölgeyi ziyaret etmekte olduğu için bir gün boyunca engellenmesi vb. vb.) hesabını mutlaka soracaktır. İktidar bu hesap anını erteleme ihtiyacını duyuyor. Muhalefetin tamamının veya bazı unsurlarının yardımıyla bu amaca yönelik olarak Anayasa’nın değiştirilebileceği umuluyor. Bu hülledir, hukukun politikanın emrinde yerlerde sürünmesidir!

Üstelik, seçimlere ilişkin hukuki hükümlerin uygulanabilmesi için kabulünden sonra bir yıl beklemek gerekmektedir. Bunun nedeni de iktidarların kendilerine yontacak türden yasal değişiklikleri meclis çoğunluğuna dayanarak son dakikada yapmasını engellemektir. Bu anayasa değişikliği tam da böyle bir şey olacağına göre anayasa değişikliği de mümkün değildir.

Ama işin hukuki yönünde daha önemlisi şudur: Arınç böyle bir öneriyi yapacak cesareti nereden buluyor? Nasıl oluyor da iktidarın yüzde yüz lehine, muhalefetin ise yüzde yüz aleyhine bir erteleme hülle yoluyla geçirmeyi muhalefete teklif etmekten bir sonuç beklemektedir? 

Cevabı biz verelim: Çünkü Arınç, muhalefetin tıynetini biliyor. Çünkü bütün bu yıllar boyunca Erdoğan’ın devamlı sendelediği halde hâlâ ayakta olmasının muhalefetin sayesinde olduğunu biliyor. Bu sefer de şu ya da bu pazarlıkla muhalefetin bir unsurunun ya da tamamının yelkenleri suya indirebileceğini umuyor bu yüzden.

İYİ Parti ilk sinyali verdi

Nitekim, bu konuda ilk sinyali İYİ Parti’nin Yüksek Seçim Kurulu (YSK) temsilcisi Mustafa Tolga Öztürk vermiştir. Seçimin ertelenmesine karşı olan herkes bunun Anayasa’ya aykırı olduğunu vurgularken bu beyefendi Arınç’ın önerisinde yer alan YSK seçeneğinin mümkün olmadığını söyledikten sonra ekliyor: “Meclis’te 400 milletvekilinin oyuyla, seçimin ertelenme kararı geçici madde ile anayasaya eklenebilir.” Beyefendi teknik bir bilgi verir gibi yaparak, aslında Arınç’ın meclis seçeneğine kapı açıyor. Bunun anlamı “karşılığında ne teklif edeceksiniz, onu duyalım” demektir.

Elbette İYİ Parti’nin YSK temsilcisi partinin en yetkili görevlisi değildir. Bu bakımdan konuşması uygun olan kişilerden biridir çünkü işler beklendiği gibi gitmezse geri adım atılabilir, onun parti politikası hakkında konuşma yetkisi olmadığı söylenebilir. Ama kapı açılmıştır bir yandan da.

Öte yandan, Arınç’ın önerisi günlerdir tartışılmakta olduğu halde Meral Akşener ya da partinin sözcüsü gibi davranan bazı diğer yetkililer henüz ağızlarını açmamışlardır. Anayasa’ya aykırı bir öneri yapılıyor. Siz altılı muhalefet blokunun en büyük ikinci partisisiniz, daha da önemlisi mecliste grubu olan iki partisinden birisiniz ve bu tartışma karşısında sessiz kalacaksınız. Anlaşılan İYİ Parti kendi içinde tartışıyor ya da susarak AKP’nin bir sonraki resmî hamlesini bekliyor.

İYİ Parti bu konuda AKP’nin önünü açarsa, bizim hep söylediğimiz bir şeyi yapmış, muhalefet saflarından AKP’yi ve (İYİ Parti açısından daha da vahimi) MHP’yi ayakta tutmaya yardımcı olmuş olacaktır.

Kılıçdaroğlu kararlı mı yoksa pazarlığı yüksekten mi açtı?

İYİ Parti cephesinde durum böyleyken, CHP şimdilik kararlı görünüyor. Kılıçdaroğlu hem tivit atarak hem de sözlü olarak seçimlerin ertelenmeyeceğini açıkladı. Birbirine yakın güçte iki bloktan birinin önde gelen lideri açısından normali de bu: Rakibinizin belirli bir konuda (doğal afetler, özel olarak deprem) ülkeyi son derecede kötü yönetmekte olduğu, uygulamalarıyla doğal afeti, toplumsal bir faciaya çevirdiği ortaya çıkmış, üstelik faciayı kontrol altına almak için doğru dürüst bir şey yapamadığı görülmüş, oy kaybedeceği kesin. Seçimi ertelemek istiyor. Üstelik erteleme yasal olarak mümkün değil. Kim bu durumda rakibine yardım eder? 

