Kadıköy komünizminden Gebze’de patron partisiyle ittifaka… Sınıf siyaseti ne değildir?
Sınıf siyaseti dediğimiz zaman sadece işçilere gitmekten bahsetmiyoruz. Hele işçilerin dertlerinden, geçim sıkıntısından bahsetmekten hiç bahsetmiyoruz. Bu ekonomide işçinin, emekçinin, emeklinin geçim derdinden bahsetmeyeni döverler. Öyle ki AKP bile suçu fahiş zam yapan marketlere atıp bir muhalefet partisiymişçesine geçim sıkıntısından dem vuruyor. Yani mesele sadece işçiye gitmek değil, işçiyle birlikte sermayenin karşısına çıkmak. Fabrikalarda ve işyerlerindeki ekonomik mücadeleden başlayıp siyasetin tüm alanlarına kadar işçi sınıfının çıkarlarını sermayeye, emperyalizme ve devlete karşı savunmak!
Tabii işçilere gitmek de şart. Ama gerçekten sınıf siyasetinin anlamını kavrayan için “gitmek” yetmez. Sınıfın içinde mevzilenmek, siyasetin ana üssünü buraya kurmak ve sınıfın mevzilerinden tüm topluma seslenerek siyaset üretmek gerekir. 31 bin TL kira ortalaması olan, gelir ortalamasında ise İstanbul’un en zengin ikinci ilçesi olan Kadıköy’de “komünist” başkan çıkarırsanız bunun sınıf siyasetiyle uzaktan yakından ilgisi olmaz. Bu ilçede yaşamaya muktedir, okumuş etmiş modern küçük burjuvazinin hatta düpedüz burjuvaların “komünist” kimliğe sempatiyle bakmasını “komünizmin” bir potansiyeli olarak görmek, sağlıklı kırmızı yanakları ve parlak montlarıyla komünist başkanın dağıttığı bildirileri alan, onunla film artistiymiş gibi fotoğraf çektiren insanları, halkın ilgisi olarak değerlendirmek komik. Trajikomik olan ise bir de başka sosyalistlerin Maçoğlu’nu eleştirip onunla yarışa girmesi. Kılıçdaroğlu için tüm sola matematik (daha doğrusu aritmetik) anlatan TİP’e şimdi başkaları matematik anlatıyor. İnsan düşünmeden edemiyor. Şu siyasetin matematiği keşke her yerde elverse, Kadıköy’de olduğu gibi her yerde CHP’nin oyları AKP’yi üçe katlasa da sosyalistler aynı öz güvenle ve “bağımsız” siyasetleriyle halkın karşısına çıksalar... Ama işte memleketin demografik yapısı bizim Menşevik küçük burjuva sosyalistlerine her zaman Kadıköy’deki kadar cömert davranmıyor.
Seçimin kalbinin attığı yer İstanbul! Geçen sefer istibdad cephesi seçimi tekrarlatınca sosyalistlerin çoğunluğu İmamoğlu’nu desteklemişti. Biz sırf AKP’ye karşı diye bu Amerikancı, sağcı, gerici müteahhidi desteklemedik. Ama hadi geçen seferki tepki oyuydu diyelim. Şimdi ne oluyor? Kimse muhalefete muhalefet edebiyatı yapmasın. Belediyeler merkezî devlet aygıtından bağımsız adalar değil. İmamoğlu da 5 yıldır İstanbul’un başında iktidarda. Bu beş yılda her türlü sağcılığı, gericiliği, din istismarcılığını, rantçılığı, emperyalist uşaklığını yaptı. En önemlisi de 53 bin belediye işçisine karşı patron gibi patronluk yaptı. Kavgasının rant kavgası olduğunu kanıtladı. Şimdi onu destekleyen sosyalist partiler rant kavgasının tarafı olmaktadır. Bu tutumun benzeri Ankara’da da İzmir’de de başka yerde de sınıf siyaseti değil sınıf işbirliğidir.
Sınıf siyasetinin toptan terk edildiği ve düzen siyasetine doğru geçişin başladığı yer burası. Örneğin Emek Partisi gerçekten işçilere giden, işçi sınıfı içinde olan, işçi mücadelelerinde omuz omuza olduğumuz bir parti. Ama EMEP, “İstanbul’u kaybetmemek, 2019’da kazanmış olmaktan daha önemli” dediğinde, Ankara’da aynı şekilde Mansur Yavaş’ı desteklediğinde bu çizgiyi aşıyor. Burjuva siyasetinden bağımsızlaşmayınca işçi adayların varlığı değerli olsa da sınıf siyasetine işaret etmiyor. Yine TİP’in genel başkanı Erkan Baş’ı işçi sınıfının başkenti Gebze’den aday göstermesini, “Kadıköy ve Çankaya’da iddialıyız” diye başlamış bir yerel seçim serüveninin doğru bir yola girmesi diye düşünebilirdik. Ne var ki Erkan Baş’ın Gebze adaylığı da sınıf siyasetinin değil CHP ile sınıf işbirliğinin bir ürünü oldu. Bu adaylığın, CHP’ye kaybettirme riski olan yerlerde aday göstermeme doğrultusunda bir pazarlığının sonucu olduğunu, ne yazık ki TİP’li dostlarımızdan değil “jest yaptık” diye üstten bir üslup kullanan patron partisi CHP’nin genel başkanı Özgür Özel’den öğrendik. Şimdi CHP de Gebze’de TİP’i destekliyor. Bu durum Erkan Baş’ın seçilme şansını arttırıyor. Ama düzen siyasetinin dışına çıkma şansını da ortadan kaldırıyor.
