Sağlık, hizmet ve kamu emekçileri, ABD’de ırkçılık karşıtı halk isyanıyla dayanışma içinde grev yaptı!
Gazetemizin okurları, ABD’deki ırkçılık karşıtı halk isyanıyla ilgili çok kez destek ve fikir beyan ettiğimizi hatırlayacaktır. Daha önce tekil ama önemli örnekler haricinde bir bütün olarak örgütlü işçi sınıfının isyanda yer almayışının önemli bir engel olduğuna işaret etmiş, sebep olarak sendika bürokratlarının işler kendi kontrollerinden kayıp gider korkusuyla taban hareketini boğmasının göstermiştik. İşçi sınıfının tüm kuvveti, kendi örgütleri ve talepleriyle isyana katılımı, isyanı çok daha ileri bir aşamaya sıçratacaktır dedik. Son olarak, Uluslararası Liman ve Depo İşçileri Sendikası’nın (ILWU) 19 Haziran’da düzenlediği devasa eylemi önemli bir ilk adım, ama yalnızca ilk adım olarak sunduk.
20 Temmuz Pazartesi günü, bu yönde önemli bir adım daha atıldı. Birçok farklı sendika mensubu çok sayıda işçi, “Siyahî Yaşamları İçin Grev” adı altında örgütlenerek 200 farklı şehirde isyanla dayanışma eylemi yaptılar.
Eylemin yalnızca boyutu ve kapsadığı işkollarının çeşitliliği bile inanılmaz. On binlerce işçi eylemdeydi! Memphis’in çağrı merkezi işçilerinden Kaliforniya’nın sağlık çalışanlarına, sayısız farklı sendika mensubu birçok işçi, işyerleri ve sokaklarda grev, protesto, iş bırakma gibi eylemlerde bulundu. Sadece San Francisco’da bile 1500 elektrik teknisyeni grev yaptı. Tarihsel olarak daha örgütsüz kesimler de eylemde yerlerini buldu: Chicago gibi bazı büyük şehirlerde “fast-food” zincirlerinde çalışan işçiler, patronlarına karşı ve Siyahî Yaşamları İçin Grev eylemleriyle beraber iş bıraktı ve protestolar düzenledi. Bazı başka işyerlerinde katil bir polisin George Floyd’u boğduğu süre olan 8 dakika 46 saniye boyunca iş bırakma eylemleri oldu.
İşçi sınıfı, ırkçılık karşıtı isyanın gündeme getirdiği sorunları kendi öz sorunları olarak görmeye başladı. Çoğu eylemde işçiler, kapitalistlerin açgözlülüğüyle ırkçılığın el ele yürüdüğünü dile getirdi. Örneğin çalışanların çoğunun siyahî ya da Latin Amerika kökenli olduğu McDonald’s zincirlerinde işçilere en temel koruyucu ekipmanlar ve maskeler bile çok görülüyor. Bu durum, ırkçılık karşıtı mücadeleyle işçi mücadelesinin tek bir birleşik cephede bir araya gelebileceğinin göstergesi!
Bazı büyük şirketlerle Demokrat Parti mensubu politikacılar (başta Bernie Sanders ve Kamala Harris) bu dev eylem dalgasından ürkerek eyleme sözde destek mesajları yayınladılar. Örneğin büyük bir ironi içinde McDonald’s, ırkçılık hususunda çok hassas davrandıklarını, çoğu şubede de pandemi koşullarına uyum için önlemler aldıklarını beyan etti. Bu beyanla eşzamanlı olarak McDonald’s çalışanları, patronlarının ikiyüzlülüğünü ortaya koyarcasına sokakta eylemdeydi! Bunun gibi eylemler, isyana destek mesajları verip isyanın kuyusunu kazmaya uğraşan Demokrat Parti’yle burjuvazinin küreselci kanadına mükemmel bir tokattır!
