Çocuk mağdur suçlu mağrur devlet malûl
H.K.G.’nin 6 yaşından itibaren gördüğü cinsel istismarın yargıya taşınması ve kamuoyunda duyulması halkta büyük ve haklı bir tepki uyandırdı. Çocuğa karşı cinsel istismarın faili Kadir İstekli ve çocuğu bu kişiyle küçük yaşta imam nikahı ile evlendiren baba Yusuf Ziya Gümüşel’in İsmailağa tarikatına bağlı Hiranur Vakfı’ndan olması konunun siyasi boyut kazanmasına neden oldu. Cemaat çevrelerinden yoğun bir karşı propaganda saldırısı başladı. Haberi kamuoyuna aktaran gazeteci Timur Soykan’ın tutuklanması, Halk Tv’nin kapatılması talepleriyle kampanya başlatıldı. Bu kampanyayı yapanlar bu olayın vesile edilerek dine ve cemaatlere saldırıldığını iddia ediyor. Bu kesimlerin sıklıkla mecliste son dönemde kabul edilen “dezenformasyon” yasasına atıf yapması da özellikle dikkat çekici.
İddianamedeki deliller, mağdurun ve tanıkların ifadeleri o kadar açık ki AKP’liler bir sürelik suskunluğun ardından bu meseleyi savunamayacaklarını anlayıp istismarı telin etmeye başladılar, Aile Bakanlığı’nı davaya müdahil ettiler ve mecliste araştırma komisyonu kurma önerisi getirdiler. İlginç olan MHP’nin AKP’ye nazaran çok daha düşük profilli tepkiler göstermesi. MHP’den yetkili isimlerden ve bilhassa Devlet Bahçeli’den bir ses çıkmıyor. Yaşanan istismarın bir dizi boyutu kendi görev alanına girdiği halde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da bu konuyla ilgili tek kelime etmezken Kılıçdaroğlu’na karşı kampanya yapmaya öncelik verdi. Bu durum söz konusu cemaatin son dönemde MHP’yle ve AKP içinde de Soylu kanadıyla yakın olmasının bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Söz konusu tarikat ve cemaatin karşı saldırısında muhalefet cephesinin siyasal İslamcı bileşenlerinde (bilhassa Saadet Partisi’nde ve Gelecek Partisi’nde) görülen ikircikli tutumlardan, CHP’nin bu kanatla ilişkisine özen göstererek seçmenlerine nazaran düşük profilli tepkiler vermesinden de cesaret aldığını belirtmek gerekiyor.
Bu ilişkiler dolayısıyla cemaatin sosyal medyadan yürüttüğü kampanya siyasi alanda ve kitlesel medyada da yankı bulmaya başlıyor. İstismara uğrayan H.K.G.’nin ağabeyi ve kızkardeşleri iddiaları yalanlayan açıklamalar yaptıktan sonra başta Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi olmak üzere bu meseleyi 28 Şubat dönemine atıfla cemaatlere karşı bir komplo olarak sunma çabasının yoğunlaşmaya başladığını görüyoruz. Belirtmek gerekir ki iddiaları yalanlamak üzere yapılan bahse konu açıklamalarda yalanlanan tek şey çocuğun bazı gelinlikli fotoğraflarının hafızlık kutlamasına ait olduğu.
Onun dışında H.K.G.’nin psikolojik olarak sorunlu olduğuna dair iddialarla istismarın üstünü örtmek amacıyla istismarın sürdürüldüğü, kişilik haklarına saldırı yapıldığı görülüyor. Bu açıklamalarda H.K.G.’nin telefonuna el koyduklarına dair itiraflar da ağızlarından kaçıyor. Güya iddiaları yalanlamaya çalışırken nasıl istismara ortak olduklarına dair ifadeler sunmuş oluyorlar. En kötüsü ve tehlikelisi de bu şekilde sadece Timur Soykan ve Halk Tv değil mağdur olan H.K.G. de tüm cemaate hedef gösteriliyor. Bu cemaatin daha önce kanlı iç hesaplaşmalar yaşadığı bilinmekte. Bu hedef gösterme halinin ciddiye alınması gerekiyor. Ancak devlet cephesinde bu konuda en ufak bir hareketlilik yine yok.
