Düzen siyasetinde değil, sınıf siyasetinde “birleşe birleşe kazanacağız!”
3 Mart ile 6 Mart arasında düzen siyasetinde Millet İttifakı depremi yaşandı. Meral Akşener’in masadan kalkmasıyla birlikte, mevcut iktidardan kurtulmak için halka umut olarak sunulan ittifakın tam bir yamalı bohça olduğu ortaya çıktı. Muazzam bir hayal kırıklığı oluştu. Akşener masayı topa tuttu. Kılıçdaroğlu ve diğer liderler doğrudan kendisine karşılık vermedi ama CHP tabanı sosyal medyada Akşener’i hain ilan etti. Teyel yerlerinden sökülen bu yamalı bohça 3 günlük hummalı bir diplomasi trafiğinin ardından tekrar dikildi. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olduğu, diğer beş partinin (Demokrat Parti, Deva Partisi, İyi Parti, Gelecek Partisi, Saadet Partisi) liderlerinin Cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı modele, Akşener’in masaya geri dönüş formülü olarak İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş da eklendi.
Masa tekrar kurulunca hava da tersine döndü. İstibdad rejiminden bunalan hürriyet isteyen halkta yeniden bir umut doğdu. Erdoğan tamamen inisiyatifi eline geçirdiğini düşünüyordu ama öyle bir ortam oluştu ki, kabineyi toplayıp 14 Mayıs’ta yapılacak seçim için 10 Mart’ta resmi kararı alacağını duyurduğunda kimse bunu konuşmadı bile. Tüm odak Saadet Partisi önünde Kılıçdaroğlu’nun ortak aday olarak ilan edilmesindeydi. Kılıçdaroğlu daha sonra yanına İmamoğlu ve Yavaş’ı alarak CHP önünde toplanan kitleye ilk seçim konuşmasını yaptı. Böylece masanın yeniden kurulmasında Akşener’e herhangi bir paye verilmiyor adeta burnu sürtülüyordu. Bu durum Saadet Partisi önünde altı lider halkı selamlarken Akşener’in sirke satan yüz ifadesinde de açıkça görülmekteydi. Düzen siyasetinde 6 Mart akşamının kazananı hiç şüphe yok ki Millet İttifakı oldu.
Peki, yama üstüne yamayla bu ittifak bütünlüğünü ne kadar koruyabilir? Millet İttifakı bütünlüğünü koruyarak seçime kadar varsa bile, Millet İttifakı’nın yamalı bohçasının içinde Türkiye’nin emekçi halkının ekmek ve hürriyet talebinin karşılığı var mıdır?
Bu sorulara doğru yanıtlar verilmezse ve düzen siyasetine umut bağlanırsa yeni hayal kırıklıkları kapıdadır. Erdoğan ve müttefikleri derhal bir karşı saldırıya geçecektir. Millet İttifakı 6 Mart itibariyle moral üstünlüğü ele geçirmiş olsa da seçim matematiğinin gereği olarak HDP’nin desteğini almak zorundadır. HDP eş başkanı Mithat Sancar, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını selamlamış ancak destek tutumunun tartışılması için kendisini HDP Genel Merkezi’ne davet etmiştir. Belli ki böyle bir ziyaret olursa, HDP parti olarak resmen muhatap alınırsa Kılıçdaroğlu’na destek verilecektir. Ancak bu ziyaretin güllük gülistanlık bir ortamda gerçekleşeceğini beklemek hayalcilik olur. İstibdad cephesi bu ziyareti sabote etmek için her türlü provokasyonu yapmaya hazırdır ve yapacaktır. HDP’nin kapatılma davasının hızlandırılmasından, bir sınır ötesi operasyona kadar farklı senaryolar devreye sokulabilir. Akşener bir defa masadan kalkıp tekrar geri döndükten sonra kolay kolay yeni bir kriz çıkartmaz diye düşünmek safdilliktir. Şimdi çok daha güçlü bir aktör olarak tabloya dahil olan Mansur Yavaş’ın faşizmini küçümsemek ve göz ardı etmek ise ölümcül bir hata olacaktır.
