Fransa: Önemli bir test
Fransa iki ay arayla iki seçim yaşadı. Sanırsınız iki ayrı ülke. Bilindiği gibi, Nisan ayında yapılan seçimlerde “zenginlerin başkanı” Emmanuel Macron ile ön-faşist Marine Le Pen başa güreşmiş, yarışı Macron kazanmıştı. Ama Marine Le Pen faşizmin damgasını yemiş ideolojisi ve politik önerileri temelinde yüzde 42 oy alarak gelecek için tehlikenin devam ettiğini göstermişti.
Haziran ayı ise bu kez genel seçimlere tanık oluyor. Başa güreşenler elbette Macron’un kurduğu koalisyon ile Marine Le Pen’in partisi olarak düşünülebilir yine. Oysa bu sefer Macron sol bir ittifak ile hesaplaşıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk turda kıl payı Marine Le Pen’in arkasında kalarak üçüncü olan Jean-Luc Mélenchon’un Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) partisi, yasama meclisi seçimleri için bir atak yaparak soldaki bütün büyük partileri bir geniş cephede buluşturmayı başardı. Bu partilerin hepsi reformist partiler, üstelik bazıları çoktan beri burjuvazinin saflarında yer alıyor ama ortaya çıkan Nupes adlı cephe (Ekolojik ve Toplumsal Yeni Halk Birliği) sonuç olarak var olan topluma soldan eleştiri yapan bir siyasi blok. Bunu cepheyi değerlendirmek olarak değil de ülkenin atmosferinin iki ay içinde nasıl değiştiğini görmek açısından düşünün. İşte burada büyük kriz dönemlerinin ihtilaçlı ya da spazmodik ya da gelgitli siyasi gelişmelerinin en tipik örneklerinden biri ile karşı karşıya geliyoruz.
Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn’den… Jean-Luc Mélenchon’a
Bu yazımız tek bir konu hakkında ama bu çok önemli bir konu. Dünya çapında yükseliş halindeki (ön-)faşizm, sık sık dile getirdiğimiz gibi, büyük ölçüde işçi sınıfının ve kırlarda ve yarı-kırsal bölgelerde yaşayan yoksul halkın desteğiyle yükseliyor. Bu partileri ve önderlerini bazı ülkelerde tekelci sermaye yaratıyor ve besliyor: Trump kendisi inşaat ve gayrimenkul kapitalisti, ama birçok kapitalist sektörden (silah, savaş sanayisi, petrol ve doğal gaz, demir-çelik, hatta kısmen Wall Street) de destek alıyor; Britanya’da Brexit’in baş mimarı Nigel Farage da hem kendisi kapitalist, hem de ülkeyi Avrupa Birliği’nden kopararak Amerika’nın yanında yeniden bir dünya gücü haline getirmeyi hayal eden belirli sektörlerden ve gruplardan destek alıyordu. Bazı ülkede ise faşizmi başlangıçta epey geleneksel bir KOBİ lobisi ve küçük burjuvazi destekliyor: Marine Le Pen’in esas burjuva ve küçük burjuva destekçileri bu türden gruplar gibi görünüyor.
Ama bu faşist önder ve partilerin kitle desteği emekçi halktan geliyor. Birçok yerde daha önce anlattığımız süreci kısaca özetleyecek olursak durum şu: Dünya solu son yarım yüzyıldır işçi sınıfına ve emekçilere artan ölçüde sırt çevirerek neoliberal düzene adapte oldu, yüzünü gittikçe daha çok kimlik politikasına ve ekolojiye çevirdi. İşçi sınıfı ve yoksullar epey uzun bir süre boyunca kendi çıkarları doğrultusunda politika yürüten bir siyasi odaktan yoksun kaldı. Ön-faşist hareketler tarih sahnesine esas olarak 21. yüzyılda, kitlesel hareketler olarak da 2008 “küresel finansal krizi” sonrasının Üçüncü Büyük Depresyonu içinde çıktıklarında amaçları kapitalizmin krizine çözüm arayışını sınıf mücadeleleri alanından ırklar ve uluslar arasındaki mücadeleler alanına taşımak oldu. Tabii, sınıf mücadeleleri tamamen önderliksiz kaldığı için faşistlerin ilerlemeleri zor olmadı! Geleneksel “Komünist” (Stalinist) ya da Sosyal Demokrat partilerin boşalttığı yeri işçi sınıfının sorunlarının çözümüne aday olan ön-faşist partiler ve önderler doldurdu!
Trump sabah akşam Amerikan işçi ve köylüsüne hitap etti, kendi burjuva ekonomi politikalarını, özellikle korumacılığı onların çıkarlarının bir ifadesi olarak göstermeye çalıştı. Marine Le Pen proletaryanın ve kırsal bölgelerin yoksullarının çıkarlarını savundu, bu sayede onlardan büyük oy aldı, bir aşamada “biz Fransa’nın en büyük işçi partisiyiz” demeye bile cüret etti. Le Pen’in kendi seçim bölgesi olarak metal sektörünün ve kömür madenlerinin tarihî merkezlerinden Kuzey (“Le Nord”) bölgesini seçmesi ve seçimlere daima Fransa’nın sosyal demokrat ve komünist hareketlerinin geçmişte çok güçlü olduğu Hénin-Beaumont kentinde girerek rahatlıkla kazanması, bu durumun en güçlü sembollerindendir.
Bu, sadece ABD ya da AB ülkeleri için geçerli değil. Brezilya’dan Hindistan’a, arada geçerken Türkiye’ye kadar birçok ülke için de doğru. Dünya solu bütün bunları görmezden gelip duruyor, hep başka tarafa bakıp omuz silkiyor. Ama şimdi laboratuvarımız Fransa. Biz orada kalalım.
2016’dan beri ortaya başka bir gerçek daha çıktı. Hangi ülkede olursa olsun, işçi sınıfının ön-faşizme oy veren büyük kitlesi içinde sınıf bilinci bakımından daha ileri unsurlar, karşılarına ön-faşistlerin yanı sıra çekiciliği olabilecek bir sol odak çıktığında ona sırt çevirmedi, en azından bir ölçüde destek verdi. “Çekiciliği olabilecek” dediğimizde iki koşuldan söz etmiş oluyoruz: Birincisi, bu sol odak işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarını sistematik olarak ve öncelikli olarak savunacak. Reformist yöntemlerle de olsa sınıf politikası yapacak. İkincisi, bu odağın gücü kritik bir eşiği aşmış olacak. Yani sınıfa inandırıcı gelmeyen, marjinal denebilecek ölçekte örgüt ve partiler işçi sınıfından oy alabiliyor ama ön-faşistlerin karşısına bir alternatif olarak çıkamıyor.
Bu olgunun en ileri örneği, 2016’da Trump’ın seçilmesi sırasında ortaya çıktı. Demokrat Parti’nin ön seçimlerinde, reformist de olsa ısrarlı bir sınıf politikası güden ve sosyalizmin geleneksel olarak Amerikan düşmanlığı ile özdeştirildiği bir ülkede kendine “sosyalist” diyen Bernie Sanders, gençliğin yanı sıra işçi sınıfından da büyük destek aldı, 13 milyon oya ulaştı. Bazı seçim sondajları, 2016 Kasım’ında Donald Trump’ın karşısında Hillary Clinton yerine Bernie Sanders olsa Trump’ın seçimi yitireceği gibi sonuçlara bile ulaştı!
Benzer bir örnek Brexit dönemi İngiltere’sinde yaşandı. Brexitçi Nigel Farage hızla yükselişe geçmişken İşçi Partisi’nin başına geçen Jeremy Corbyn, yüzünü partinin geleneksel tabanı kol işçilerine çevirince seçimleri kazanmaya başladı. Ama reformizmin hastalığı nüksetti, Corbyn partiyi sınıftan koparmanın simgesi Tony Blair çizgisini aşamayıp Avrupacılıkla Brexitçilik arasında yalpalayınca bütün desteğini yitirdi.
Sağ ve sol arası hareketlilik
Şimdi Fransa’da cumhurbaşkanı seçimi ile parlamento seçimi arasındaki karşıtlık hatırlanırsa, yani ilkinde halkın karşısında ikna edici güçlü adayın ön-faşist Marine Le Pen olduğu, oysa şimdi parlamento seçiminde Jean-Luc Mélenchon’un kurduğu Nupes’in öne çıktığı düşünülürse şu soruyu sormak gerekiyor: ABD’de Trump ile Sanders, İngiltere’de Brexitçi Farage ile Corbyn arasında gidip gelen işçi sınıfı ve yoksullar Fransa’da da Marine Le Pen ile Mélenchon arasında bir sarkaç gibi gidip gelebilir mi?
Bu soruyu daha somut olarak şöyle soralım: Meclis seçimlerinin ilk turunda Marine Le Pen’in Ulusal Derleniş (RN) partisine oy vermiş seçmenlerin en azından bir bölümü ikinci turda “zenginlerin başkanı” Macron’a karşı Mélenchon’un Nupes’ine oy verir mi?
Neden versin? Çünkü Macron enflasyonun hızla yükselmekte olduğu bir ülkede asgari ücretin düşüklüğünü inatla görmezlikten gelirken, Mélenchon yetersiz de olsa olsa bir artış konusunda ısrarcı. Çünkü Macron adım adım mezarda emeklilik rejimine geçme hazırlığı yaparken, hem Le Pen hem Mélenchon işçilere bugünkü emeklilik yaşının yükseltilmeyeceğini vadediyor. Çünkü Macron Avrupa’nın İMF’si AB’nin “rekabet serbestisi” ve benzeri kurallarını Fransız sermayesinin işçi sınıfı aleyhine politikaları için bir silah gibi kullanırken hem Le Pen hem Mélenchon AB’nin bu tür kurallarını sorguluyor, harekete geçmeyi vadediyor.
Kısacası, Le Pen ırkçı politikasını Fransız işçi sınıfına satmak için, Mélenchon ise reformist düşleri uğruna mecliste çoğunluğu kazanmak için işçi sınıfının lehine olacak birtakım politikaları (uygulayacak olsalar da olmasalar da) savunuyorlar. Fransız sanayi işçisi, kiralar yüksek olduğu için küçük kasabalarda oturup büyük kentlerde çalışan, kamu taşımacılığı iyi olmadığı için işine eski püskü otomobiliyle gidip gelen, şimdi benzinin ve motorinin fiyatındaki fırlama dolayısıyla canı yanan yoksul emekçi, hatta yoksul köylüler ilk turda Le Pen’e oy verdikleri halde, ikinci turda kendilerine bir şeyler vadeden Mélenchon’un Nupes’ine oy kullanır mı?
Fransa’nın ana akım “gözlemcileri” bu soruyu sormuyor bile. Oysa gözlerini iki ay önce cumhurbaşkanı seçiminde iki tur arasındaki farka çevirseler, sadece işçi sınıfı ve yoksulların değil, Fransa’nın hâlâ ulusal sınırları içinde yer alan Karayip adalarının (Guadeloupe, Réunion, Martinique vb.) ve Fransız merkeziyetçlğine karşı ulusal bir hareketin güçlü olduğu Korsika adası halkının da birinci turda Mélenchon’a oy verdiği halde ikinci turda Macron karşısında Le Pen’i tercih ettiği gerçeğini görürlerdi. Şimdi tersi olabilir mi?
Kritik önemde bir test
Sözünü ettiğimiz test neyin testidir pekiyi? Şunun: Cumhurbaşkanı seçiminde solun (Mélenchon’un) oyları ön-faşizme kayabildiği halde, şimdi parlamento seçiminde ön-faşizmden sola kaymazsa, bu, ön-faşizmin seçmeninin ideolojik olarak konsolide olduğunu, artık sadece sınıf taleplerine değil, daha önemli olarak faşist milliyetçiliğe kulak verdiğini gösterir. Mélenchon ise sınıf politikası ile (Müslüman ve siyahi göçmen ailelerin ve sömürge halklarının yanı sıra) Fransız yerli işçilerin önemli bir kısmının da oyunu almış ama henüz bir ideolojik konsolidasyon sağlayamadığı için bunların ikinci turda, üstelik Mélenchon “Marine Le Pen’e oy yok!” dediği halde faşist adaya kaymasını engelleyememiştir.
Yani test çok önemlidir: Faşizmin kitle tabanının ne ölçüde kafa karışıklığından ona döndüğünü, ne ölçüde gerçekten faşist ideolojiye inanmaya başladığını gösterecektir bize.