Başyazı: Depremin enkazından canları, sistemin enkazından halkları, emeğin gücü çıkaracak!

Kahramanmaraş

Kahramanmaraş merkezli iki büyük deprem, Hatay, Gaziantep, Adıyaman, Malatya, Adana, Diyarbakır, Şanlıurfa, Osmaniye ve Kilis’te, Suriye’de ise İdlib, Halep, Afrin, Cerablus’ta binlerce insanımızın canını aldı. Sarsıntı bir tarafta Ankara’ya diğer tarafta Bağdat’a, Filistin’e, hatta Mısır’a kadar hissedildi. Deprem çok büyüktü. Acı da öyle. Ve bu acının içinden çıkan ve giderek büyüyen dayanışma da öyle… İçinde yaşadığımız bencillik çağına isyan edercesine emekçi halktan insanlar dayanışmaya koştular.

Doktorundan hemşiresine sağlık emekçileri; “nereye giderlerse gitsinler” diye azarlananlar, “sen benim kim olduğumu biliyor musun” diyen kendini bilmezlerin şiddetine uğrayanlar, “hakkı ödenmez” denip hakları ödenmeyenler bölgeye yardıma koşmak için bir an duraksamadılar. Göçük nedir en iyi bilen, felaketlerin, katliamların acılarını ve deneyimlerini kuşaktan kuşağa biriktiren maden işçileri Zonguldak’tan, Soma’dan, Bartın’dan yine yollara döküldüler. Grevleri yasaklandığında istibdadın karşısında yumruğunu sıkan işçiler, fabrikalarına çağırdıkları kan verme araçlarının önünde sıra olup yumruklarını kan vermek için sıktılar. Eğitim emekçileri, belediye emekçileri herkes seferber oldu.

İşçi sınıfımız ve emekçi halkımız elinden geldiğince ve tüm örgütleriyle dayanışmayı yükseltti. Ama şu bir gerçek ki bu kadar büyük bir felaketle baş edebilmek, canları kurtarmak, yaraları sarmak, kalanları yaşatmak için ne sendika ne dernek ne de başka bir örgütlenme yeterli, bunu başarmak için devlet olarak örgütlenmek gerekli. Ve bugün, devlet olarak örgütlenmiş olan sınıf, işçiler, emekçiler, yoksul köylü, esnaf yani emekçi halk değil burjuvazi! O burjuva sınıfı ki çimentocu, inşaatçı, demirci, vinç, iş makinesi üretici üyeleri korkunç depremin sabahında açılan borsada tavan yapan hisseleriyle dakikalar içinde milyonlar kazandı. Savaş çıkınca kâr eden silah ve petrol tüccarları, pandemide köşeyi dönen sağlık simsarları gibi… Şimdi onlar çelik konstrüksiyon villalarında kârlarından ayırdıklarıyla depremzedeler için hayır işlemek ve bunun en iyi şekilde reklamını yapmak üzere plan yapıyorlar.

Burjuvanın siyaseti de kendi gibi… Deprem sarstı, sistem yıktı. Depremin olacağı belliydi. Büyük olacağı da… Bilim insanları söyledi, uyardı. Seslerini duyması gerekenlere duyuramadılar. Daha doğrusu duyurdular ama ötekiler özel çıkarlara hizmet ettiğinden dinlemedi. Müteahhitler dara düştüğünde bir gecede kredi kampanyaları açanlar, bir kalem oynatmayla milyarlık rant alanları açanlar, patronlar dara düştüğünde bir gecede milyarlarca vergi borcunu silenler 17 Ağustos 1999 Marmara depreminden beri yapılan uyarılara kulak asmadılar. 2003 Bingöl; 2011 Van; 2020 Elazığ ve İzmir depremlerinden ders çıkarmadılar. Çeyrek yüzyılı burjuvazinin çıkarları için bozuk para gibi harcadılar.

1999 depreminin ardından devlet ne yaptı? Deprem vergileri geldi. 10 yıl sonra bu vergilerin akıbeti sorulunca dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, deprem vergisi adı altında toplanan 44 milyar liranın otoyol, havalimanı vb. yapımına harcandığını açıklamıştı. Ondan önce yine Maliye Bakanı olan Kemal Unakıtan da “zaten onlar deprem vergisi değildi, öyle olsa depremzedeye harcardık” demişti. Deprem vergileri 2002 yılında ÖTV adı altında birleştirilip kalıcılaştırıldı. Bugün ÖTV ile bütçeye sağlanan yıllık 500 milyar liraya ulaşan gelir hiçbir zaman depreme hazırlık için harcanmadı.

Gerçekten birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz günün sabahında devletin başında olan, millete liderlik etmesi umulan kişi milleti böldü parçaladı. Sırf muhalif diye Adana, Hatay, Mersin belediyelerini ayırdı. Diğer illerin belediye başkanlarını telefonla arayıp bu illerin sadece valileriyle görüştü. Bu insanın taraftarları onu dünya lideri diye takdim ediyor. Ama o bu deprem gününde bile milletin derdiyle değil burjuva siyasetinin meseleleriyle dertlendi. Diğer tarafta, burjuva siyasetinin muhalefet kanadından Akşener çıkıp, bugün devletin sesini duymak gerek dedi. Milyonların devlete sesini duyuramadığı, depremin vurduğu şehir merkezlerine bile devletin gidemediği bir günde söyledi hem de bunu.

İyi ki halk harekete geçmek ve dayanışmayı yükseltmek için ne bu siyaseti dinledi ne de devleti bekledi. Şimdi bir kez daha en dar günde, en büyük felaketlerden birinin ortasında milletin bağrından işçi sınıfının ve emekçi halkın dayanışması yükseliyor. Ve milletin bu karanlıktan çıkmak, aydınlığa ulaşmak için etrafında birleşeceği ve takip edeceği gerçek liderlik yani işçi sınıfı kendini gösteriyor. Şimdi birlik ve dayanışma zamanı. İşçi sınıfının etrafında birleşme zamanı. Çünkü depremin enkazından canlarımızı, kapitalist düzenin enkazından halklarımızı emeğin gücüyle çıkarabiliriz.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2023 tarihli 161. sayısında yayınlanmıştır.