Bir patron partisi olan CHP’nin Türkiye İşçi Partisi’ni desteklemesi kendi çelişkisidir diyebilseydik keşke. Erkan Baş’ın Gebze’de bir fabrikanın yemekhanesinde yemek yiyen işçilere yaptığı konuşmayı sosyal medyada gördük. Görür görmez fabrikanın sendikasız olduğu anlaşılıyordu. Bir salon dolusu örgütsüz işçiye ne anlatırsınız? Tabii ki örgütlenin, sendikalaşın, işinize, ekmeğinize sahip çıkın dersiniz. Bunu atlayıp kendi çalıştığı fabrikada örgütsüz olan yani kendi kaderini kendi eline alamamış durumda olan işçilere, Gebze’yi işçiler yönetecek derseniz biraz garip olur. Ve işçilerin tepkilerinden de bir gariplik seziliyor. Erkan Baş işçiler arasında sevilen ve saygı gören bir kişi. Ama konuşması işçilerden coşkulu bir destek görmüyor. Garip! Sonra çıkan bir videoda ise garipliğin sebebi ortaya çıkıyor. Erkan Baş’ı konuşma yapması için işçilere takdim eden kişi fabrikanın patronu. Bir de Erkan Baş’ı takdim ederken ne derse beğenirsiniz? “Ne güzel bizim için de reklam olur…” İşte mesele tam da bu.
Erkan Baş’ı işçilere seslenmek için karşısına çıkmış bir fırsatı değerlendirdiği için kınamak içimizden gelmez. Hangi sosyalist bir salon dolusu işçiye seslenme, işçileri sermayenin yalanlarına karşı gerçeklerin coşkusuyla ayağa kaldırma fırsatını kaçırır? Ama işte işçi sınıfının başkentinde fabrikanın yemekhanesinde patronunun takdimiyle konuşursanız böyle diliniz tutulur. Yanınızda patron varken, işçiye sendikaya üye olun dahi diyemezsiniz. Sendikalaşma her patronu zıplatır. Çünkü sınıf çıkarlarını doğrudan tehdit eder. Ama Gebze’yi işçiler yönetecek dediğinizde o kadar zıplamazlar. Bizim memleketin solcusunun aksine belediyelerin burjuva devletinin organik bir parçası olduğunu iyi bilir patronlar. Nitekim fabrikalarda solcu diye işten atılan pek yoktur, ama sendikaya üye olup atılanların kimliğine, sağcılığına solculuğuna bakılmaz. Bu fabrikada yaşanan durumun Gebze’de karşılığı olmayacak mı? İşçi sınıfının başkentinde TÜSİAD partisinin (CHP) desteğiyle aday olmanın -üstelik bu kentin işçileri MESS patronlarıyla bir muharebeden yeni çıkmışken- sonuçları olmayacak mı? Patron senin üstünden reklam yapmaya çalışır da CHP reklam yapmaz mı?
İşçi sınıfımızı cahil zanneden cahillerden olmayın. Sol fraksiyonların ayırdına varmıyor olabilirler ama hayatın matematiğini iyi bilirler. O matematikle bordrolar okunur, o matematikle ay sonu getirilir. O matematikle çocuklar büyür. Ayrıca işçi sınıfı çok iyi koku alır. İşçinin soldan uzak olması sadece muhafazakârlıktan değildir. İşçi sınıfı CHP’nin yanında durdukça solun üstüne sinen burjuva kokusunu bin kilometreden alır. Tersi de doğrudur. Biz sınıfa gitmeyi seçtik, sınıf içinde mevzilendik, fikirlerimizi yumuşatmadık, orak çekiçli bayrağımızı saklamadık, dediğimizle yaptığımız bir olsun diye uğraştık, sol kimliğe mesafeli olanların sınıf siyasetini nasıl benimsediğini, bağrına bastığını gördük. Bu yoldan yürümeye, örgütlenmeye ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Sermayeden, emperyalizmden, devletten bağımsızlaşan düzen siyasetinden kopan sosyalistlerle sınıf siyasetinin yolunda buluşacağımızı umarız.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2024 tarihli 174. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın.