Trotskiy, Rosa, Suphi
Daha önce de anlatmıştık ama yine anlatmaya değer: Şubat devriminden Ekim devrimine giden süreçte en önemli dönüm noktalarından biri olan “Temmuz günleri”nin ardından Geçici Hükümet Bolşeviklere karşı ciddi bir taarruz başlattığında Lenin Trotskiy’e “şimdi bizi öldürürler” demiştir. Lenin’in öngörüsü yanlış çıkmış mı dediniz? Bulabilselerdi belki de öldürürlerdi. Lenin ve Zinovyev Bolşevik Partisi yönetiminin kararıyla o aşamada yeraltına girdiler. Çarlık Rusyası’nın başkenti olan Petrograd’ın (daha sonra Leningrad, bugün Petersburg) komşu kapısı olan Finlandiya’da saklandılar. Lenin devrim öncesinde iki kez “yaramazlık” yaptı, ayaklanmaya karşı çıkanlarla mücadele etmek amacıyla Merkez Komitesi toplantısına katılmak amacıyla Petrograd’a geldi (tanınmamak için sakalını kesmişti!). Ama o iki istisnanın dışında Lenin devrim zafere ulaşana kadar yeraltında kaldı, Devlet ve Devrim’i kaleme aldı. Şaşırtıcı değil mi? Yoksa bu tedbir düzeyini paranoyakça bulanlar var mıdır okurlarımız arasında?
Daha önce anlatmıştık dediğimiz noktaya asıl şimdi geliyoruz. Lenin’in ve onun terbiyesinden geçmiş Bolşevik Partisi’nin tam devrimin orta yerinde, hele hele Eylül’den sonra devrim şahlanmaya, Bolşevikler bütün sovyet seçimlerinde ezici zaferler elde etmeye başlamışken partinin önderini yer altında tutmasına biraz şaşkın bakanlara Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in başına geleni hatırlatmıştık. Büyük devrimci Marksist önderler Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht, Sosyal Demokrat bir bakanın yönetimi altında faşist hareketin ön biçimlenmesi olarak anılabilecek aşırı milliyetçi Freikorps çetelerince tam da 1918-19 Alman devriminin ayaklanma aşamasında katledildiler. Berlin işçi sınıfı iktidara uzanmışken! Demek ki Lenin’in öngörüsü hiç de yabana atılacak gibi değilmiş! Demek ki, devrimci partiler burjuvazinin, gericilerin, karşı devrimcilerin güçleri karşısında hiçbir aşamada, devrimin eşiğinde bile, deyim yerindeyse 12’ye beş kala dahi gardını indirmemeliymiş.
Suikastlar
Bunu neden gündeme getiriyoruz. Şundan: Bugünlerde Trotskiy’in bir Stalinist ajan tarafından Meksika’daki sürgününde katledilmesinin 80. yıldönümünü yaşıyoruz. Sadece beş ay sonra ise Mustafa Suphiler’in, emperyalizmle mücadele için Anadolu’ya gelmiş 15 komünistin Trabzon açıklarında katledilmesinin 100. yıldönümünü idrak edeceğiz. Trotskiy dünya devriminin önderlerinden biri. Mustafa Suphi ise Türkiye’de gerçek bir Bolşevizmin kurucu atası ve ayrıca o dönemde yaşanmakta olan devrimci sürecin iniş çıkışları içinde devrimin önder adaylarından biri haline gelebilecek bir tarihi şahsiyet. Biri uluslararası ölçekte, öteki kendi coğrafyamız ölçeğinde çok önemli devrimci önderler. Onlar da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi devrimci Marksizmin, enternasyonalist komünizmin düşmanları tarafından katledildiler. Bu kayıplar engellenemez miydi?
Türkiye solu Mustafa Suphi olayının bu veçhesini hiç gündeme getirmez. Oysa bizce Trabzon katliamının gerçek komünistler, Bolşevik devrimciler açısından tartışılması gereken en önemli boyutlarından biri budur. Bunu katliamın 100. yılı vesilesiyle ayrıntılı bir analizle yapacağımız için bugün bu konuya girmiyoruz. Ama konuyu burada kapatmadan önce şunu mutlaka söyleyelim: Mustafa Suphi ve yeni kurulmuş Türkiye Komünist Fırkası (TKF), programatik, örgütsel ve stratejik açılardan ne kadar sağlam bir parti görünümü çiziyorsa, taktik açıdan o kadar büyük yanlışlar yapmıştır. TKF’nin güçlü yanlarından olduğu gibi zaaflarından öğrenmek de bugünün ve yarının komünistlerinin görevlerindendir. Bu olay bizim topraklarımızda yaşanmış ve ardında toplumsal bellekte çok önemli bir iz bırakmıştır. Bu konuda yakınmak ve ağıtlar yakmakla yetinmek olmaz. Yarına hazırlanmak için yapılan yanlışları ince ince değerlendirmek gerekir.
Buz baltası muamması
Şimdi gelelim Trotskiy’in öldürülmesine. Biz 20 Ağustos 1940 tarihinde Trotskiy’in, başına inen buz baltasının darbesi sonucunda hayatını yitirdiği bu suikast hakkında ne çok şey okumuşuzdur. Ama bütün o okuduklarımızda herhangi bir kaynakta şu sorunun sorulduğunu hatırlamıyoruz: O buz baltasının o odanın içinde ne işi vardı? Oraya nasıl girmişti?
Yanlış anlaşılmasın. Katil Ramon Mercader’in Trotskiy’in çalışma odasına kadar girip onunla baş başa kalma olanağı elde etmesinin öyküsünü bütün kaynaklar anlatır. Mercader Trotskiy’in sekreterlerinden biri olarak görev yapmakta olan Sylvia Ageloff adlı bir genç kadınla ilişki kurmuş, kendisini Trotskiy’in fikirlerine sempati duyan biri olarak tanıtmış ve böylece kız arkadaşı aracılığıyla büyük devrimciyle tanışma olanağını yaratmıştır. Olay günü ise yazdığı bir yazıyı Trotskiy ile tartışmak, onun fikrini almak gerekçesiyle onun ziyaretine gelmiş, bir çalışma ziyareti söz konusu olduğundan çalışma odasına kabul edilmiştir. Bunlar bilinen şeyler. Ama bizim sorduğumuz soru Ramon Mercader Trotskiy’in çalışma odasına nasıl girdi değil. Bizim sorduğumuz soru, buz baltası Trotskiy’in çalışma odasına nasıl girdi?
Okurun sorduğumuz sorunun anlamını iyi kavrayabilmesi için Trotskiy’in Meksika Coyoacán’daki evinin, Stalin’in Trotskiy’in hayatına kast etme ihtimali yükseldiği ölçüde gittikçe daha ciddi koruma tedbirleri ile korunduğunu hatırlaması gerekiyor. Duvarlar giderek yükseliyor, bina eskiden olduğu gibi güzel bir köşk olmaktan çıkarak bir kale görünümü kazanmaya başlıyor, kapılarda 24 saat silahlı nöbetçiler var, bu nöbetçilerin hepsi (çoğu kuzey Amerikalı olmak üzere) adanmış komünist militanlar. Bu yetmiyor, üstüne üstlük daha üç ay önce, 24 Mayıs gecesi, aralarında Meksika’nın üç ünlü duvar ressamından biri olan David Alfaro Siqueiros da olmak üzere, 25 dolayında silahlı adam eve saldırmış, Trotskiy’in yatak odasını taramış bulunuyor. Yani suikast “geliyorum” diye haykırıyor.
Buz baltası nasıl girdi odaya? İşte bu hayati soruyu mutlaka, defalarca, deşilmedik hiçbir sorun, karıştırılmadık hiçbir anı kitabı, evin mensupları ve müdavimleri arasında soruşturulmamış hiçbir biyografi bırakmayana kadar araştırmak gerekir. Neden?
Çünkü her devrimci hareketin en önemli görevlerinden biri hassas noktalarda ve konumlarda görev yapan yoldaşlarını ve en başta elbette önderlerini korumaktır. Önderler olağanüstü insanlar değildir. Önemleri hüdayinabit üstün insan olarak yetişmiş olmaları falan değildir. Bu, bireyciliğin çölünde kıvranan burjuva dünyasının bir efsanesidir. Önderler bir hareketin belleğidir, deneyim havuzudur, stratejik ve taktik aklının yaşayan taşıyıcısıdır, birikmiş bilgeliğidir, eğitmenidir, sözcüsüdür. Önderlik yok olunca bazen hareketin önü kapanır. Bazen hareket çıkmaz yollara sapar. Bazen, hatta, hareket sona erer. Çünkü hareket kendi tarihinden, kendi geçmişinden kopmuştur.
Önderlerin önemi
Hele Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi derin bir kavrayışla kahramanca bir adanmışlığı birleştirmiş önderler. Alman Kasım devrimi Rusya’daki Ekim devriminden neredeyse günü gününe tam bir yıl sonra gerçekleşti. (Aralarında ay ismi farkı olması iki ülkede o dönemde farklı takvim sistemleri kullanılmasındandır.) İki ay sonra Ocak ayında yaşanan ayaklanma yenildi ama devrim 1923’e kadar devam etti. Ne var ki iki büyük önderin yokluğunda daha tecrübesiz ve onlar kadar parti nezdinde itibarı olmayan daha yeni kuşak önderlik yalpaladı, kendi arasında sık sık bölündü, bazen en yeteneklileri içinden kustu. Böylece beş yıllık bir devrimci dönemde üç-dört kez iktidar fırsatı doğduğu halde devrim başarıya ulaşamadı. İşte önderlik kaybının maliyeti.
Mustafa Suphi, hem Kemalistlerin hem Enver Paşa yanlısı İttihatçıların komünist hareketi sistematik biçimde içinden karıştırdığı bir dönemde Lenin ve Trotskiy’in Marksizmlerini sindirmeyi bilmiş, bunu uygulayarak Türkiye Komünist Fırkası’nın proleter devrimci, enternasyonalist ve Bolşevik tarzda kurulmasına en büyük katkıda bulunmuş önderdi. Ama kuruluştan sadece dört buçuk ay sonra, en başta Ethem Nejat olmak üzere başka birtakım değerli önderlerle birlikte hayatını yitirmesinin faturası çok ağır oldu. Türkiye’de komünist hareket ray değiştirdi. Ekim devriminin çocuğu olan Mustafa Suphiler’den ya da Alman devriminin, Rosa’ların, Karl’ların rahlei tedrisinde yetşmiş olan Ethem Nejatlar’dan farklı olarak sosyalizmi Jean Jaurès’in Fransası’nda öğrenmiş olan Şefik Hüsnülerin doğrultusuna girdi. Bu trajik bir yön değişimidir. Mustafa Suphiler korunabilseydi, Türkiye komünizmi bambaşka bir güzergâhtan ilerleyecek olabilirdi. Bu öyküyü zamanı gelince anlatacağız.
Nihayet Trotskiy. Hepsinden önemli. Sadece bir tek coğrafyada önderlik misyonu bulunan Mustafa Suphi’den doğallıkla daha önemli. Ama Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’ten de önemli. Neden? Çünkü Trotskiy, o günün tarihsel kavşağında, önce Sovyetler Birliği’ni, sonra da Komintern aracılığıyla bütün dünya komünist hareketini yozlaştıran işçi bürokrasisinin yarattığı dev tahribata karşı enternasyonalist komünizmin, Bolşevizmin, Komintern doktrininin, Lenin’in, sürekliliğinin sağlanmasını ve yeni kuşaklara aktarılmasını üstlenmişti. Trotskiy sadece Trotskiy değildi. Bolşevizmin, Ekim devriminin, Komintern’in bütün kazanımlarının diyalektik senteziydi. Trotskiy sadece Trotskiy değildi. Aynı zamanda Lenin’di.
Trotskiy’in 1935 yılında sürgün günlüğüne yazdığı satırları hep vurgulamışızdır. Bu aşamada yapmakta olduğu şeyin, yani IV. Enternasyonal’i kurma görevinin hayatının en önemli işi olduğunu vurguladıktan ve bunun neden böyle olduğunu izah ettikten sonra “en az beş yıla ihtiyacım var” diye ekler. 1935-1940. Beş yıl. Bu beş yıl içinde Trotskiy gerçekten de görevini yerine getirmiş, IV. Enternasyonal’i kurmuştur. Biz de bu yüzden Stalin Trotskiy’i öldürtmekte geç kalmıştı diyoruz başka yazılarımızda. Kendi iktidarını konsolide etmek açısından değil belki, o amacına ulaşmış oldu. Ama devrimci Marksizmim sürekliliğini kesip atmak bakımından geç kalmıştı.
Bayrağı devretmek
Ama tersinden bakıldığında altını çizerek söylemeliyiz. Trotskiy öldüğünde 60 yaşındaydı. Bu yaş, o dönem için bile çok gençtir. Üstelik bildiğimiz kadarıyla sağlığında ciddi bir sorun da yoktu. Yani en az bir on yıl daha yaşayabilirdi. Bu on yıl boyunca, İkinci Enternasyonal’in ve Komintern’in kongrelerinde, Ekim devriminin barikatlarında, Kızıl Ordu’nun savaşlarında pişmiş, Lenin’le yıllarca beraber çalışma sayesinde bilgeleşmiş bir Trotskiy’in IV. Enternasyonal’e neler verebileceğini hayal etmek zor değil. Sadece yeni devrimci Marksist kuşaklara doğru program ve stratejik yönelişi verebilmiş oldu Trotskiy. Ama onları eğitemedi, yetiştiremedi, dağarcığındaki devasa bilgi, birikim ve deneyimi kanlı canlı insanlara aktarma olanağını bulamadı.
Burada kast ettiğimiz sadece eğitim değil. Pratikte yol gösterme bayrağın devredilmesinde en etkili biçimdir. Trotskiy günbegün politika alanında yapacağı analiz ve öne süreceği önerilerle yetiştirecekti genç kuşağı. Bir örnekle şöyle açıklayalım: Fransa ve İtalya’yı faşizm ve Nazizm’den partizan savaşı veren işçiler kurtardı. Bu sırada Fransız IV. Enternasyonalcilerinin bazıları sadece fabrika çalışması yapmakta ısrar diyorlardı. Ülkeniz Nazi işgali altında ve siz fabrika dışına çıkmıyorsunuz!
Tarihin yaşanırken yorumlanması ve uluslararası proletaryanın bu yoruma uygun biçimde tavır alabilmesi bakımından sosyalist hareket Ekim devrimi sınavından başarıyla çıkmış bir önderin kavrayışından yoksun kaldı. Tek bir örnekle şöyle izah edelim: 1930’lu yılların başında Nazizm Almanya’da yükselirken hiçbir Marksist, yaşananı Trotskiy kadar isabetli ve bütünsel olarak yorumlayamadı, hiçbir Marksist Hitler’i yenilgiye uğratacak yönelişi onun kadar berrak bir tarzda önermedi. Trotskiy suikaste uğramasaydı Yugoslav devrimini (1944) kesinlikle görürdü. Çin devrimi zafere ulaştığında sadece 70 yaşında olacaktı. Her şeyi bırakın, 80 yaşına kadar yaşayıp Küba devrimini bile görebilir, Che’nin enternasyonalist faaliyetlerine ilişkin (Küba’nın neredeyse komşusu olan Meksika’daki sürgününden) politikalar belirleyebilirdi. Tarihin değişmeyeceğinden emin misiniz?
IV. Enternasyonal’in hemen İkinci Dünya Savaşı’nın ardından başlayan krizlerinin ortaya çıkışında bu faktörün önemini hiç küçümsememek gerekir.
Tarihi önderini düşmanına kaptırmak
Stalin geç kaldı. Çünkü Trotskiy artık çerçeveyi kurmuştu. İçini doldurmak gelecek kuşakların işi olarak kalıyordu ama çerçeve sapasağlamdı. Ama devrimci Marksist hareket, haydi genellikle anıldığı adla söyleyelim Trotskizm, kendi kalesini savunamadı. Çerçevenin içini bir süre boyunca genç kuşaklarla el ele çalışarak, onları yetiştirerek ileri taşıyacak olan Trotskiy dolduramadı.
Her zamanki gibi, büyük devrimcinin öngörü kapasitesi insanı şaşırtıyor. Beş yıl demişti. Beş yılda çerçeveyi oluşturmayı başardı. Ama “en az beş yıl” demişti. Yani asgarinin ötesine de geçmesi gerektiğini biliyordu.
Haydi diyelim Mercader buz baltasını şu ya da bu şekilde içeri sokmuştu. Mercader’in karşısında Trotskiy’in bir koruma-sekreteri, bir güçlü kuvvetli nöbetçi oturuyor olsaydı, yani odada üç kişi olsaydı, Trotskiy Yugoslav, Çin, Vietnam, Kore devrimlerini, hatta kim bilir tam seksen yaşında Küba devrimini de görürdü.
Güvenlik, devrimci hareketler açısından sayısız başka kazanımdan çok daha önemlidir. Bazen bir odada bulunan güçlü kuvvetli bir militan, binlerce fikirden daha önemli olabilir.
Bunu yapamadık. Özeleştirisini yapmayı başarabilmeliyiz.