Başyazı: Bu gelen işçinin ayak sesleri
Temmuz’da asgari ücrete zam yapılmadı ama hayat pahalılığı azalmadı. Üstelik asgari ücretin üzerinde ücret alan işçi ve emekçiler de vergi dilimine girerek asgari ücrete doğru indiler. Ağustos ayında açlık ve yoksulluk sınırı yerinde durmadı. Türk-İş’in verdiği rakamlarla açlık sınırı (dört kişilik ailenin aylık asgari gıda harcaması) 19 bin 271 lira; yoksulluk sınırı 62 bin 772 lira; tek bir bekar işçinin yaşam maliyeti ise 25 bin lira oldu. “Gece yatağa aç girip sabah kılıcını kuşanmayan adama şaşarım” demişler. İşte işçiler de bu sefalet dayatmasının karşısında uyanıyor ve bir nevi kılıçlarını kuşanarak örgütleniyorlar, mücadele yoluna giriyorlar.
Çatalca’daki Polonez işçileri (Tekgıda-İş) bu mücadelenin en önünde direne direne, barikatları aşa aşa, kazanımlar elde ederek zafere yürüyor. Tüm Türkiye’deki işçi ve emekçilere ilham veriyor. Polonez’in ardından Esenyurt’ta direnişe geçen ve fiili greve giden CarrefourSA depo işçileri (DGD-SEN) de sınıf mücadelesi kılıcını kuşanıp kazananlardan. Yine Esenyurt’ta Perfetti işçileri (Tekgıda-İş) sendika temsilcisinin işten atılmasına karşı hem temsilcilerine hem de sendikalarına sahip çıkarak direnmekte. Soma’da Fernas Madencilik işçileri (Bağımsız Maden-İş) kurulan barikatları aşıyor, kapatılan yolları açıyor, ekmek ve hürriyet için direniyor. Tuzla’da MKB Rondo işçileri (Selüloz-İş) iş aş hürriyet için grevde. Hadımköy’de Asplastik işçilerinin (Petrol-İş) grev kararına patron işten atmalarla cevap verdi. Çadır kuruldu, direniş başladı. Çerkezköy’de Elba Bant (Petrol-İş) grev kararını astı, mücadele ısınıyor. İskenderun’da Befesa Silvermet, Gebze’de Mersen grevleri (Birleşik Metal-İş) sürüyor.
Tüm bu mücadelelerin ortak yanı “bize ne verecekler” diye beklememek. “Hak verilmez alınır” diyerek örgütlenmek! Bunlar iş ve aş için başlayan mücadeleler. Ancak güya anayasal güvence altında olması gereken sendikalaşma ve örgütlenme hakkı sermaye iktidarından güç ve cesaret alan patronlar tarafından işten atmalarla cezalandırılıyor. Ekmeği aşı için mücadeleye giren işçiler, işlerini geri almak ve sendikal haklarını elde etmek için mücadelelerini büyütüyorlar. İşçi mücadeleleri, sermaye düzeninin kriz, hayat pahalılığı ve işsizlikle kuruttuğu adeta uçsuz bucaksız, kupkuru otlarla kaplı bir bozkıra dönüşmüş toplumun ortasında parlayan bir kıvılcım gibi! İşçi mücadelelerinin yaktığı bu kıvılcımın, traktörleriyle yola dökülen çiftçileri, yağmacılara karşı ormanını, deresini, köyünü savunan köylüleri, atama isteyen öğretmeni, geçinecek maaş, servis hakkı, iş güvencesi isteyen kamu emekçisini, gelecek kaygısı içindeki gençliği, evde, işyerinde, toplumun her alanında ezilmeye, şiddet görmeye hayır diyen ve eşitlik isteyen kadınları ve nihayet toplumun her kesiminden emperyalist ve Siyonist zillete karşı “artık yeter” diyen izzet sahibi insanları içine katıp devasa bir yangına dönüşmesi, iş ve aş direnişlerinin birleşerek bir hürriyet mücadelesine dönüşmesi de başka bir kıvılcıma bakar!
Buna sermayenin dilinde “sosyal patlama” diyorlar. Tir tir titriyorlar. Asalak patron sınıfı, millet açken tıka basa karınlarını doyurdukları, milletin evlatlarının geleceğini karartıp kendi veletlerinin istikballerini parlattıkları bu sömürü çarkı duracak diye ölümüne korkuyorlar. İş, aş, hürriyet mücadelesinin önüne geçmek için biber gazı sıktılar ve sıkacaklar. Yılmadık ve yılmayacağız. Barikatlar kurdular, kuracaklar. Aştık ve yine aşacağız! Gözaltına alırlar çıkar yürüyüşe devam ederiz. Aramızdan bir kişiyi aldıklarında bin oluruz “bu daha başlangıç mücadeleye devam” deriz. İşçi sınıfının ve emekçi halkın mücadelesi böyledir. O yüzden birleşen direnen işçiler asla yenilmez deriz. Ama asla unutmamalıyız ki zalimler baskı ve zulümden başka yöntemler de kullanır. Uyanık olmalıyız! Birliğimizi bozmaya yönelik milliyetçi, ırkçı, mezhepçi pek çok kılıkta karşımıza çıkacak olan her türlü fitneye hazırlıklı olmak ve bu kirli oyunları boşa çıkartmak zorundayız. Türkün ve Kürdün eşitliğini, Sünninin Alevinin birliğini, her milletten memleketten işçi ve emekçilerin bölünmez bütünlüğünü sağlamalıyız. İşçilerin birliğine halkların kardeşliğini katarak yürümeliyiz.
Bizim gücümüz birliğimizden ve örgütlülüğümüzden gelir. Sendikalarımıza ve her türden işçi örgütlenmesine sahip çıkmalıyız. Ancak sendikaların tepesindeki birtakım bürokratları işçi hareketini kontrol etmek için, yükselen mücadelenin gazını almak için devreye sokmak isteyeceklerdir. Uyanık olalım! Bugün Türk-İş’in, Hak-İş’in ve DİSK’in ortak açıklamaları, düzenlenen bölge mitingleri, hatta Ankara’da yapılması planlanan büyük buluşma, bütün bunların, bazı bürokratlar ve onların arkasındaki sermaye iktidarı tarafından bir gaz alma operasyonu olarak görüldüğüne emin olabiliriz. Gücümüzü fabrikalardan almalıyız, işgallerden, grevlerden, direnişlerden gelen işçilerin alanlara damgasını vurmasını sağlamalıyız. Sendikana üye ol! Sahip çık denetle! Tepedeki birtakım bürokratların farklı niyetleri ve angajmanları olsa da tabandaki işçiler olarak sendika-konfederasyon ayrımı olmadan, “Ayrı gayrı yok işçiler birleşin!” şiarı ile birleşik işçi cephesini inşa etmek için mücadele et!
Uzaktan duyduğun çakalların ulumasıdır, korkma! Gümbür gümbür gelense işçilerin ayak sesleridir! Emekçi halkın umudu bu yürüyüştedir! Adımlarını bu yürüyüşe kat! Bu yolda kimsenin yalnız yürümesine izin verme! Safları sıklaştır! Safların içine nifak sokulmasına izin verme! Kol kola gir! Asla sınıf kardeşini bırakma! Fabrikalarda direne direne, meydanlarda birleşe birleşe zafere yürüyeceğiz! Bu yürüyüşün sonunda iş aş hürriyet var!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2024 tarihli 180. sayısında yayınlanmıştır.