Bu merhale atlatılsa bile istibdad cephesinin Millet İttifakı’nın içindeki laiklik taraftarları ile siyasal İslamcılar arasındaki fayın tetiklenmesi için yoğun bir çaba göstereceği şimdiden belli olmuştur. İktidar yandaşları Saadet Partisi önünde “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganları atılmış olmasını dillerine dolamıştır. Bu propaganda alttan alta Kılıçdaroğlu’nun mezhepsel kimliği ima edilerek derinleştirilmektedir. Basında üstü kapalı yapılan imaların Anadolu’nun camilerinde, ev toplantılarında, köy ve mahalle kahvehanelerinde nasıl bir kara ve kirli propagandaya dönüşeceği sır değildir. Diğer uçta Millet İttifakı’nın siyasal İslamcı üç partisi olan Saadet, Gelecek ve Deva’yı CHP’nin laiklik duyarlılığına sahip kitlesiyle karşı karşıya getirecek başlıklar halihazırda gündemdedir. Kılıçdaroğlu’nun marifetiyle ısıtılıp ülke gündemine sokulan başörtüsü tartışması bir anayasa teklifi olarak meclistedir. Tarikat ve cemaatler etrafında gelişecek provokasyonların yamalı bohçanın teyel yerlerini ne kadar zorlayacağını öngörmek zor değildir. İstanbul Sözleşmesi tartışmasında Saadet Partisi’nin AKP’den bile daha açık bir gerici tutum aldığını, tarikatların bünyesinde gerçekleşen taciz, tecavüz, çocuk istismarı vakalarında siyasal İslamcıların takındığı korumacı refleksleri, Saadet Partisi’nin dışında Gelecek ve Deva Partileri’nin de bu kesimlerle iç içe organik ilişkilerini hatırlamak yeterlidir.
Kılıçdaroğlu’nun da Millet İttifakı’nın bileşenlerinin de bu olası gelişmeyi öngörmediğini düşünemeyiz. Farkındalar. Farklılıklarımızla bir aradayız mesajı vermeye çalışıyorlar. Ancak mesele, mesaj vermek, sözlerini dikkatli seçmek, nutuklarda sosyalistlerden liberallere siyasal İslamcılardan faşistlere kadar en geniş yelpazeye mavi boncuk dağıtmakla çözülemeyecek kadar derindir. Düzen siyasetinin kimlikler üzerinden ayrışmasının temelinde sınıf çıkarları vardır. Sermaye sınıfı siyasetin en sağından en soluna kadar kimlik politikasının hâkim olmasını ister. Çünkü bu politikanın tek alternatifi sınıf politikasıdır. Toplumun kimlikler yerine sınıflar temelinde ayrışması sermayenin korkulu rüyasıdır. Çünkü sınıf mücadelesi düzen siyasetinin toplumu orta yerinden bölen (kimine göre yüzde 50-50 Cumhur-Millet, kimine göre yüzde 70-30 sağ-sol) matematiğini kökten değiştirir. Bir avuç sömürücü burjuva azınlığın karşısında toplumun emekçi ve yoksul yüzde 99’unun işçi sınıfı etrafında birleşmesi olasılığını doğurur.
Millet İttifakı sermayenin çıkarlarına dayanan bir odak olarak, düzen siyasetinin gerici matematiğinin parçasıdır. Toplumun gerçek çelişkisi olan emek-sermaye çelişkisinin üzerini örtmekte Cumhur ittifakı ile ortaktır. Kendi birliğini sağlamak konusunda da tek bir ortak paydaya sahiptir. O da sermayenin çıkarlarıdır. Bu o kadar açıktır ki, Meral Akşener’in masadan ayrıldığının anlaşıldığı saatlerde Borsa İstanbul’un düşmesinden, masaya dönmesiyle birlikte ise tekrar yukarı fırlamasından bellidir. Millet İttifakı açısından bu yamalı bohçayı bir arada tutan diğer gücün ABD emperyalizmi ve NATO olduğunu da hatırlatmak gerekir. Biz Millet İttifakı’nı kurulduğundan beri Amerikan muhalefeti olarak niteliyoruz. Bunun sayısız kanıtı vardır ama artık bunları yinelemeye gerek dahi yoktur. Çünkü altı partinin ortak politikalar mutabakat metninde ABD-AB emperyalizmine ve NATO’ya tam bir bağlılık imza altına alınmıştır. Millet İttifakı’nın bu niteliği sadece onun özünde bir gerici siyasal odak olduğunu ortaya koymuyor, aynı zamanda bu odağa mevcut istibdaddan ve yarı askeri rejimden kurtulmak için asla güvenilemeyeceğini de gösteriyor.