Ancak CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun geçmişi bu konuda hiç de temiz değil. Defalarca siyasi rakiplerine en büyük yardımları yaptılar. En kritik dönemeçlerde destek sundular. Zira raikp de olsalar aynı düzene bağlılar. 2013’te Gezi ile başlayan halk isyanında iktidardaki Gül-Arınç blokuyla paralel hareket ettiler, halk ayaktayken Sarıgül’ü aday yapıp halkın mücadelesini sandığa kanalize edip sönümlendirmeye çalıştılar. Elbette ki en büyük motivasyonları düzeni kurtarmaktı ama aynı zamanda en büyük siyasi rakibi olan AKP’ye büyük bir yardım yapmışlardı. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Davutoğlu ile koalisyon pazarlıklarına girerek, Erdoğan’ın oyalama taktiğine ve seçimleri kanlı bir sürecin sonunda 1 Kasım’da yenileme stratejisine ortak oldular. 2016’da kendisinin daha sonra “sivil darbe” diyeceği süreçte Erdoğan’la Yenikapı mitinginde el ele podyuma çıkarak OHAL’in yerleştirilmesi için gerekli alanı açan da kendisiydi. 2017’de referandumda “mühürsüz oyları” sineye çekti. 2018’de “adam kazandı” diyen CHP’nin adayıydı, “atı alan Üsküdar’ı geçti” Kılıçdaroğlu seyretti. 

İşte Bülent Arınç bu sicili çok iyi tanıdığı içindir ki bugün bu öneriyi yapabiliyor. Eğer yine mevcut düzenin kurtarılması gerekirse Kılıçdaroğlu’nun daha önce dokunulmazlıklar için yaptığı gibi seçim ertelemesi için de “Anayasaya aykırı ama evet” diyebilecek bir tıynette olduğunu biliyor. Dediğimiz gibi şu ana kadar CHP kararlı gözüküyor ama asla güven vermiyor. 

Sosyalistler AKP’nin derhal halka hesap vermesinde ısrarlı olmalı, ama seçimlere bel bağlamamalı, sınıf dayanışmasını ve halkın hesap sorma iradesini örgütlemeli!

Emek ve Özgürlük Bloku ile Sosyalist Güç Birliği’ne bağlı birçok parti şimdiden erteleme önerisine açık ifadelerle karşı çıkmış bulunuyor. HDP’nin de bu konuda AKP ile pazarlıktan uzak durması büyük önem taşıyor. Erdoğan’ın üçüncü kez aday olması ve yeni seçim yasasının 14 Mayıs’ta yapılacak bir seçimde uygulanması gibi tutumlardan sonra AKP-MHP ittifakının bir kez daha yasal bakımdan hakkı olmayan bir uygulamayla ayakta kalmaya çalışması tek bir şey gösterir: Cumhur İttifakı bütünüyle yasaların belirlediği sınırların ötesine geçmeye, istibdadı koyulaştırmaya çalışmaktadır. Seçimlerin ertelenmesine hem bu eğilime karşı durmak için hem de AKP’nin deprem öncesinde ve sırasında yaptıkları konusunda halka hesap vermekten kaçmasını engellemek için karşı çıkmak gerekir.

Ama bunu yapmak, yani istibdadı köşeye sıkıştırmak için bütün olanakları kullanmak, seçimleri bir çözüm olarak görmek anlamına gelmemelidir. Bugün başta deprem bölgesinin halkı, ardından bölgeye arama kurtarma ve yardım çalışmaları dolayısıyla giden ve hakikati kendi gözleriyle gören, başta madenciler, inşaat işçileri, itfaiyeciler, belediye işçileri, sağlık çalışanları ve işçi sınıfının diğer kesimleri olmak üzere herkes, sonra da olayları televizyon ekranlarında, sosyal medyada ve başka araçlarla izleyen bütün Türkiye halkı bugün büyük bir öfke içindedir. Bu tür toplumsal olaylar halkın bilincinde hızlı bir değişim potansiyeli yaratır. En çarpıcı örnek Orta Amerika ülkesi Nikaragua’da yaşanmıştır. 1979 Nikaragua devriminde o tarihten kısa süre önce yaşanan deprem önemli bir harekete geçirici faktör olmuştur. 

İktidar da bunun farkındadır. Bölgede OHAL ilanından bütün yardım faaliyetini AFAD’ın kontrolüne almaya ve üniversite kampüslerini boşaltmaya kadar birçok hükümet kararı kitlelerin bu tür bir canlanmasını engellemek içindir.

Bugün görev, başta işçi sınıfı olmak üzere, bütün sömürülen sınıf ve katmanları ve ezilen kitleleri bu kirli düzene karşı bilinçlendirmek ve harekete geçirmektir.