Emperyalizme tâbi istibdad rejiminin büyük sermaye dostu iklim değişikliği kanunu yasalaştı!

Emperyalizme tâbi istibdad rejiminin büyük sermaye dostu iklim değişikliği kanunu yasalaştı!

Türkiye’nin ilk iklim kanunu Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Kanunun temel amacı “2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi ve Yeşil Büyüme” olarak izah ediliyor. Ayrıca “iklim değişikliği kaynaklı krizlerin ve zararların olumsuz etkilerini en aza indirmeyi hedefleyen yasal bir düzenleme” olarak tarif ediliyor. Ancak kanun her iki konuda da niyet ve temenniler dışında neredeyse hiçbir somut düzenleme yapmıyor ve hiçbir vaatte bulunmuyor. Somuta en yakın iki düzenleme Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kurulması ve Karbon Piyasası Kurulu (KPK) oluşturulması. Peki öyleyse neden böyle bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duyuldu ve iklim değişikliği gibi önemli bir konuda neden böylesine içi boş bir düzenleme ile yola çıkıldı?

İklim kanunun arkasında Türkiye’nin emperyalizme özellikle de Avrupa Birliği’ne (AB) bağımlılığı yatıyor 

AB, 1 Ocak 2026 tarihinden itibaren, demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre, elektrik ve hidrojen gibi sektörlerde birlik içine ithal edilecek tüm ürünlerin karbon ayak izinin ölçülmesini ve vergilendirilmesini istiyor. Bu ölçüm ve vergilendirme üretim yapılan ülkede gerçekleştirilmemişse sınırda bir karbon vergisi tahsilatını dayatıyor. İşte bu yüzden bir ETS sistemi kuruluyor ve KPK oluşturuluyor.

Yani doğrudan karbon emisyonuna sebep olan şirketler bununla ilgili bir izin belgesi ve tahsisat alacaklar. Tahsisatın altında emisyona sebep olanlar ellerindeki hakları satabilecekler, daha fazla emisyona sebep olmak isteyenler de satın alabilecekler. Böylece karbon salımı zamanla azaltılmaya çalışılacak bir sorunken piyasası olan ve yatırım yapılabilen bir alana dönüşecek. Tabii ki bu piyasayı düzenleyip denetleyecek kurul da istibdadın sopası olarak işlev görecek. Sadece bu da değil! Yeşil enerji alanında iklim finansmanı, yeşil sermaye piyasası araçlarının, banka finansmanının ve diğer finansman araçlarının teşvik edilmesi esas alınacak. İşsizlik sigortası fonunda biriken paraların patronlara teşvik için nasıl kullanıldığını göz önünde bulundurursak bu alana ayrılan kaynakların da nasıl kullanılacağını kestirmek zor değil.

Yeşil emperyalizme hayır! Karbon piyasasına da piyasa düzenine de son! 

Küresel ısınmanın ve bunun sebep olduğu iklim krizinin sorumlusu kâr odaklı kapitalist sistemdir, çünkü her şeyden önce kapitalizm yapısal olarak çevreyi kirleten bir sistemdir. İklim krizinin yaratılması ve büyümesinde esas sorumlu da emperyalist ülkelerdir. Dolayısıyla da krizin çözülmesinde emperyalizme tâbi iktidarların projelerinin başarı şansı yoktur. Piyasa mantığı içerisinde alınacak tedbirler, ancak krizin derinleşmesine ve krizden doğrudan etkilenen emekçi kitlelerin alınacak tedbirlere ve yapılacak düzenlemelere şüpheyle bakmasına veya doğrudan karşı çıkmasına sebep olacaktır. İklim kanunu da bunun açık bir örneği olarak karşımızda duruyor. İnsanlar bu kanunun yasalaşmasının beraberinde getireceklerine korku ve şüpheyle yaklaşıyorlar ve böyle hissetmekte de haksız değiller.

Planlı bir ekonomik modelle kaynakları en verimli şekilde toplumun ihtiyaçları doğrultusunda kullanmak ve bu yolla karbon emisyonunu kontrol altına almak yerine karbon piyasası oluşturmak, yeşil vergilerle emekçi halkın vergi yükünü arttırmak, eldeki kaynakları sermayeye yeşil teşvik adı altında peşkeş çekmek sorunun çözümüne katkı sunmayacak aksine daha fazla sorun yaratacaktır. Üretim araçlarının kontrolünün patronların elinden alınıp merkezi bir planlama ile tüm toplumun yararına kullanılması, tüm bankaların kamulaştırılarak tek bir banka halinde birleştirilmesi, enerji şirketlerinin bedelsiz kamulaştırılması gibi düzenlemeler olmadan iklim krizi karşısında başarıya ulaşmak mümkün değildir. Bu haliyle iklim yasası da ne ülkenin küresel iklim krizinden aldığı yaralara merhem olabilir ne de uluslararası bir problem olan iklim krizinin çözümüne katkı sunabilir.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2025 tarihli 191. sayısında yayınlanmıştır.