Fransa’da kent yoksullarının isyanı (1): Fransa büyük kırılmanın eşiğinde
Fransa sokakları yaklaşık bir hafta boyunca cayır cayır yandı. Paris, Marsilya ve Lyon başta olmak üzere Fransız şehirlerini çevreleyen yoksul mahallelerin yani banliyölerin çoğu Kuzey Afrika ya da sahra altı Afrika kökenli olan yiğit gençleri, o mübarek kinleriyle sokaklara indiler, güçleri yettiğinde karakolları ve polis araçlarını, ya da devletle özdeşleştirdikleri çeşitli binaları ateşe verdiler. Bunu da yapamadıklarında çöp kutularını yakıp, belki de üzerinde düşünmeden, önlerine araba çıktıysa arabayı, otobüs durağı çıktıysa bu sefer de onu yaktılar. 4 Temmuz itibarıyla 12 bini aşkın çöp kutusunun, 6 bine yakın aracın ve binin üstünde binanın yakıldığı ya da zarar gördüğü hesaplanıyor. Yansın. Emekçi halkın bir gül yüzlü çocuğuna daha polis kıymışken bunların hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Biz ne sigortacıyız ne de halkın evlatları öldürülürken binaların ardından ağıt yakanlardanız. Bizim için Fransa’nın yanan sokaklarının önemi, en başta Avrupa ama aynı zamanda dünya çapındaki sınıf mücadeleleri için işaret ettiklerinden geliyor.
Fransa, 21. yüzyıl Avrupası için özel bir ülke oldu. Birçok Avrupa (ve genel olarak Batı) ülkesinde burjuvazi işçi sınıfının kazanımlarına yönelik taarruzunu avantajlı koşullarda gerçekleştirirken, geciken Fransız burjuvazisi karşısında oldukça çetin bir hasım buldu. Bu konu Sungur Savran yoldaşımızın bu yıl içerisinde kaleme aldığı yazıda derinlemesine işlenmişti. Bu gecikmeli bilek güreşi (Korona dönemindeki kısa bir arayı saymazsak) 2016’dan bu yana hemen hemen her yıl tekrar parlayan sınıf mücadeleleri biçimini almıştı. Bu mücadelelerin biçimi ve hatta eylemlerin başını çeken güçler yıldan yıla değişmiş, ama işçilerin, kamu emekçilerinin, (Sarı Yelekliler örneğinde) küçük burjuvazinin altı katmanlarının, üniversite ve lise öğrencilerinin farklı kombinasyonlarla ve seneden seneye değişen güçlerle yürüttükleri uzun ve zorlu muharebeler her yıl tekrarlanır olmuştu (Fransa’nın bu kritik on yılının belki de en iyi takip edilebileceği Türkçe kaynağın Gerçek gazetesi olduğunu da geçerken belirtelim). Bu saptamayı daha birkaç ay önce, “mezarda emeklilik” yasasına karşı Fransız işçi sınıfının yürüttüğü grevler hakkında yazarken de tekrarlamıştık. Ama daha Fransız işçi sınıfının Paris’teki eylemlerinin izleri silinmemişken yoksul mahallelerden gelen isyan, Fransız siyasetinin son sekiz yıla yayılan sancılı ilerleyişinde bir hızlanmaya işaret ediyor.
Sancılar sıklaşmıştır, doğum yakındır. Bir doğum, ya da bir kırılma noktası yakındır yakın olmasına ama Fransa’daki kırılmanın sonucu zaten hızla yükselmekte olan faşizmin 21. yüzyıldaki en ileri örneği mi yoksa işçi sınıfı ve emekçi halkın ilk belirleyici zaferi mi olacak bunu ise sınıf mücadelesinin seyri belirleyecektir. Bunun sebebi, (ileride ele alacağımız üzere el ele ilerleyen) ön-faşizmin ve faşizmin İtalya ile birlikte en büyük güce ulaştığı Avrupa ülkesinin Fransa olmasıdır. Yani Fransa’da artan sancıların tek olası sonucu halk lehine bir çözüm değildir. Bu fırsatlar kaçırılırsa ve Fransız işçi sınıfı ve emekçi halkı düşmanın sırtını yere getiremezse, faşizm önce Fransa’yı sonra Avrupa’yı kıskıvrak ele geçirmek için pusuda beklemektedir. İşin özü budur: Fransa, Macron’un Fransası olarak kalamaz, ya işçi sınıfı iktidara gelerek kendi suretinde bir Fransa yaratmayı başaracaktır yahut faşizmin çirkin yüzü Fransa’nın yüzü haline gelecektir.
2005’ten 2023’e isyanın niteliği
27 Haziran günü, polisin bir çevirme sırasında Kuzey Afrika kökenli 17 yaşındaki Nahel’i vurarak öldürmesi ile başlayan bu isyan ne ilkti ne de son olacaktır. İsyan seviyesine ulaşmamakla birlikte, bir ya da birden fazla şehri harekete geçiren eylemler birkaç senede bir, sıklıkla da polis şiddeti sebebiyle Fransız banliyölerinde yaşanır. Yani bir anlamda banliyö eylemleri Fransız siyasetinin olağan bir parçasıdır. Bu seferki eylemlerin gücü ve yaygınlığı insanı etkileyebilir, ama bu eylemlerin varlığı şaşırtmamalıdır. Bilakis, Fransa’da devrime gidecek yolu anlamaya çalışanların yoksul mahallelerin eylemleri ve bunun uç örneği olarak isyanları bu devrimin asli bir unsuru olarak hesaba katması gerekir, ya da gerekirdi (bu konuya da yazının ilerleyen bölümlerinde geri döneceğiz).
Bu seferki banliyö isyanını tarihsel yerine oturtarak işe başlayalım. Haklı olarak, dostuyla düşmanıyla birçok kişi yaşananları 2005’te haftalarca devam eden isyan ile kıyasladı. 2023 isyanının sadece varlığı dahi 2005’teki banliyö isyanının bir istisna ya da garabet olmadığını, bilakis 21. yüzyıl Fransız siyasetinde bu isyanların rol oynamaya devam edeceğini gösterdiği için büyük öneme sahip. Bu genel saptamanın ötesinde, 2023 isyanı, 2005’le bir dizi devamlılığın yanı sıra bazı farklılıklar gösteriyor. En önemlisi ile başlayalım. İsyanın doğası ve içindeki sınıfların ve toplumsal kesimlerin kompozisyonu neredeyse tamamen aynı. İsyanın temel gücünü, Fransa’nın büyük şehirlerini kuşatan yoksul mahallelerde yaşayan kent yoksulu gençler oluşturuyor.
Bu mahallelerdeki kent yoksulu gençlerin hayatı, birçok farklı ülkede olduğu gibi lümpen proletarya ile önemli bir geçirgenlik gösteriyor. Bir yandan gençler iş bulabildiklerinde mahalledeki dönercide ya da “tabac” diye anılan, tütün, kahve ve alkol satan ve bir çeşit Fransız kahvehanesi olduğu söylenebilecek yerlerde çalışıyor, ailede bir araba varsa geceleri Uber’e çıkıyor. Bu güvencesiz iş imkanları dahi sınırlı olduğu için, bunlar mümkün olmadığında lümpen proletaryanın yasadışı aktivitelerine geçiş yapıyor. Bunun en yaygın biçimi, başta esrar olmak üzere mahalle arasında küçük ölçekli uyuşturucu satışı, yani torbacılık. Bu geçişkenliğin etkisi, kendini çeşitli biçimlerde gösteriyor. Her şeyden önce, uyuşturucu kullanımı banliyö gençliği arasında oldukça yaygın. Bu konuda istatistiklere sahip olmasak da, özellikle düşük kuvvetteki uyuşturucuların kullanımının banliyö gençliği arasında, diğer toplumsal kesimlerle kıyaslanamayacak kadar yüksek olduğunu kişisel deneyimimizden tahmin edebiliyoruz. Dahası, torbacılık ve uyuşturucu çetelerinin yaygınlığı, özellikle Marsilya bölgesinde mahallelerdeki siyasi havayı da etkiliyor. 2005 isyanı sırasında Marsilya çevresindeki banliyölerin sessiz kalmasının ark asındaki en önemli nedenin, bazen mahallenin ağır abileri olarak gençlere “aman ha” diyen, bazen ise açıkça zor tehdidini kullanan uyuşturucu çetelerinin müdahalesi olduğu biliniyor. Bu seferki isyanın, uyuşturucu çetelerinin etkisine rağmen Marsilya çevresinde büyük bir güce ulaşmış olması burjuva gazetelerin dahi dikkatini çekti. Bunun mutlaka isyanın başarıları hanesine yazılması gerekir.
Bir yandan mahalle gençliği arasında, özellikle yiyecek teslimat uygulaması şirketlerine çalışan motosikletli ve bisikletli kuryelerin sayısının artmasıyla görülen bir proleterleşme eğilimi mevcut. Bu sektörde çalışmak, hem özel bir eğitim gerektirmediğinden hem de örneğin Uber’e çıkmak gibi bir ön sermaye gerektirmediğinden mahalle gençliği arasında gitgide daha büyük önem kazanıyor. Kolektif örgütlenmeye, söz gelimi dönercide ya da tabac’da çalışmaktan çok daha müsait olan bu sektörün mahallelerdeki gelişimi ileride önem taşıyabilecek bir eğilim olarak not edilmeli. Fakat bu eğilim, henüz sadece bir nüve şeklinde ve belirleyici bir öneme ulaşmadı. Fransa’daki bu sektördeki işçilerin, daha önce Türkiye’de, Yunanistan’da ve hatta çeşitli Körfez ülkelerinde görüldüğü şekilde bir kolektif eylem ya da kitlesel örgütlenme hayata geçirmediğini de eklemek lazım. Son yıllarda hızla artan bu alandaki sendikal örgütlenme çabası ilerleyen dönemde bu durumu değiştirebilir. Fakat şimdilik bunu belirleyici bir unsurdan ziyade, takip edilmesi gereken bir eğilim olarak not düşüyoruz.
İsyanın kitlesinden bahsederken genç lafını boşuna kullanmıyoruz. Fransız devletinin verdiği istatistiklere göre, 4 Temmuz itibarıyla gözaltına alınan 3.600 kişinin yaş ortalaması 17. Bu çarpıcı istatistiğin üstünde biraz daha durmak isteriz. Hemen hemen hepsi çocuk yaşlarda olan on binlerce, belki yüz binlerce gençten oluşan bir kitlenin sokağa çıkıp polisle mücadele ettiği böylesi bir örnek bulmanın zor olacağını tahmin ediyoruz. Bu istatistiğin bir diğer önemi de 2005 ile 2023 arasındaki ilişkiye dair ipuçları vermesi. Eminiz ki bu isyana katılan birçok genç mahalledeki abilerinden ve ablalarından 2005’e dair ballandıra ballandıra anlatılan kahramanlık hikayeleri dinlemiştir. Ama gözaltına alınanların yaş ortalaması, 2023 isyanında dövüşen gençlerin birçoğunun değil 2005 isyanını görmek, bu isyan sırasında daha doğmamış olduğunu gösteriyor. Yani yepyeni bir kuşak, aynı sorunlara karşı, aynı metotları kullanarak aynı mahallelerde ayağa kalkıyor. Banliyölerin isyanının, 2023’ün çok ötesinde de Fransa’da devrime giden yolda büyük bir rol oynayacağını kestirmek zor değil.
Fransız banliyölerindeki duruma özgüllüğünü veren unsurlardan biri, sınıf mücadelesi ile ulusal sorunun iç içe geçmiş olması. Yukarıda andığımız kent yoksulu gençliğin ezici çoğunluğunu, Fransa’nın Kuzey Afrika (Fas, Cezayir, Tunus) ve batı Afrika’daki eski sömürgelerinden gelen halkın torunları oluşturuyor. Bunun birkaç anlamı var. Birincisi, bu gençlerin çoğu Müslüman. Nitekim “Allah rahmet eylesin Nahel” anlamına gelen Arapça cümlenin Fransızca yazımı olan “Allah y rahmo Nahel” ifadesini içeren devasa bir pankart, militanca poz veren gençlerin arasında eylemlerde görülmüştü. Bunun anlamı bu gençlerin Fransa’da gitgide güçlenen İslam düşmanlığından doğrudan etkileniyor olması. İkincisi, Müslüman olsun olmasın bu Arap ve siyahi gençler en galiz ırkçılığa da sık sık maruz kalıyor. Üçüncü nokta, bir öncekiyle doğrudan ilişkili. Evet bu gençler ırkçılıkla cebelleşiyor, ama Batı medyasının sık sık söylediğinin aksine mesele “Fransa içindeki ırkçı önyargılarla mücadele edilmesi”nden ibaret değil. Bu mahallelerin yoksul halkı, sadece farklı gözüktükleri için ırkçılığa maruz kalmıyor. Sözgelimi (Fransa’nın özellikle bazı şehirlerinde oldukça kalabalık olan) Çinli göçmenlerin aksine, bizzat Fransa’nın eski sömürgelerinden geldikleri için, Fransız sömürgeciliğinden kalan bir hor görülmeye maruz kalıyorlar. Polis sömürge toprağındaymışçasına davranıyor, devlet bazen adeta düşman hukuku uyguluyor. Buna karşılık, özellikle Mağribi gençlik arasında, kökenlerinin dayandığı ülkenin ulusal simgelerini sahiplenmek bir meydan okuma biçimini alıyor. Cezayir milli takımının her büyük zaferi büyük bir nümayişe dönüşüyor. Devlet de zaman zaman garabet kararlarla, örneğin 2014 Dünya Kupası sırasında Nice’de olduğu gibi, Cezayir bayrağının dalgalandırılmasını yasaklama yoluna gidiyor. Bu çok boyutlu ulusal çelişki, sınıf çelişkileriyle birleşerek olağanüstü patlayıcılıkta bir durum yaratıyor.
