BDP: CHP ile ittifak mı?
BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, bayram tatili sırasında Sosyalist Enternasyonal toplantısı dolayısıyla bulunduğu Paris’te yaptığı açıklama ile yeni bir tartışma açtı. Demirtaş, demecinde, CHP, BDP, ÖDP, EMEP ve başkalarından oluşan bir sol demokrasi cephesinden söz ediyor. Böyle bir cephe oluşursa, bu Kürt hareketinin ve sosyalist solun önemli bir bölümünün Batıcı-laik burjuvaziye İslamcı burjuvazi ile savaşında koltuk değneği olması anlamına gelecektir.
BDP 26 Haziran’da bir cephe kuruluşu hedefiyle sosyalist parti ve grupları Eş Başkanlarının da katıldığı bir toplantıya davet etmişti. Böyle bir cephenin, elbette ayrıntılarında ciddi tartışmalara ihtiyaç olmakla birlikte, bir Üçüncü Cephe’ye çok yakın düştüğü açıktı. Aradan sadece beş ay geçtikten sonra Demirtaş’ın CHP’ye işbirliği öneren açıklaması, bambaşka bir çizginin ifadesi oluyor.
Demirtaş’ın açıklaması elbette BDP’nin organlarında alınan bir kararın ifadesi değildir henüz. Bundan dolayı, CHP’yi kitlelerin gözünde teşhir etmek, iç çelişkilerini ortaya koymak amacını güden bir siyasi manevra olarak da okunabilir. Ama açıklamayı önceleyen ve izleyen bazı gelişmeler durumun bu kadar basit olmadığını düşündürüyor.
- Demirtaş’ın açıklamasını BDP’li milletvekillerinden çok büyük bir heyecanla verilen destek izlemiştir.
- Bu bağlamda Sırrı Sakık, Kürt hareketinin 1995’ten bu yana Emek ve Özgürlük Cephesi hattında solla işbirliği yaptığını hatırlatarak CHP ile kurulacak olası bir blokun bu çerçeveye yerleşeceğini ileri sürmüştür.
- Demirtaş’ın saydığı sosyalist partiler referandumda “boykot cephesi”nden değil, “hayır cephesi”ndendir. Bu da önerinin bir gerçekçilik içinde, yani yapılabilir bir öneri olarak formüle edildiğini düşündürmektedir.
- En önemlisi, İmralı’dan Kılıçdaroğlu ile işbirliği yapılması yönünde işaretler gelmektedir.
Emek ve Özgürlük Cephesi ve CHP
Emek ve Özgürlük Cephesi 1995 ve 2002 seçimlerinde değişik adlar altında Kürt hareketi ile sosyalistler arasında kurulmuş seçim ittifaklarında cisimleşen bir hattır. DİP Girişimi ile öncülleri bu hattı 1994’ten beri savunmuştur. Bu hattın içeriği, özgürlükleri için mücadele eden Kürt halkı ile işçi sınıfı ve emekçiler arasında bir ittifakın kurulmasıdır. Bizim bu yaklaşımı ilk ortaya atarken gerekçemiz, 1994 yerel seçimlerinde Erbakan’ın Refah Partisi büyük bir zafer kazandıktan sonra, Türkiye politikasının İslamcılar ve karşıtları olarak iki gerici güç arasında kutuplaşacağı idi. 2000’li yıllarda Batıcı-laik burjuvazi ile İslamcı burjuvazi arasında yaşanan politik iç savaş, tam da bu tablonun olgunlaşmış biçimidir. Emek ve Özgürlük Cephesi fikri, baştan beri burjuvazinin her iki kanadına ve elbette bu kanatlardan birinin siyasi alandaki temsilcisi olan CHP’ye karşı tanımlanmıştı.
Bu yüzden Emek ve Özgürlük Cephesi fikri, 1991’de SHP ile Kürt hareketinin o zamanki temsilcisi HEP arasında yapılmış olan ittifaktan köklü biçimde farklıdır. Bugün CHP ile yapılacak herhangi bir seçim işbirliğinin tarihsel kökleri ancak o deneyimde yatar. Emek ve Özgürlük Cephesi, aynı zamanda, 2004 yerel seçimlerinde BDP ve bazı sosyalist partilerin Karayalçın önderliğindeki SHP ile yaptığı ittifak ile de karşıt bir yöneliş temsil eder. Nitekim bu ittifakın adı “Emek ve Özgürlük” ya da benzeri bir ad olmamış, “Demokratik Güçbirliği” olmuştur, çünkü SHP emeği burjuvaziye karşı savunamayacak bir burjuva partisidir.
Öyleyse, sonuç açıktır: Kürt hareketinin 1995 ve 2002’de sosyalistlerle kurmuş olduğu seçim ittifakları ile 1991’de ve 2004’te SHP’nin cisimleştirdiği merkez solla kurduğu ittifaklar birbirinin tam karşıtıdır. İlki, Emek ve Özgürlük Cephesi yaklaşımı, en azından içerdiği potansiyel açısından, Kürt halkı ile işçi sınıfı arasında burjuvaziye ve onun bütün siyasi temsilcilerine karşı bir ittifak anlamına gelirken, ikincisi, yani merkez sol ile işbirliği, Kürt hareketinin burjuvazi ile ittifakı anlamını taşır. (2004’te o ittifaka katılan sosyalistler açısından ise sınıf işbirliği demektir.)
CHP ile seçim ittifakı yanlıştır!
Burjuvazinin iç savaşının Kürt hareketi açısından (eğer ciddi bir yükseliş gösterse işçi hareketi açısından da) muazzam bir manevra alanı yarattığını uzun zamandır söylüyoruz. Bu gerçeğin Kürt hareketi de elbette farkındadır. Bu yüzden de önümüzdeki seçimi de kazanarak hükümet kurması büyük bir olasılık olan AKP’ye karşı CHP’yi kullanmaya yönelmesinin politik mantığı kolayca anlaşılabilir.
Ne var ki, burjuvazinin iç savaşından doğan çatlakları kullanmak başka şeydir, bunu yaparken uzun vadede zararlı sonuçlar doğuracak taktikler benimsemek başka. CHP ile seçim işbirliği, BDP’nin uzun vadede Kürt özgürlüğünü kazanması için gerekli olan yaklaşım ile çelişmektedir.
Bunun nedeni, solda bazen söylendiği gibi, Kılıçdaroğlu’nun elinin bağlı olması, gerek Önder Sav ekibinin, gerekse Deniz Baykal ve taraftarlarının CHP’nin BDP ile ittifak yapmasına izin vermeyeceği değildir. Evet, Deniz Baykal şimdiden (hem de çok anlamlı bir tesadüfle Trabzon’dan!) bu tür bir ittifaka karşı çıkmıştır. Evet, CHP’nin meclis grubunun baş sözcüsü Muharrem İnce “BDP varsa ben yokum” demiştir. Ama Baykal ve Sav’ı hatırlatmaya dayanan bu itiraz, sanki Kılıçdaroğlu Baykalcıları ve Önder Sav ekibini (düne kadar yediği içtiği ayrı gitmeyen bu düşman kardeşleri!) yenilgiye uğratsa, o zaman her şey güllük gülistanlık olacakmış anlamına gelir.O zaman da BDP’ye ve “sol demokrasi cephesi”nde yer alacak sosyalistlere oturup büyük bir heyecanla Kılıçdaroğlu’nun rakiplerini temizlemesini beklemek düşer. Bizim itirazımız bu değildir. Bu itirazın sonuçları açısından ciddi bir yanılgıyı temsil ettiğini düşünüyoruz.
Bizim itirazımız Kılıçdaroğlu’nadır! Kolay kolay olacak şey değil ya, CHP bütünüyle Kılıçdaroğlu ekibinin eline geçse, Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin bir yandan Kürt sorununda bazı açılımlar yapsalar, bir yandan da işçi ve emekçilere dönük bir propaganda çizgisi izleseler, hatta çok önemli şeyler vaad etseler dahi, CHP ile ittifak hem Kürt hareketinin, hem de sosyalist hareketin aleyhine olacaktır. Bu yazıda meseleyi Kürt hareketiyle sınırlayalım.
Kılıçdaroğlu CHP’nin başına bir saray darbesi ile İslamcı burjuvaziyi seçim sandığında geriletmek, mümkün olduğu takdirde yenilgiye uğratmak amacıyla getirilmiştir. Saray darbesini kimin yaptığı henüz ortaya çıkmamıştır, ama amaç ortadadır. AKP hükümetini devirmek için Kılıçdaroğlu’nun gerek olursa Kürtlere de, işçilere ve emekçilere de, Alevilere de, öteki ezilenlere de yapmadığı vaad kalmayacaktır. Ama bu vaadleri yapmak başka şeydir, tutmak başka. Kılıçdaroğlu’nun bunları tutmayacağı açıktır. Nedenleri kısaca özetleyelim.
Birinci neden, devamlı hortlatılmaya çalışılan Ecevit imgesi dolayısıyla açıktır. Çok daha elverişli bir dönemde iktidara gelmiş olan Ecevit, başa geçer geçmez bütün vaadlerine sırt çevirmiş, işçilerin ve emkçilerin ekonomik koşullarını düzeltmekten kaçındığı gibi, faşizme ve kontrgerillaya karşı mücadeleden (yani tam da bugün hedeflenen “demokrasi”den) de yan çizmiştir. Bugün dünya ekonomik krizinin orta yerinde, Ortadoğu sarsılırken Kılıçdaroğlu’nun manevra alanı çok daha dardır.
İkincisi, esas amaç AKP’yi devirmek olduğu için, o amaca ulaşılır ulaşılmaz Kılıçdaroğlu’nun Kürt hareketine sırtını dönmeyeceğine güvenmek için bir neden yoktur. Seçime ortak girildiği takdirde, Kürt vekillerin de güçlü biçimde parlamentoda yer alacağı ve olası bir CHP hükümetinin görmezlikten gelemeyeceği bir kuvvet oluşturacağı söylenecektir. Ama bir yandan da olası bir hükümet ortağı olarak MHP vardır. Ayrıca, AKP yenilgiye uğratılırsa, içinde ciddi çatlaklar doğabilir. Buradan da CHP hükümetine destek gelebileceğini hesaba katmak gerekir. (Ecevit’in 1978-79 hükümetini Demirel’in partisinden kopan milletvekilleriyle kurmuş olduğu unutulmasın.) Yani meclisteki Kürt milletvekillerine bu politikanın mutlak bir güvencesi olarak bakmamak gerekir. 1991’de meclise seçilemn vekillerin hem SHP’den, hem de meclisten atılışı ders olmalıdır.
Üçüncüsü, Türkiye burjuvazisinin gerek İslamcı, gerekse Batıcı-laik kanadının Türkiye Kürtlerine gerçek haklar sunmaya hazır ve istekli olduğunu düşünmek için hiçbir neden yoktur. “Açılım” ve bugünkü yeni versiyonu, sadece AKP’nin değil, bir bütün olarak devletin bir politikasıdır, doğru. Ama hedefi, Kürt sorununu değil Kürt hareketini çözmektir. İster AKP eliyle yürütülsün, ister yüzünü Kürtlere dönmüş bir Kılıçdaroğlu tarafından, bu amaç esastır. Bu doğru ise, Kürt hareketinin tam da bu aşamada bağımsızlığını kıskançlıkla koruması, kadrolarının, militanlarının ve halk kitlelerinin saflarında başka siyasi akımlarla arasındaki farkı gözlerden gizleyecek her tür manevradan özenle kaçınması gerekir.
Ama CHP ile işbirliğinin en büyük sorunu başka yerdedir: Kürt halkının talepleri siyasi yoldan elde edilecekse, bu elbette masaya oturmak demektir, pazarlık demektir, müzakere demektir. Ama masaya müzakere için oturmak başkadır, ittifak başkadır. Masaya karşıtlarla oturulur. İttifak yandaşlarla yapılır. Kürt halkının ve hareketinin yandaşları sosyalistlerdir, büyük Tekel eyleminde kanıtlandığı gibi mücadeleye girmiş işçi sınıfıdır. Kürt halkını gerçek müttefiklerden koparacak, Kürt hareketini emperyalizmin ve Batıcı-laik burjuvazinin izleyeceği politikalara ortak edecek bir hat, Kürt halkının da aleyhine çalışacaktır.
Önümüzdeki seçimlerde sol için de Kürt hareketi için de doğru hat, burjuvazinin iki cephesinin karşısında bir Üçüncü Cephe’nin kurulmasının ilk adımı olacak bir Emek ve Özgürlük blokunun inşasıdır. CHP’nin bu blokta yeri yoktur, çünkü CHP emeğin değil, Batıcı-laik burjuvazinin partisidir.