20 Temmuz eylemlerinin bir benzeri, ABD’nin belki son seksen yıllık tarihinde görülmemiştir. On binlerce işçinin ırkçılık karşıtı isyanla dayanışma içinde eylem yapması, hem isyanın gelişiminde hem de bu ülkenin sınıf mücadelesinde bir dönüm noktasıdır.
Ancak mücadele kazanılmış değil! Bir kere, Birleşik Otomotiv İşçileri (UAW) gibi ülkenin en büyük ve maalesef en bürokratik sendikaları, çok sayıda siyahî üyeden oluşan tabanlarına rağmen henüz ortalarda gözükmüyor. Taşların yerinden oynaması için bu örgütlerin desteği şart. Dahası, eylemde tuzu bulunan güçlü sendikaların kendileri de bürokratik yönetimlerden azade değil. Aksine, örneğin Teamsters sendikası, son yıllarda tabanla yönetim arasında sendikayı demokratikleştirmek için verilen yoğun mücadelelere sahne oldu. Bu durum göz önüne alındığında, bu büyük eylem dalgasının bürokrasinin tabanın baskısıyla verdiği büyük ve önemli bir ödün olduğu anlaşılıyor. Bunu eylemlerin önemini azımsamak için söylemiyoruz! Aksine, bir sonraki adımda karşımıza çıkacak engellere dikkat çekiyoruz.
Sendika bürokrasisinin hâlâ örgütlü işçi hareketinin sürücü koltuğunda oturduğu (eskisine göre çok daha rahatsız biçimde de olsa), 20 Temmuz eylemlerinin iki özelliğinden daha anlaşılıyor.
Birincisi, eylemlerin şekli, birleşik bir mücadele örneği göstermekten çok uzaktı. Bazı işyerleri tüm gün kapalı kalırken, diğerleri sadece dokuz dakikalığına iş bıraktı; daha başkaları ise tüm gün açık kaldı. Bu durum yalnızca işyerleri arasındaki örgütlülük düzeyi eşitsizliğini değil, aynı zamanda liderliğin bu eşitsizliği gidermek için çaba harcamadığını da gösteriyor. Bu eylem dalgasının bir genel greve dönüşmesinin önündeki iki büyük yasal engelin, yani 1947 tarihli Taft-Hartley Yasası ve çoğu sendikanın (Teamsters dahil) sözleşmesinde yer alan grev yasağı maddesinin hiçbir yerde dile gelmemesi de manidar.
İkincisi, eylemlerin siyasî mesajları çoğu kez işçi sınıfının somut talepleri olarak değil, patronların ve politikacıların vicdanlarına sesleniş olarak dile getirildi. Eylemi örgütleyenler, kendi web sayfalarında “seçimle işbaşına gelmiş yetkilileri ellerindeki otoriteyi kullanarak siyahîlerin refahı için kanunlar çıkarmaya” çağırdı. Los Angeles’ta eylemin merkezi, eski Demokrat Partili başkan Barack Obama’nın adını taşıyan bir bulvardı! Bunlar, sendika bürokrasisinin hareketi hâlâ Demokrat Parti’nin öksesine hapsetmeye çalıştığının işaretleri.
Her şeye rağmen, bu büyük kitlesel eylem, ABD’deki sınıf mücadelesinin seyrinde önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor olabilir. İşçi sınıfı ile Demokrat Parti arasında emniyet sübabı vazifesi gören sendika bürokrasisi, henüz sendikalar içinde tahtından edilmiş değil; ama gerilemekte. İşçi sınıfı ve işsiz kitleler hâlâ öz örgütlerine kavuşmuş ve kitlesel olarak isyana katılmış değil; ama bu yolda önemli adımlar atıyorlar. Bu adımların bir bütün olarak ırkçı kapitalist sistemi hedef alan bir genel grevle taçlanması, bizim umudumuz ve vazifemizdir!
Siyahî, Latino, Asyalı ve Beyaz, dünyanın tüm işçileri birleşin!