Millet İttifakı’na güvenilemez. Çünkü derin bir ekonomik kriz içindeyiz. Sınıf mücadelesi keskinleşmektedir. Millet İttifakı’nın dayandığı sermaye güçlerinin bu sınıf mücadelesini ezmek için Erdoğan istibdadını tercih etmesi, bugünkü politikasından incecik bir çizgi ile ayrılmaktadır. Merkezinde ABD ve NATO’nun olduğu emperyalist saldırganlığın yükseldiği, bir dünya savaşının taşlarının döşendiği bir dönemdeyiz. ABD-AB emperyalizminin ve NATO’nun bu yolda sayısız hizmetlerini gördüğü Erdoğan’la ve ona bağlı NATO generalleriyle, CIA, MI6, Mossad tedrisatından geçmiş kontrgerilla ve istihbarat elemanlarıyla yola devam etmeyi tercih etmesi an meselesidir. Bu kararlar kapalı kapılar ardında, halkların canının ve kanının ortaya konduğu kirli pazarlık masalarında verilmektedir.
Dolayısıyla, gelişmelerden hürriyet namına sevinmek için bir sebep yoktur. Bu, yeni hayal kırıklıklarına kapı açmak demektir. Ama aynı zamanda körlüktür. Millet İttifakı’nın ortak politikalar mutabakat metni ortadadır. İçeriğinde emekçi halkın ekmek ve hürriyet talebi yoktur. Sermayenin ve emperyalizmin politikaları vardır. Şimdi bilhassa sosyalist muhalefet saflarından şu itiraz yükseliyor. Bunu biliyoruz ama yaklaşan seçim “tek adam rejimi” ile “parlamenter sistem” arasında bir referandumdur. Bunu diyenler 6 Mart’ta açıklanan 12 maddeye baksın. Siyasi okuma yazması olan, Millet İttifakı’nın parlamenter rejime geçişten çoktan vazgeçmiş olduğunu görür. 2. madde diyor ki: “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişle ilgili Anayasa değişiklikleri, genel seçimde ortaya çıkan TBMM yapısının mümkün kıldığı en kısa sürede tamamlanacak ve yürürlüğe girecektir.” Siz herkesi kör, âlemi sersem mi sanıyorsunuz? Anayasa değişikliği için en az 400 milletvekili, değişikliği referanduma götürmek için en az 360 milletvekili gerekiyor. Millet İttifakı’nın bu sayıya ulaşması son derece zordur. Hele ki geçtiğimiz yıl AKP-MHP tarafından apar topar değiştirilen ve ittifakların aleyhinde düzenlemeler içeren seçim yasasından sonra hemen hemen imkansızdır. Bugün Millet İttifakı ne en az 360 milletvekiline (HDP dahil) ulaşma hedefi ortaya koymaktadır ne de söz konusu seçim yasası değişikliğinin bu seçimde uygulanmasının Anayasa’ya aykırı olduğuna dair herhangi bir tutum geliştirmektedir. Başkalarını bilmeyiz. Ama biz kör de sersem de değiliz. Millet İttifakı’nın parlamenter seçime geçiş takvimindeki “en kısa zaman” aslında “hiçbir zaman”dır.
12 madde ortadadır. Millet İttifakı mevcut başkanlık rejimi çerçevesinde bir “koalisyon protokolü” ortaya koymuştur. Bu protokolde kendi sözlerini de yutmuş ve Cumhurbaşkanının partili olacağını kayda geçirmiştir. Erdoğan’ın üçüncü dönem adaylığının Anayasa’ya aykırı olduğu gerçeği ortada iken Millet İttifakı bunu çoktan sineye çekmiştir. Erdoğan'ın meşruiyetine halel getirmemeye özen göstermektedir. Bir Anayasa değişikliği olacaksa, bu Erdoğan ve AKP ile birlikte yapılacaktır. Sermaye de bunu istemektedir. Örneğin işçi sınıfının kıdem tazminatına saldırdıklarında onlara güçlü bir yürütme gerekmektedir. Sermayenin hiçbir fraksiyonu demokrasi namına istibdadın kendilerine sunduğu bu kazanımdan vazgeçmeyecektir. Emperyalizm de bunu istemektedir. Türkiye’yi emperyalizmin seferlerinde asker yapmak için halkın baskısı altında bir meclisi değil, güçlü yetkilere sahip bir Cumhurbaşkanını ikna etmeyi (gerektiğinde tehdit ve şantajla zorlamayı) tercih edeceklerdir. Millet İttifakı’nın parlamenter sistem vaadi apaçık bir kandırmacadır. Bu yolun sonu AKP ile birlikte istibdad rejimin tadilatı ve istikrara kavuşturulmasıdır. Bu nasıl olur diyene Millet İttifakı’nın imza altına alınmış mutabakat metinlerini ve en son yayınladıkları koalisyon protokolünü gösteriyoruz. Yine de bu gerçeği görmeyene 2015 Haziran seçimlerinden sonra Kılıçdaroğlu ve Davutoğlu’nun AKP-CHP koalisyon görüşmelerini hatırlatırız. O görüşmeler sayesinde Erdoğan seçimi 1 Kasım’da yenilemiş ve kanlı bir sürecin ardından yeniden iktidara tutunmuştur.
Bu gerçekleri hatırlamak ve hatırlatmak, yaşanan sürecin arka planını görmek ve halka göstermek sosyalistlerin görevidir. Çünkü sosyalizm sermaye ve emperyalizmle çıkar birliği yapmayan, düzen siyasetinin içine sığmayan siyasi alternatifi temsil eder. Halkın, hürriyet özlemiyle, istibdad rejiminden kurtulmak ve adeta nefes almak ihtiyacıyla düzen siyasetinin oyunlarını görememesi ya da belki de görmek istememesi, düzen siyasetinin içinden yükselen pis kokulara karşı burnunu tutması ve önünde gördüğü tek gerçekçi seçeneğe umut bağlaması belki anlaşılabilir. Ama gerçeği görmek ve göstermek, hürriyete giden yolu çizmek sosyalistlerin kaçamayacağı bir görevdir.
Düzen siyasetinin matematiğini sınıf siyaseti ile geçersiz kılmak gerekir. Millet İttifakı saflarında “birleşe birleşe kazanacağız” sloganları atılıyor. Güzel! Ama düzen siyasetinin ağa babalarının toplandığı ittifakın emrine girmek midir birleşmek? Fabrikalarda, işyerlerinde ekmek mücadelesinde birlikte mücadele eden işçiler gerçek birliğin ne olduğunu gösteriyor bize. Siyaset yelpazesindeki her partiye oy vermiş olan işçiler ekmek ve hürriyet mücadelesinde birleşiyor. İstibdada karşı soyut demokrasi vaatlerine değil istibdadın grev yasağını grev yaparak yırtan somut mücadeleye yüzümüzü dönmeliyiz. Sermayenin yalanlarını değil işçi sınıfının gerçek mücadelesini büyüterek hürriyete ulaşabiliriz. İstibdadın zincire vurduğu meclise kaç figüran sokacağımızın bir önemi yok. Emekçi halkın mücadelesini işgalle, grevle, direnişle büyüttüğümüzde, ekmek ve hürriyet kavgasını birleştirirsek barajsız, yasaksız, zincirsiz bir Kurucu Meclis’in yolunu açabiliriz. Bu düzen, milletvekili sayarak, AKP ile anlaşarak değil emekçi halkın devrimci iradesiyle değişebilir ancak.
Görev sosyalistlerin omuzlarındadır. Sosyalistler Kılıçdaroğlu ile değil birbirleriyle görüşmelidir. Kılıçdaroğlu’nu destekleyerek düzen siyasetine değil ekmek kavgası veren işçiyle buluşarak sınıf siyasetine yönelmelidir. Sınıf siyaseti bugün sermayeden, emperyalizmden ve devletten bağımsız, işçi sınıfının ve emekçilerin çıkarlarının dolaysız temsilcisi olan bir sosyalist Cumhurbaşkanı adayında cisimleşmelidir!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2022 tarihli 162. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın.