Alevi ile Mağribî
2 Temmuz, 1993 yılında Sivas’ta çoğu Alevi 35 canın Madımak otelinde mezhepçi ve faşist motivasyonla gözü dönmüş bir güruh tarafından yakılarak katledilmesinin 30. yıldönümüydü. 4 Temmuz ise 28 Mayıs 1980’de başlayarak 10 Temmuz’a kadar devam eden Çorum katliamı boyunca yaşanan olayların doruk noktasına çıktığı gün. Yaklaşık 1,5 ay süren Çorum katliamında 57 kişi yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı. Devletlû bir katliam olarak Sivas katliamı, toplumun sınıf temeli yerine şeriatçılar ve laikler şeklinde kutuplaşmasına hizmet etmek amacıyla kışkırtılmıştır. Kendisinden iki yıl önce yaşanan Maraş katliamı ile birlikte Çorum katliamı da 12 Eylül darbesine giden yolda, yine devletin gözetiminde, adeta bir askeri darbeyi çağırmak ve meşrulaştırmak amacıyla kışkırtılan, göz yumulan bir katliamdır.
60’lı yılların ortalarından itibaren yükselen işçi hareketi kendisini, inişli çıkışlı bir seyrin ardından 80’li yıllara doğru Tariş işçilerinin sınıf mücadelesi tarihine damga vuran fabrika işgali, Yeni Çeltek maden işçilerinin direnişi ve maden işgali gibi örnekler yaratarak yeniden büyük bir dalga olarak göstermeye başlamıştı. 12 Eylül askeri darbesi de bu dalganın daha da büyümesine izin vermemek, işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlerini ezmek amacıyla gerçekleştirildi. İşçi sınıfı işgal, grev, direnişle güçlerini birleştirirken, sınıfı bölmek ve hareketi en azından uzun bir süreliğine bastırmak için mezhepçilik kartı çekilmiş, Alevi toplumu hedef alınmıştı.
Düzen siyaseti bugün de farklı değil. O nedenle 45 yıl önce Maraş’ta, sonrasında Çorum’da, 30 yıl önce Sivas’ta olduğu gibi bugün de Alevi halkı nefsi müdafaa içinde yaşıyor. Nasıl olmasın? Sivas’ın 30. yıldönümü nedeniyle yayınladığımız parti bildirisinde yazdık: “Bugün siyasal İslamcı ve faşist gelenekten gelen partiler mecliste Anayasa değiştirecek çoğunluğa geldiler. Bu çoğunluk içinde sadece AKP’liler, MHP’liler, domuz bağcı Hizbullahçılar yok! Katliamın olduğu dönemde Sivas Belediye Başkanı olan ve katliamcı güruha “gazanız mübarek olsun” diyen Temel Karamollaoğlu’lar, bin operasyoncu Mehmet Ağar’ın İçişleri Bakanlığı’ndaki halefi Meral Akşener’ler, DAİŞ çetelerini dahi “öfkeli çocuklar” diye meşru görecek kadar mezhepçilikte ileri giden Davutoğlu’lar da var!” Sadece bu da değil. Bu zamana kadar yaşanan katliamların gerçek sorumluları yargılanmadığı, failler cezasız kaldığı ya da göstermelik cezalarla adeta cesaretlendirildiği, davalar zaman aşımına uğradığı sürece başka türlüsü mümkün değil. Bugün seçim kavgası bitti, sınıf kavgası daha da kızışacak. Dün hangi partiye oy vermiş olursa olsun, işçiler emekçiler sınıf kavgasında birleştiğinde düzen siyaseti yine mezhepçiliği, ırkçılığı körükleyip kardeş kavgasını kışkırtmaya çalışacak. Buna izin vermemek için ayrı gayrı demeden sınıf kavgasında birleşmek, sınıf siyasetini yükseltmek gerek.
Bugün yüzümüzü biraz batıya çevirip baktığımızda başka bir yangın yerini, Fransa’yı görüyoruz. Fransa’nın yoksul mahalleleri ayakta, sokaklar öfke ile dolup taşıyor. Çünkü Kuzey Afrika kökenli 17 yaşındaki Nail, bir emekçi mahallesinde polisler tarafından sokak ortasında vurularak öldürüldü. Siyahi Afrikalıların, Mağribîlerin Fransa’da polis şiddetine maruz kalması neredeyse her gün yaşanan bir durum. Üstelik daha önce işlenen cinayetlerin faili polisler de cezasız bırakıldı. Onlar da Fransa’nın nefsi müdafaa altında hissedenleri! Buradakine benzer şekilde, onlar öfkeyle ayağa kalktığında yatıştırmak için, laf olsun diye cinayeti kınayan Fransa Cumhurbaşkanı, sonrasında eylemleri hedef almaktan, şiddetle bastırmaktan da geri durmuyor. Çünkü Fransa yıllardır durulmuyor. Bir banliyö denilen yoksul mahalleleri ayağa kalkıyor, bir sarı yelekliler caddeleri zapt ediyor, bir reform adı altında emeklilik hakkının tırpanlanmasına karşı sendikaları ile işçiler, geleceğin işçisi gençler grevlerle eylemlerle ülkeyi sarsıyor. Bu mücadeleler birleşse, devrimci bir siyasi önderlikle buluşsa sadece Fransa’nın değil, koca bir kıtanın kaderini değiştirecek bir yol açılabilir. Dün burada Çorum katliamını kışkırtıp bilinçli şekilde müdahale etmeyerek 12 Eylül’ün yolunu döşediler, bugün Fransa’da eylemlerin daha da büyümesini ve işçi sınıfının geniş kesimlerine sıçrayarak farklı bir evreye geçmesini engellemek için olağanüstü hâl ilan etmeye hazırlanıyorlar.
Dün de bugün de, Türkiye’de ya da başka bir ülkede, saflar özünde değişmiyor. Bir tarafta işçi sınıfı, emekçi halk ve bu düzende nefsi müdafaa altında yaşayanlar, diğer tarafta mezhepçiliği, ırkçılığı, göçmen karşıtlığını körükleyerek onları nefsi müdafaa altında yaşamak zorunda bırakanlar, işçi sınıfı ve emekçi halkı bölmeye çalışanlar. Dün Alevi’ye sonra işçiye sonra yine Kürde ya da dün siyah Afrikalı’ya sonra Fransız işçisine sonra Mağribî’ye. O zaman dini dili mezhebi ne olursa olsun, dünyanın neresinde olursak olalım, safımızı bilelim, safları sıklaştıralım.