2005 ile 2023 arasındaki bir başka devamlılık, eylemlerin belki de en büyük zaafını ortaya koyuyor. Gençler bir yandan neredeyse şaşırtıcı denebilecek bir örgütlenme kapasitesi sergiliyor. Hem videolar hem de eylemleri görenlerin anlattıkları birçok durumda gençlerin içinde (genelde siyah eşofman takımından müteşekkil) bir çeşit üniforma giyen grup ve grupların eylemin motor gücünü oluşturduğunu, güzergahı ve hatta saldırılacak hedefleri bu sayede hızla ve uyum içinde belirlediklerini gösteriyor. Bazı durumlarda, bu grupların farklı işaretler kullanan alt birimlere sahip olduğu, örneğin güvenlik kameralarını kırmaktan sorumlu olan grubun farklı giysileriyle kendini belli ettiği söyleniyor. Bu yarı-askeri örgütlülük, 17 yaşındaki gençlerin tepeden tırnağa silahlı devlet güçleriyle nasıl günlerce dişe diş mücadele edebildiğinin de işaretlerini veriyor.
Müthiş bir askeri örgütlenme kapasitesi, ama sadece askeri örgütlenme. Buna karşılık, 2005’te olduğu gibi 2023’te de isyan kendi içinden söz gelimi Gezi dönemindeki forumlara benzeyen bir örgütlenme çıkaramıyor, taleplerini formüle edebilecek bir lider ya da bir komite üretemiyor. Bundan çıkacak sonuç (Fransız devletinin ve medyasının ağzına sakız ettiği gibi) bu eylemlerin siyasi olmadığı değildir. Ama örneğin işçi eylemlerinin aksine, tarihsel açıdan düşünülürse çok daha yeni bir aktör olan banliyö gençliğinin mücadele ve örgütlenme tecrübesi açısından henüz işin başında olduğunu gösterir.
Hareketin kendi içinden bir örgütlülük çıkartmamasının 2005’te yarattığı en büyük dezavantaj, devlet güçlerinin bu durumu isyanı izole etmek için kullanması olmuştu. İsyanın siyasi bir tarafı olmadığının altı çizilmiş ve yalnızca bir grup (o dönem İçişleri Bakanı olan Nicolas Sarkozy’nin kullandığı meşum tabirle) “racaille”ın yani çapulcunun işi olduğu tekrarlanmıştı. Devlet aynı taktiğe 2023’te de geri döndü. Fransız Komünist Partisi (PCF) lideri Fabien Roussel gibileri de arkasına takmayı başararak, burada siyaset yok, yalnızca kör şiddet var deyip duruyor.
2005’in aksine devletin bu taktiği tam bir başarı kazanmadı. Bir yandan eylemler Sarı Yelekliler ya da işçi eylemleri döneminde olduğu gibi anketlerde halkın çoğunun desteğini kazanmıyor. Elabe şirketinin yaptığı ankete göre, halkın yüzde elli üçü Nahel’in öldürülmesini “açıklanamaz” ve “bağışlanamaz” buluyor. Fakat eylemcilerin polise şiddetini anlaşılabilir buluyor musunuz sorusu sorulunca yalnızca yüzde yirmi anlaşılabilir bulduğunu söylüyor (bu oranın 25 yaş altı gençler arasında yüzde kırka ulaştığını yine de belirtmek lazım). Bu durumda yukarıda andığımız üzere, gençlerin kendi komiteleri ve sözcülerini çıkartıp, devletin çizdiği tabloya meydan okuyamaması önemli bir rol oynuyor. Ama Fransa gençliğinin genel profilini temsil eden her beş gençten ikisinin, “polise uygulanan şiddeti anlaşılır bulmak” gibi radikal bir pozisyona gelmesinde, son sekiz yılda Fransa’da çok çeşitli kesimlerin devlet ve polis ile kıran kırana mücadele etmiş olmasının yarattığı bir birikim görülebilir.
Ama 2023 banliyö isyanının 2005 gibi yalıtılamamasının en önemli sebebi, büyük şehirlerdeki çeşitli sol ve devrimci grupların isyan ile dayanışma göstermiş olması. Dayanışma kelimesini özellikle kullanıyor ve bu kelimeye solun genelinde görülenin aksine mutlak olarak olumlu bir anlam yüklemiyoruz. Fransa’da burjuva solunun ve PCF’in dışında kalan sol güçlerin önemli bir kesimi, ve dahası Jean-Luc Mélenchon’un partisi Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) banliyö isyanı ile dayanışma gösterdi. Ama bu dayanışmanın diyalektik biçimde anlaşılması gerekir. Bu dayanışma ve sembolik eylemler bir yandan yalıtılmışlığı kırmak için bir ilk adım oldu. Ama isyanı büyütmek, işçi sınıfını işçi sınıfının metotlarıyla sahaya sürmek yerine sembolik dayanışmayı seçmek aynı zamanda isyanın parçası olmamayı seçmektir. Şimdilik işin yalıtılmışlığı kırma kısmına değinmekle yetinerek, konunun ikinci boyutunu, yazı dizisinin Fransız solunu ele alacak bölümüne bırakıyoruz.
2005 ile 2023 arasındaki en önemli farklardan biri ise bu seferki isyanın coğrafi yaygınlığı. 2005’te isyan başta Paris olmak üzere büyük şehirleri çevreleyen mahalle ve küçük şehirlerle sınırlı kalmıştı. Şimdi isyan tüm Fransa sathında yüzlerce yerleşime yayılmış durumda. Fransız gazetesi La Croix’nın aktardığına göre 533 yerleşim yeri eylemlerden etkilenmiş durumda. Faşist lider Marine Le Pen de (bambaşka amaçlarla da olsa) şimdiye kadar sadece büyük şehirler bu sorundan etkileniyordu, artık diğer şehirler de etkileniyor diyerek bu yaygınlığı kabul etti. Marine Le Pen buna işaret ederek beyaz Fransızları korkutmak istiyor olabilir. Ama eylemlerin coğrafi yaygınlığı başka bir gelişmeye işaret ediyor. Daha birkaç ay önce yazdığımız bir yazıda, “mezarda emeklilik” yasasına karşı eylemlerin, daha önce görülmemiş biçimde Fransa’nın dört bir yanındaki küçük yerleşimlere yayıldığına işaret etmiştik. İşçi eylemleri Fransa’nın kılcal damarlarına nüfuz ederken, banliyö gençliğinin isyanı da aynı şekilde artık en büyük şehirlerle sınırlı olmadığını gösterip, küçük şehirlere ulaşıyor. Bu iki güç arasındaki ilişkinin nasıl bir biçim alacağını önümüzdeki dönemdeki hegemonya mücadelesi belirleyecek. Son dönemde işçi eylemlerinin de yayıldığı küçük kent ve kasabalarda Marine Le Pen’in ve ön-faşizmin büyük bir güce sahip olması ve özellikle bu bölgelerdeki işçiler üzerindeki etkisi, banliyö gençliği ile küçük kentlerdeki işçiler arasındaki ilişkinin, birbirlerine karşı bir mücadele biçimini alması riskinin dahi var olduğu anlamına geliyor. Ama eğer Fransız işçisi banliyödeki kardeşlerine el uzatmayı, onlara çıkarlarının da kurtuluşlarının da ortak olduğunu anlatmayı başarabilirse, işçi sınıfı ile banliyö gençliğinin ittifakı sadece büyük şehirlerde değil, tüm Fransa’da korkutucu bir güç haline gelecek, Fransız burjuvazisine ve yükselen faşizme kök söktürecek demektir. Yani Fransa’daki devrimler tarihine damgasını vuran, kırsal Fransa’nın devrimci Paris’i kuşatması senaryosu daha en baştan imkânsız hale gelecektir.
Ama bu, olasılıklardan sadece bir tanesi. Durumu bütünlüklü olarak anlamak için Fransız devletini, solun sefaletini ve yükselen faşizmi bu yazının sonraki bölümlerinde ele alacağız.