İran’da sözde döviz krizi
Çarşamba günü Tahran Bazarı'nda (çarşısında) başlayan bir eylem aylardır süren bir krizin patlama anıydı. Döviz krizi olarak anılan bu süreç aslında 2011 yılının son aylarında ortaya çıkmıştı. Bu süreçle beraber İran'ın para birimi olan riyal her gün yabancı paralara karşı değer kaybetmeye başladı. Bu değer kaybı öyle bir hale geldi ki son aylarda neredeyse döviz bürolarında her saniye farklı bir döviz değeriyle para değişimi yapılıyordu, daha doğrusu yapılamıyordu. Bu kriz geçen hafta hükümetin müdahalesi ile sözde son bulacaktı ama bir hafta içinde riyal uzun yıllar boyunca hiç görülmemiş değer kaybıyla karşılaştı. Geçen hafta cuma günü İran'da piyasanın kapanışında bir haftada riyal için yüzde 25 değer kaybı kaydedilmişti ve böylelikle riyal 10 ay içinde toplam yüzde 80 bir değer kaybına uğramış oldu.
Bu değer kaybı için son aylarda çeşitli spekülasyonlar ortaya atıldı. Neoliberal muhafazakâr hükümetin başında olan Ahmedinejad ve tayfası krizi batı işbirlikçisi döviz mafyasına bağladı. Meclisteki geleneksel muhafazakârlarsa Ahmedinejad ve hükümetini sorumlu tuttular. Muhalefete göre Hükümet her zamanki gibi suçu başkalarına atarak çözüm üretmekten kaçıyor. Karşılıklı suçlamalar gerçekleşse de krizin maddi kaynağı ile ilgili nedense hiç açıklama gelmedi. 2009 ayaklanmalarından sonra güç paylaşımının dışında bırakılan reformist muhalefet ise batı ile aynı ağızdan bu krizin ambargoların sonucu olarak ortaya çıktığını iddia edip ambargoların başarılı olduğunu söyledi. Ama acaba bu krizin gerçek kaynağı ne?
İlk önce bu krizin kaynağı geçen bir yılda değil belki geçen 10 yıl içinde bulunmaktadır. 2000 sonrası petrol fiyatlarının neredeyse düzenli bir şekilde yükselmesi İran'a büyük bir gelir kaynağı sağlamıştı. Resmi verilere dayanarak ileri sürülen iddialara göre, ülkenin Ahmedinejad dönemindeki petrol geliri yani geçen 7 yıldaki gelir, İran tarihinin tüm petrol gelirine denk. Peki, bu gelir nasıl harcandı?
Bu gelirin bir kısmı ithalat için harcansa da büyük bir kısmı krediler, devlet yardımı ve benzeri isimler altında piyasaya sürüldü. Öyle ki Ahmedinejad'ın ilk dönemi bittiğinde piyasadaki para arzı daha önceki yılların üç katına çıkmıştı; şu anda ise beş katı olduğu iddia ediliyor. Bunun ilk direkt sonucu enflasyon olsa da bunun yanı sıra başka sorunlar da doğuruyor. Bu para için güvenilir yatırım alanı arayan para sahipleri daha önce arsa ve konuta yatırırken o alanda ortaya çıkan bunalımdan dolayı altın ve dövize, özellikle dolara yöneldiler. Doğal olarak da döviz fiyatları bu talep karşısında artmaya başladı.
Riyalın değer kaybında, para arzının artışı yegâne sebep değil, burada döviz kaynağını elinde bulunduran devlet de piyasaya müdahale etmiyor. Devlet ambargolara rağmen daha önce sattığı petrolün yüzde 60'ını hâlâ satabiliyor ve bankalar üzerinden döviz aktarımı yapma sıkıntıları yaşasa da elde ettiği dövizle piyasaya müdahale etme olanağına hala sahip, ama dövizin değerinin yükselmesine göz yumuyor. Sebep ise Ahmedinejad ve çevresinin ekonomik politikalarında bulunuyor. Çok eskiye gitmeden, İMF'nin 2008 İran raporuna bir göz atalım. Enerji alanındaki sübvansiyonların kaldırılmasının devamını öneren rapor, bir taraftan da özel girişimciyi desteklemek için riyalın dövize karşı daha düşük bir değer alması gerektiğini de söylüyor. Bunu üzerine, piyasadaki dövizin büyük ölçekte kaynağı olan devlet kendi verdiği dövizin fiyatını sabitlerken serbest piyasayı döviz için değer belirlemekte daha rahat bıraktı. Böylelikle 1979 devriminden sonra, İran-Irak savaşı ile başlayan, resmi kur ile piyasa kuru olarak farklılaşan döviz piyasası üçüncü kez çok daha net bir ayrım kazandı. Bu plan İMF raporunda olduğu gibi orta vadeli bir süreç olacaktı. Daha sonraki raporlarında İran'ın sübvansiyonların kaldırılmasında izlediği yolu başarılı bulan İMF, toplumun düşük gelire sahip olan katmanlarına da mali yardımda bulunması gerektiğini söylüyor. Raporda açıkça belirtilmemişse da, orta vadede bile bu kadar ağır bir yükü kaldıramayan emekçi sınıfın olası isyanına karşı verilen bu desteğin önemli olduğu söyleniyor, hatta yüksek bir enflasyona sebep olsa da.
Kendini çok bağımsız (siyasi-iktisadi) politikalar yürüten bir devlet olarak gösteren İran aslında tam bir İMF izleyicisi. 1990'ların başından itibaren özelleştirmeleri İMF reçeteleriyle başlatanların devamcısı olan Ahmedinejad hükümeti şu an neoliberal dönüşümü daha hızlı ve daha etkili uyguluyor. Emekçi halk, ücretinde bir değişiklik görmezken artan fiyatların faturasını ödüyor; sermaye sahipleri ise açılmış sofradan payını alıyorlar. Tabii bu politikaların faturası sadece halka değil uzun vadede devlete de kesilecektir, ama bu iktisadi değil siyasi olacaktır.
Ahmedinejad dönemindeki petrol gelirinin büyük bir kısmı buğday, pirinç, şeker ve et gibi temel ihtiyaçlara harcandı. Sınırsız ithalat bir taraftan piyasayı daha ucuz ürünlerle doldurup ülkede bolluk imajı yaratsa da, yerli üretime özellikle tarıma kolay kolay altından kalkamayacağı darbeyi vurdu. İthal malla rekabet edemeyen yerli küçük üreticiler büyük ölçekte zararda boğulurken ithalat işini yapanlarsa farklı döviz fiyatlarından sonuna kadar yararlandılar. Yani dövizin değer farkından ortaya çıkan rant kaynağından hükümet yakınları ve belli sermaye çevreleri paylarını aldılar. Bu pay alan çevrelere, adeta İran’ın en büyük holdingi haline gelmiş Sepah (devrim muhafızları) da dâhil. Ahmedinejad ve tayfası Sepah'ın geleneksel muhafazakârlara yakın kesimleri ile ara sıra sorun yaşasa da ekonomik alanda çok farklı görüşleri yok. Hükümet bazen Sepah'ın pervasızca yürüttüğü bağımsız ekonomik politikalardan yakınsa da (mesela ithalat konusunda Sepah neredeyse kendi gümrüklerini kurmuş durumda) genel olarak özelleştirmeler dâhil devletin iktisadi reformlarından en çok payı devrim muhafızlarına vermekte. Böylece hükümet olası her hangi bir krize karşı sırtını sağlama almış oluyor.
İMF raporunda da belirtildiği gibi bu sözde ekonomik reformlar toplumsal gerilimlere sebep olacaktı. Nasıl ki 3 Eylül'de Tahran Bazarı'ndaki esnaf ve halkın itirazları bir anda dikkatleri İran'ın üzerine çekti. Meşhed (Mashhad) şehrinde de küçük çapta halkın protestoları oldu ama daha büyük protestolar halkın temel ihtiyaçlarındaki fiyat patlamaları ile ortaya çıkacaktır. Son zamanlardaki İran ve ABD arasındaki ambargo mücadelesinde kendini sağlama almak için daha az döviz kullanan devlet temel ihtiyaçları giderebilmek için iç üretime de güvenemeyecektir. Ekonomide reform adına neredeyse tarımı yok eden hükümet çok daha önemli bir gıda krizi ile karşılaşabilir. Böyle bir krizin sonunda da kitlelerin geniş ayaklanmaları yatıyor. Belki bu korkudan olsa gerek ki Tahran Bazarı eyleminden hemen sonra ABD dışişleri bakanı Clinton, İranlı yetkililere nükleer görüşmelerindeki herhangi bir anlaşmanın hızlı bir şekilde ambargoların kaldırılmasına yansıyacağı mesajını verdi. Ne kadar sorun yaşasalar da ABD, dünya ekonomisiyle bütünleşmek için gereken reformları yapan İran gibi bir devleti kolay kolay ülkenin iç dinamiklerinin kararına bırakmayacaktır.
Bir yandan doğrudan veya dolaylı savaş tehditleri savuran emperyalizm diğer yandan da olası kitlesel ayaklanmalara karşı İran devleti ile hızlı anlaşmaya girme sinyalleri veriyor. Bu durumda emperyalist güçlerin İran'la anlaşamadıkları zaman gerçekleştireceği her hangi bir saldırı aslında muhtemel halk ayaklanmasına karşı bir alternatif yol sunmak olacaktır. 2009 ayaklanmalarından sonra İran'da güçlü siyasal müttefik de bulan emperyalizm Mısır ve Tunus devrimlerinden sonraki tecrübelerine dayanarak daha kontrollü bir geçiş için önceden alternatiflerle anlaşarak yol haritası çizecektir.
Devlet, İMF önderliğindeki reformlarını sözde emekçi halkın dostu Ahmedinejad eliyle şimdiye kadar başarılı bir şekilde ilerletti. Bazar’ı sıkıntıya sokan reformlar doğal olarak onların temsilcisi olan geleneksel muhafazakârlara yansıyıp onların itirazlarına sebep olsa da, bu reformların devamı gelecek ve riyal döviz karşısında daha fazla değer kaybedecek, bunlar gittikçe genişleyen bir toplumsal huzursuzluğu beraberinde getirecektir. Alım gücünden olmuş orta sınıf yoksullaşırken emekçilerin de geçim şartları her zamankinden daha zor olacak. Ne yazık ki, burada kitleleri İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı mücadeleye çağırırken emperyalizme de karşı saf tutmaya hazırlayan bir devrimci öznenin de boşluğu hissediliyor.
6 Ekim 2012