Türkiye’de çocuk istismarına karşı çıkanların, sorumluların yargılanıp hak ettiği cezaları almasını isteyenlerin bir anda suçlu konumuna düşürülmeleri son derece çarpıcı. Mağdurun sesini kamuoyuna duyuran gazetecinin, basın yayın organlarının hedefine konması bizlere dine ve cemaatlere saldırı diye bir şeyin olmadığını tam tersine belirli bir cemaatin dini kisve altında, siyasi ilişkilerini de kullanarak bir küçük çocuğa yönelik cinsel istismarı örtbas etmeye çalıştığını, basına yönelik baskı ve tehditle susturma çabası içinde olduğunu gösteriyor.
“Ailem bana ‘Kadir'e itaat etmezsen melekler sana lanet eder, cehennemde yanarsın’ diyorlardı” diyen bir çocuğun yaşadığı istismarda dinin suiistimal edilmiş olduğu son derece açıktır. Bu olay ilk değildir, bir dizi cemaat ve tarikatta benzer suiistimaller olmuştur ve bu olaylar “tüm cemaati zan altında bırakmamak lazım” dendikçe devam edecektir. İstismara ve bu istismarda dinin suiistimal edilmesini, tarikat ilişkilerinin kullanılmasını gündeme getirenlere “siz dine ve cemaatlere saldırıyorsunuz” diyenler istismarı sürdürüyorlar. H.K.G. ifadesinde sosyal medyada tanıştığı birinin ona “devlete sığın devlet seni korur” dediğini söylüyor. Oysa bugün gördüğümüz gelişmeler devlete sığınanın, devlet eliyle istismarın üzerine giden gazetecilerin tutuklanmasını, gazetelerin televizyonların kapatılmasını isteyenlerin istismarcının yanında olanlar olduğunu gösteriyor. Mağdur devlete sığınmıştır ancak devlet ne mağduru korumaktadır ne de bu istismarı halihazırda yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan başkalarına bir güvence sunabilmektedir. Çocuk mağdur iken suçlu mağrur konuma geçmiş, devlet ise malûl (aciz) duruma düşmüştür.
Devletin bu konuya bir din meselesi olarak yaklaşmaması gerekir. Devlet çocukları korumakla yükümlüdür ve bu yükümlülüğün dinle bir ilgisi de alakası da yoktur. Oysa devlet tam tersi bir refleks içindedir. Diyanet İşleri’nin bu konuya dahil edilmesi küçük yaşta evlendirmenin olmadığına dair fetvalar verilmesi tam bir skandaldır. Dinde yeri olsa ne fark ederdi? Devlet o zaman çocukları korumayacak mı? Küçük çocukların evlendirilmesini ve tecavüzü dinen caiz olarak gören, bunu iddia eden çevreler de bulunuyor. Küçük çocuğa cinsel istismarda bulunmamaları için bunların dinen ikna edilmesi mi gerekli? Diyanet’in bu olayla ilgili söyleyeceği söz yoktur. Çünkü mesele bir din meselesi değildir. Dini kisve altında suç işleyenler dinden bağımsız şekilde işledikleri suça göre yargılanıp cezalandırılmalıdır. Devlet Diyanet’i işin içine soktuğu anda Diyanet İşleri hangi yönde yorum yaparsa yapsın faillerin kendilerine dini bir kalkan yapmalarına ve bu doğrultuda din suiistimalini sürdürmelerine uygun bir ortam devlet eliyle sunulmuş olmaktadır. Diyanet, şeyhülislamlık müessesesi değildir ve olamaz! Emekçi halkın çıkarı devletin din alanında suistimali engelleyecek bir işlev görmesinden yanadır. İşçi iktidarında diyanet işlevini görecek olan kurum bugünün tam tersine dini suistimal ederek hukuku çiğneyenlere karşı mücadele kurumu olacaktır.
Laiklik birçok başka nedenin yanı sıra işte bu sebeple yaşamsal ve vazgeçilmez bir ilkedir. İşçi sınıfı ve emekçiler laikliğe sahip çıkmalıdır. Mesele din düşmanlığı değil devletin dinin her türlü suça, zalimliğe ve sömürüye alet edilmesine mâni olmasını istemektir. Bugün küçük bir çocuğa sistematik tecavüzü bile din kisvesi altında savunanlar, üste çıkıp saldırıya geçenler emekçi halkın ekonomik, siyasi her türlü haklı talebinin bastırılmasında, her türlü yolsuzluğun ve hırsızlığın üzerinin örtülmesinde de aynı şeyi yapabilir. Dini suiistimal edenler elinde ekonomik ve siyasi güç bulunduranlar olmuştur, mağdur olanlar ise ezilenler ve güçsüzler… Laiklik bu sebeple dindar olanlar da dahi olmak üzere işçiler, emekçiler, yoksulların savunması gereken bir ilkedir.