Emperyalizmin himayesinde barbarlık
Libya’nın yeni yöneticilerinin Muammer Kaddafi’ye, oğluna ve bakanına reva gördükleri muamele, insanlığın barbarlık yolunda hızla ne kadar mesafe katedebileceğini gözler önüne serdi. Mesele sadece Kaddafi’nin sağ yakalanmasından kısa süre sonra yargısız infaza maruz bıraklıması değil. O yeterince ciddi. Libya’da bir savaş yaşanıyordu. Savaş esirlerinin canı onları esir alan güce emanettir. Savaş esirini öldürmek açık bir savaş suçudur.
Mesele sadece Kaddafi’nin ölüsünün, düşmanlarının dizlerinin dibinde çekilmiş kanlar içindeki fotoğraflarının bütün dünyanın gözüne gözüne sokulması değil. O da yeterince ciddi. “Uygar”, Batı demokrasisinin “beşiği” Britanya’nın The Sun gazetesi, artık ünlenmiş olan o fotoğrafı birinci sayfasından kullanıp “bu da Lockerbie için” mealinde bir başlık atmış. Habertürk’ün birinci sayfasında bıçaklanmış bir kadının fotoğrafının ne kadar tepki aldığını hatırlayın. Ne kadar beyaz Türk olursanız olun, belki gelecek defa Batı’yı yüceltip “biz ilkeliz” demeden bir kez daha düşünürsünüz.
Ama çok daha önemlisi, Kaddafi’nin cesedinin (diğer iki cesetle birlikte) dört gün boyunca Misurata kentinde bir eski et deposunda yere atılarak yarı çıplak sergilenmesi ve binlerce Libyalı’nın o günler boyunca gelip Kaddafi’nin ölüsünü seyretmesi. Ceset dört gün boyunca öylesine çürüyor ve bozuluyor ki sonunda kaldırmak ve gömmek zorunda kalıyorlar.
Gömüyorlar da nereye, nasıl gömüyorlar? Bilinmedik bir yere. Gerekçe? Birileri mezara zarara verirmiş! Buna çok inanmazsanız, bir başka gerekçe daha var: Halkın bir bölümünün Kaddafi’ye evliya muamelesi yapması ihtimali. Bu tabii çok daha ikna edici. Bu Kaddafi’nin de elbette bir seveni vardı ki aylardır onun rejimi adına çarpışıyorlar.
Neden cesedin çürümüş bir halde halka sergilenmesini ve bir ölünün mezarının gizlenmesini yargısız infazdan daha önemli sayıyoruz? Cevap açık elbette: Uygarlaşmış insanlık dünyanın bütün coğrafyalarında ölülerini şu ya da bu yöntemle (gömme, yakma, denize atma vb.) yaşayanlardan uzak tutma geleneklerini on binlerce yıl önce, en başta cesetlerin açıkta kalmasının sağlığa zararlı olması dolayısıyla benimsemiş. Aynı zamanda, ölünün yakınlarının büyük acısı, ölünün dostuna düşmanına ölüye saygı gösterilmesini telkin etmiş. Müslümanlığa gelince, ölümden sonra cesedin mümkün olduğunca çabuk gömülmesi her coğrafyada çok özenle uygulanan bir kural. İşte bir ölünün çürüyen cesedinin günler boyunca üstü açık sergilenmesi, bu yüzden barbarlığa, yani uygarlık öncesine bu kadar yakın. Bu yüzden yargısız infazdan dahi vahim.
Ama sadece bundan dolayı da değil. Çok daha önemli olanı şu: Yargısız infaz, Kaddafi’nin düşmanı askerlerce anında, oracıkta, halk bir öfke seline kapılmış iken yapıldı. O an, Kaddafi düşmanı savaşçılardan tek biri silahın tetiğine dokunur dokunmaz Kaddafi ölecekti. Yani savaşan bir gücün ne tür insanlardan oluştuğuna ilişkin küçük bir karine oluştursa da, bu eylem kendi başına Libya’da yeni kurulmakta olan siyasi rejim hakkında olsa olsa sadece bir ipucu verebilir bize. Çok aşırıya götürürseniz, Kaddafi’nin yakalandığı yerde infaz edilmesinin intikam hırsıyla yanan bir bireyin ya da bir grup başı bozuk askerin sorumluluğundan öte bir şey ifade etmeyeceğini bile iddia edebilirsiniz.
Ama cesedin dört gün boyunca yarı çıplak sergilenmesi, ne öfkeye kapılmış bir bireyin ne başı bozuk bir askeri birliğin eseri. Libya’nın yeni hükümetinin yönetiminde uygulanan bir barbarlık! Yeni Libya hükümeti Kaddafi’nin cesedini sergilemekle kalmıyor, geçici başbakan Mahmud Cibril özel olarak Misurata’ya gidiyor ve Kaddafi’nin ölüsüne kendisi de seyirlik bir eğlence muamelesi yapıyor! İşte bu, Libya’da yaşanan ayaklanma ve savaşın sonunda kurulmakta olan rejimin gerçek karakterini ortaya koyuyor.
Oldu olacak, adamın başını kesip bir mızrağa saplasaydınız, sokak sokak dolaştırsaydınız! Misurata sokakları da yetmez, Trablus ve Bingazi halkını da mahrum bırakmasaydınız!
Büyük Arap avı!
Emperyalistlere gelince. Onlar Kaddafi’ye reva görülen muamele karşısında kuzu postuna bürünmeye kalkıştılar önce. Ahlâki isyan ifade ettiler. Yargısız infaz yapılmış mıydı? Bunun soruşturulması gerekiyordu. Ölünün o tür fotoğraflarının yayınlanması doğru değildi. Falan filan.
Bunlar gösteri. İşin hakiki yanı bambaşkadır. “Hür dünyanın lideri” ABD, son beş yıl içinde kendisine (ve İsrail’e) tehdit olarak gördüğü Arapları sinek gibi avlamayı bir alışkanlık haline getirmiştir. Saddam Hüseyin bir savaş esiri olduğu halde işgal altındaki bir ülkenin sözde bağımsız mahkemesi tarafından adaletle adeta alay edilerek idam edilmiştir. Usame bin Ladin söz konusu olduğunda Saddam’ın katledilmesinde benimsenen kurnaz yöntemlere bile başvurulmamış, silahsız bir adam, eşinin kendisine siper olmaya çalıştığı evinde, soğukkanlı biçimde katledilmiştir. Bu da yetmemiş, sadece birkaç ay sonra El Kaide’nin Yemen’deki önemli bir önderi Enver el Evlaki bir havasız insan aracı kullanılarak, yardımcılarıyla birlikte vurulmuş ve öldürülmüştür.
Bin Ladin’in öldürülmesi o kadar açık biçimde yargısız infazdır ki, bütün dünya, liberallerin kahramanı “ilerici” Barack Obama’nın “vur” emrini vermesini tartışmıştır. Ama emperyalist dünyanın yönetici dorukları ABD’nin bu eylemini sevinçle selamlayınca, ABD yönetimi de yeni yargısız infazlara girişmeye cesaret edebilmiştir. El Evlaki vakası hukuki açıdan iki ilave sorun içeriyor. Birincisi, el Evlaki ABD vatandaşıdır. Bir devletin kendi vatandaşını çatışma anı dışında yargılamadan öldürmeye karar vermesi, ABD’de hukukun tatil edilmesinden başka hiçbir anlama gelmez. İkincisi, el Evlaki’nin hangi özellikleri katlini vacip kılıyor olursa olsun, yanındaki yardımcılarının sorgusuz sualsiz öldürülmesi düpedüz devlet eliyle cinayettir.
İşte, gerek Kaddafi’yi yakalayıp sonra yargısız infaz eden başı bozuk takımı, gerekse cesedini insanlık dışı bir güç gösterisiyle günlerce yerlerde yarı çıplak sergileyen yeni rejim, dünyanın “uygarlık” merkezi olduğunu sabah akşam tekrar eden ABD emperyalizminin ve onun bu eylemlerini onaylayan öteki emperyalist devletlerin bu vahşetinden cüret kazanmakta, hatta böyle işler yapma konusunda teşvik hissetmektedirler.
Bunun sağlamasını yapmanın bir yolu var. Sırf taraftarları gelecekte mezarını bir hac yerine çevirmesin diye Kaddafi’nin bilinmeyen bir yere gömülmesi orijinal bir fikir midir yoksa esinlenebileceği bir öncül var mıdır? Çok geriye gitmek gerekir mi? Kaddafi çölde bilinmeyen bir yere gömülmeden sadece aylarca önce Usame bin Ladin’in cesedi Hint Okyanus’unda balıklara yem yapılmamış mıydı? Emperyalizm bin Ladin’e yapar da gerici yeni Libya rejimi Kaddafi’ye yapmaz mı?
Kısacası, emperyalizmin son dönemdeki uygulamaları Arap ülkelerindeki gericilerin önünü açıyor. Emperyalizm en azından bunun için sorumludur Kaddafi’ye uygulanan barbarlıktan. Ama daha da önemlisi, Kaddafi’nin çürüyen cesedi dört gün boyunca sergilenirken Libya’nın yeni rejimini uyarmayan, sessiz kalarak bu barbarlığa örtülü destek veren “Batı demokrasileri”dir, o pek sevilen terimle “uluslararası toplum”dur. Bugün artık hiçbir emperyalist merkez, bırakın yargısız infazı, Kaddafi’nin cesedine yapılan insanlık dışı muamele konusunda dahi ağzını açacak durumda değil. Çünkü olay yaşanırken müdahale bile etmediler.
Olan bitenin ciddiyetini anlamak için şöyle bir durum hayal edin. Bir an Kaddafi’nin cesedine yapılan muamelenin İran rejimi veya Kuzey Kore rejimi tarafından bir muhalif lidere uygulandığını düşünün. Bunun “uluslararası toplum”da ne tepkiler yaratacağını, Batı’nın ve Batı yanlısı ülkelerin basınında nasıl yer alacağını hayal bile etmek zor. Daha eğlenceli bir şey düşünelim. Kaddafi’ye yapılanları geçmişte Kaddafi başkalarına yapsaydı, bütün Batılı devlet adamları ve kadınları gözlerini yumup ağızlarını açar, ona ne dersler verirlerdi! Kimse bu barbarlık karşısında Obama’dan, Merkel’den, Sarkozy’den tek kelime duydu mu?
Emperyalizm sağa sola ahlâk ve uygarlık dersi vermeye pek hazırdır. Ama artık gözlerden saklanamayan bir şey var: Ahlâk ve uygarlık düşmanları emperyalizmin saflarındadır.
Sorumlu Arap devrimi mi?
Bu dehşet verici öykünün bir de yan etkisi oldu. Tunus’tan başlayıp Mısır’la devam eden, Bahreyn ve Yemen’den Suriye’ye uzanan büyük kitle ayaklanmalarını “Amerika’nın Ortadoğu’yu yeniden dizeyn etmesi” olarak aşağılamaya çalışanlar burada Arap devriminin olumsuz karakterinin bir kanıtını buldular. Bugüne kadar öyle düşünmeyen bazıları bile, bu olay üzerine “ne baharı?” demeye yöneldiler.
Olayları bağlamının dışına çıkarmak kimseye yaramaz. Her devrim aynı zamanda kendi içinde bazı coğrafyalarda karşı devrimci ayaklanmalar içerir. Fransız devriminde Vendée bölgesi, 1793’ten 1796’ya, hatta 1799’a kadar, sadece asilleriyle ruhbanıyla değil, yoksul köylüleriyle birlikte karşı devrimci bir ayaklanma düzenliyordu. Bütün bir bölgenin halkı devrime karşı ayaklanıyordu. Rus devriminde ülkenin bazı bölgeleri Beyaz Ordu güçlerine bütün kitlenin katılımıyla destek vermiştir. Bunlar tek tek ülkeler. Arap devrimi ise uluslararası coğrafyada yaşanan bir deneyim. Eğer tek bir ülkenin sınırları içinde devrimler coğrafi olarak lokalize olmuş karşı devrimler ile iç içe gelişebiliyorsa, uluslararası planda bu haydi haydi beklenebilir bir şey değil midir?
Biz Tunus ve Mısır’da yaşananların birer devrim olduğunu en baştan beri savunuyoruz. Ama Libya’da yaşananın o ülkelerdekinden farklı bir şey olduğunu, bir devrim olmadığını, kabileler arası ve coğrafi temellerde ortaya çıkan hâkim sınıflar içi bir dizi çelişkinin, halk kitlelerinin de katılımıyla hesabının görülmesi olduğunu söylemek için emperyalizmin eski muhalefetin, yani bugünkü rejim güçlerinin yanında savaşa girmesini beklemedik. Olaylar başladığından birkaç gün sonra gayet açık bir ifade ile yazdık. Dileyen google’da bulur yazılarımızı.
Libya ayaklanması Arap devriminin Vendée’sidir. Kaddafi devrimci olduğu için ve ona karşı yapıldığı için değil. Hayır, Kaddafi ilerici bile değildi. Aynen Saddam ve bin Ladin gibi. Libya ayaklanmasını karşı devrimci olarak niteliyorsak bu, söz konusu ayaklanmanın Arap devriminin düşmanı karşı devrim cephesine asker yazıldığı içindir. Emperyalizm de onu bu nedenle desteklemiştir. Emperyalizmin amacı, Tunus ile Mısır’ın arasına, Arap devriminin bağrına bir kama sokmaktır. Bunda da şimdilik başarıya ulaşmıştır. Yarın Mısır’da ya da Tunus’ta devrimin temposu yeniden yükselirse, Libya karşı devrimin bir üssü olarak iş görecektir.
Kimse elmalarla armutları birbirine karıştırıp karşı devrimin yarattığı pisliği devrimin üzerine atmaya kalkışmasın. Kimse, Arap devrimini emperyalizmin ve himayesindeki karşı devrimcilerin barbarlığı yüzünden kınamaya kalkışmasın.
Bu yazı 29 Ekim 2011 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.