Ayasofya kimin gündemi? Kimin krizi?

Ayasofya’nın ibadete açılmasının ardından hilâfet çağrıları ile iyice ısınan gündemle ilgili Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi, Cumhurbaşkanı bu konuda ne düşünüyor diye İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a sormuş: “Suni rejim krizi oluşturma çabalarına nasıl baktığını merak ediyordum” diye yazıyor. Altun’un aktardığına göre Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu tartışmaları gündemi zehirlemek ve hükümetin başarılarını gölgelemek için sahaya sürülmüş suni ve sorunlu tartışmalar olarak görüyormuş.

İki ay önce Ayasofya’nın “A”sı bile gündemde değildi

İşçisiyle, emekçisiyle, köylüsüyle, küçük esnafıyla, kadınıyla, genciyle ülke nüfusunun yüzde 99’unun gündemi artan işsizlik, pahalılık ve gelecek kaygısı iken küçük bir siyasal İslamcı grup haricinde, AKP’lisi, MHP’lisi dâhil kimse Ayasofya’nın “A”sını konuşmuyorken, sahi bu gündem nasıl oldu da tüm tartışmaların merkezine oturdu? Her şey Danıştay’ın 2 Temmuz’da bu meseleyi görüşeceğini duyurmasıyla başladığına göre acaba suçlu Danıştay mı? Başkanını cübbesinin olmayan düğmesini Erdoğan’ın önünde iliklemeye çalışmasıyla hatırladığımız Danıştay!

Hilâfet tartışması muhalefetten çok iktidarı gerdi

Diyanet İşleri Başkanı, Ayasofya’da minbere kılıçla çıkıp Fatih Sultan Mehmet’in sözleriyle, Ayasofya’yı müze yapan Mustafa Kemal’i hedef alan bir konuşma yapınca bunun tartışma yaratmayacağını kim düşünebilir? Diyanet İşleri Başkanı da Erdoğan’ın kıymetlisi olarak bilinmektedir. Daha sonra Erdoğan’ın yayın organı, Albayrakların Yeni Şafak grubunun Gerçek Hayat dergisi kapaktan tam sayfa hilâfet çağrısı yaptığında herhalde bunu mesele tartışılsın diye yaptı. Mehmet Metiner hilâfetin gündeme getirilmesine “siyasi komplo” dedi. Abdurrahman Dilipak hilâfet çağrısına en önde katıldı. Sonra da, İstanbul sözleşmesi konusunda İslamcı tabanın beklentilerinin aksinde davranması halinde iktidarı teşhir etmekle tehdit etti. Bu sırada AKP sözcüsü Ömer Çelik çıkıp “Türkiye demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir” diye Anayasa metni okuyordu. 

Askerden karışık mesajlar

Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler Ayasofya’da namaz kılmaya Orgeneral üniformasıyla gitti. Herhalde bunun yeterince tartışılmayacağını düşündü ki Nur cemaati liderlerinden Hüsnü Bayramoğlu ile fotoğraf da çektirdi. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, tüm basının orada olduğunu ve kendisini takip ettiğini bilerek neden siyasal İslamcıların üstad olarak gördüğü Necip Fazıl Kısakürek’in ve yanındaki İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun mezarını ziyaret etti? Sonra aynı Genelkurmay gitti instagramdan Anıtkabir fotoğrafı paylaştı?!

FETÖ-METÖ

“Bir FETÖ gider bin FETÖ gelir” diyen ilahiyatçı bu sözleri iktidarın televizyonu TRT’de söyledi. “Polis ve jandarmaya FETÖ’cüler atanıyor” tartışmasında canlı yayında birbirine girenler, Erdoğan’a biat etmekle övünen Mehmet Metiner ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu. Sonra Soylu, bizi cemaatlerle karşı karşıya getirmek istiyorlar demeye başladı. Pek anlam verilemedi ama sonra İmamoğlu’na oy verdiği için Süleymancılara söven AKP’lileri, Menzil tarikatıyla ilgili METÖ lafları edip “muhalif” Saygı Öztürk’ün kitabından alıntı yapan iktidar mahfillerini gördüğümüzde meselenin derin olduğu anlaşıldı.

Bahçeli hep sahnede

Süleyman Soylu’nun emniyette yaptığı atamalar, YAŞ toplantılarında dün kahraman ilân edilenlerin bugün “kadrosuzluk”tan emekliye sevk edilmesi tüm bu tartışmaların tuzu biberi. Tabii ki Devlet Bahçeli de her zaman olduğu gibi kâh Mümtazer Türköne’ye yeniden yargılama isteyerek kâh “Atatürk’e lanet okuyacak kişi anasının karnından doğmamıştır” diyerek tartışma sahnesinden eksik olmamış, en sonunda o da Ömer Çelik gibi “Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” diyerek Anayasa metni okumuştur.

Uyumlu muhalefet

Bu uzun listenin içinde tek bir muhalefet partisi lideri ya da üyesi ya da muhalefete yakın bir figür yok! Kopan kıyametin tarafları, işi birbirlerini ihanetle, komployla suçlamaya kadar vardıranların hepsi Türkiye’deki iktidarın yani istibdad cephesinin unsurları. Muhalefet mi? Tüm bu kıyamet koparken herhalde daha uyumlu davranan bir muhalefet yeryüzünde de modern tarihte de zor bulunur!

Yarı-askeri rejimin fay hatları

Bu garip tablonun elbette ki bir açıklaması var. İstibdad cephesi bugüne kadar kendisine hep kazandırdığını düşündüğü dindar-laik tartışmasını körüklüyor ve halkı kendi gündemlerinden uzaklaştırıp bölmeyi, muhalefeti de dinsiz, imansız yaftasıyla etkisizleştirmeyi istiyor. Biz bu tür siyasi manevraları bu iktidardan yüzlerce kez gördük. Ama bu seferki farklı. Esas büyük kavga iktidarın kendi içinde… Türkiye’de “tek adam” rejimi olduğunu düşünenler için bu tablo anlaşılmaz gelebilir. Ancak biz 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye’nin bir yarı-askeri rejimle yönetildiğini ve Erdoğan’ın da devletin tepesinde tek adam değil bir nevi tek başına bırakılmış bir adam olarak kaldığını söylüyoruz. 15 Temmuz darbesini tiyatro olarak görenler de, kahramanlık hikâyesi anlatanlar da, 15 Temmuz gecesi var olan cuntalar savaşının devam etmekte olduğunu göremiyorlar.

Gerilim iktidarın başarılarının değil, fiyaskolarının sonucu

Şimdi yarı-askeri rejimin içindeki tüm fay hatları son sürat gerilim biriktirmeye devam ediyor. Fahrettin Altun’un iddia ettiği gibi “hükümetin başarılarına” rağmen değil, tam tersine iktidarın ekonomide yarattığı çöküntü ve dışarıda yürüttüğü askeri maceraların çıkmaza girmesi dolayısıyla artıyor bu gerilim. Kimse istibdadın ülkeyi sürüklediği çöküntünün ihalesini üstüne almak istemiyor. Kendi aralarında ihanet, sabotaj, komplo suçlamalarının ayyuka çıkması bundan. Muhalefet çok uyumlu. Çünkü halka hürriyet getirmek için mücadele etmiyorlar, istibdadın iç kavgasının galibiyle yol yürümeye hazırlar.

Bu kavga bizim kavgamız değil! Bizim kavgamız ekmek ve hürriyet kavgası!

Türkiye’nin işçi sınıfı, emekçileri, köylüleri, esnafı, genci, kadını, tüm ezilenleri istibdadın bu iç kavgasından asla medet ummamalılar. Bu kavgaya bel bağlayan burjuva düzen muhalefetinden de umudu kesmeliler. Çünkü bunların iç kavgasında biri galip gelirse de, daha önce hep yaptıkları gibi taraflar anlaşıp meseleyi kendi içlerinde çözerlerse de sonuç değişmez. Dönüp işçi sınıfının haklarına saldırırlar, emperyalizme hizmet ederler, Kürtleri, Alevileri, kadınları ezerler, kârları ve ikballeri için gençlerin geleceğini çalmaya devam ederler. Ayasofya, hilâfet, FETÖ, METÖ derken aradan geçirilen torba yasalara, işçinin tırpanlanan haklarına, hortumlanan işsizlik sigortası fonuna, kıdem tazminatına, ücretsiz izinlere, kadın cinayetlerine, gençlerin geleceğini karartan sınav rezaletlerine bakın yeter! İşçi sınıfı ve emekçi halk kendi gündemine sahip çıkmalı ve kendi kavgasını vermeli! Kavgamız “işsize iş, herkese aş, emekçi halka hürriyet!” kavgası.

 

Bu yazının kısaltılmış versiyonu Gerçek Gazetesi'nin Ağustos 2020 tarihli 131. sayısında yayınlanmıştır.