AKP grubunda ilân edilen Amerikan savaşına hayır!

Askerleri geri çekin, Suriye topraklarından çıkın!

Suriye’nin İdlib kenti etrafında Suriye ordusu ile HTŞ adlı El Kaide menşeli tekfirci mezhepçi örgütün başını çektiği gruplar arasındaki çatışmalar, Türkiye ile Suriye’yi iki devlet olarak topyekûn savaşın eşiğine getirmiş durumdadır. 5 Şubat’ta Erdoğan’ın Suriye hükümetine Şubat sonuna kadar Türkiye’nin oluşturduğu gözlem noktalarının gerisine çekilmesi için ültimatom verdiği konuşmasından bir hafta sonra yine Erdoğan, “bu süreçte gözlem noktalarındaki veya diğer yerlerdeki askerlerimize en küçük bir zarar gelmesi halinde bugünden itibaren İdlib’de ve Soçi Muhtırası sınırlarıyla bağlı kalmadan rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilân ediyorum” diyerek açıkça gerilimin topyekûn savaşa dönüşmek üzere olduğunu ortaya koydu.

Erdoğan, Türkiye’nin Suriye devleti ile topyekûn savaşa girmesine yönelik bu konuşmaları bir hafta arayla AKP’nin meclis grup toplantısında yapmıştır. Anayasa’ya göre savaş ilân etme yetkisi hâlâ ve sadece TBMM’dedir. Erdoğan’ın fiilen savaş ilânı anlamına gelecek açıklamaları AKP grup toplantısında yapması, başkanlık sistemi ile işlevsizleştirilen TBMM’nin sembolik anlamını dahi yitirdiği tarihsel anlar olarak kayda geçmiştir.

Gerekçeler gerçeklerle örtüşmüyor

Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan başlayarak Suriye’nin kuzeyinde bir güvenli bölge kurmak, bu bölgeye mültecileri ve Türkiye destekli silahlı grupları yerleştirmek, nihayet bu bölgede PYD’nin hakimiyetine son vermek istediği biliniyor. Bu politikada kullanılan silahlı gruplar Suriye iç savaşında ABD ile birlikte eğitilmiş, donatılmış ve himaye edilmiş gruplar. Bu grupların ana üssünü ise İdlib oluşturuyor. Türkiye, Suriye’de izlediği politikayı sürdürebilmek için bu grupları kullanmaya devam etmesinin Rusya ve Suriye ordusuna karşı bu gruplara kalkan olmasına bağlı olduğunu düşünüyor. Aksi durumda bu grupların, Erdoğan’ın Sünni dünyanın liderliği için rekabet ettiği Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin etki alanına girmesi kuvvetli bir olasılık. Yani yaklaşan savaşı haklı çıkarmak üzere ortaya atılan insani söylemler ve gerekçeler, gerçek durumu yansıtmıyor. Türkiye olası bir mülteci akınını Batı’dan destek almak üzere bir pazarlık kozu olarak öne sürmeye devam ediyor. Batı emperyalizmi ise Rojava’daki Kürt hareketine verdiği desteği Türkiye’yi kendi operasyonlarında kullanmak üzere bir şantaj malzemesi olarak kullanmayı sürdürüyor.   Türkiye’yi İdlib’de Suriye ve Rusya ile savaşın eşiğine getiren tehlikeli tırmanış, Türkiye’nin ABD emperyalizmi ve NATO’dan kopmadan, tam tersine emperyalizm ile eşgüdüm halinde yürüttüğü politikadan vaz geçmemesi yüzünden yaşanıyor.    

Provokasyon var deyip provokasyona gelmek/getirmek

AKP, Suriye politikasında sabıkalı bir geçmişe sahiptir. Dün Hatay’da Rus MİG 24 uçağının düşürülmesi ile ilgili yaşananlar bu halkın hafızasında canlıdır. O dönemde yine Suriye’de Türkiye’nin himaye ettiği grupları vuran bir Rus uçağının sınır ihlali gerekçesiyle vurulması “vatan savunması” olarak sunulmuştur. Erdoğan, Türkiye ve Rusya arasında gerilimi tırmandıran bu olaydan sonra, “aynı ihlal bugün yapılsa Türkiye yine bu karşılığı vermek zorundadır” demişti. Daha sonra Erdoğan, Rus uçağını vuran pilotlar için Pensilvanya bağlantılı olabilir dedi ve Rusya’dan resmi özür dilendikten sonra iki ülke arasındaki ilişkiler aylar sonra normalleştirilebildi. Bugün, aynı olay hakkında Erdoğan şöyle konuşuyor: “Rusya ile yaşadığımız ve bir provokasyon olarak kabul ettiğimiz, FETÖ'nün bizzat içinde olduğu uçak krizi, bizim açımızdan Suriye meselesini daha da karmaşık hale getirdi.”

Bugün Türkiye Rus uçağının düşürüldüğü dönemden nispeten farklı bir konjonktür içinde ama yine ve yeni bir provokasyon süreci içerisinde Suriye ile savaşa sürüklenmektedir. Erdoğan ve iktidarının bunun aksini iddia etmek için ne geçerli argümanları vardır ne de halk nezdinde itibarı kalmıştır. Kaldı ki son konuşmasında bizzat Erdoğan’ın kendisi provokasyondan bahsetmektedir. Erdoğan’ın sözleri şöyledir: “Bölgedeki muhalif gruplardan başıbozuk hareket ederek rejime saldırı bahanesi verenlere de artık tavizsiz davranacağımızın mesajını illettik. Geldiğimiz noktada artık kimsenin taşkınlığına, bağnazlığına, satılmışlığına, provokasyonlarına göz yumacak değiliz.”

Erdoğan’ın da itiraf ettiği gibi Suriye hükümetini “saldırı bahanesi” veren gruplar vardır. Bu grupların başında Türkiye tarafından da resmen terör örgütü olarak kabul edilen HTŞ bulunmaktadır. Bu gruplara karşı “artık tavizsiz” davranacağını söyleyen Erdoğan daha önce “tavizkâr” bir tutumda olduğunu itiraf etmektedir. Zaten bugün Suriye ve Rusya’ya “saldırı bahanesi” veren de bu tavizkar tutumdur. Rusya, Türkiye’yi Soçi mutabakatına uymamakla suçlamakta ve söz verdiği halde bu bölgede HTŞ’nin hakimiyetine son vermemekle itham etmektedir.

Türkiye’nin Suriye ile savaşın eşiğine gelmesinde bir “terör örgütü”nün provokasyonunun rol oynadığı neredeyse tüm tarafların ortak kabulüdür. Bunları gören ve söyleyenden, bu provokasyonu boşa çıkarması ya da en azından bu provokasyona gelmemesi beklenir. Aksi ya acizliktir ya da provokasyona alet olmaktır.

Provokatörün adı James Jeffrey

Dün Erdoğan’ın Pensilvanya bağlantılı olabilir dediği provokasyon, bugün doğrudan, resmi kanallar aracılığı ile ve herkesin gözleri önünde Washington’dan gelmektedir. Provokatörün adı James Jeffrey’dir. ABD’nin resmi Suriye özel temsilcisidir. Ankara’ya gelip basına Türkçe verdiği demeçte Türkiye’yi Rusya ve Suriye’den gelen tehdide karşı desteklemek istediğini söylemiştir. ABD’nin Türkiye’nin sırtındaki eli, desteklemek için değil, Türkiye’yi Suriye’de Amerikan savaşının içine itmek içindir. James Jeffrey Türkçe “şehitlerimiz” var derken ve baş sağlığı dilerken samimi ve iyi niyetli değildir. Tek bir Amerikan askerinin burnu kanamadan Türkiye’yi taşeron olarak kullanmayı planladığı bir kirli savaşın reklam kampanyasını yapmaktadır.

James Jeffrey, ABD’nin de resmen terör örgütü olarak nitelediği HTŞ için “bir süredir uluslararası tehdit oluşturduklarını görmedik” diyerek Türkiye’yi bu örgütü himaye etme konusunda teşvik etmektedir. ABD devleti Jeffrey’in bu sözlerini anında yalanlar ve Türkiye’yi bu örgütleri himaye etmenin tüm sorumluluğu ile baş başa bırakır. Burada ABD’nin amacı, Türkiye’yi uluslararası alanda, özellikle de Suriye ve Rusya’ya karşı kendi kendini savunamaz duruma düşürmek, NATO ve ABD himayesine mahkûm kılmaktır. Dün Türkmen Dağı’nda aynı grupları himaye etmesi için Türkiye’yi teşvik eden ABD, Rus uçağının düşürülmesi ile istediğini almıştı. Türkiye bir anda Rusya’nın karşısında NATO ve ABD’nin himayesine sığınmaya mahkûm hale getirilmişti. Bugün de aynı plan sahnededir.

Türkiye göz göre göre aynı oyuna gelmektedir. Trump, James Jeffrey’i Türkiye’ye gönderirken bir yandan da Barış Pınarı Harekâtı sırasında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Sönmez, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya uygulanan yaptırımları kaldırma kararı almıştı. Burada bile Türkiye’yi savaşa doğru sürükleyen süreçte ABD’nin şantaj mekanizmalarının devrede olduğu gözükmektedir. Ancak bu yaptırım kararlarının kalkması semboliktir. ABD, elinde Halkbank davası ve ekonomik yaptırım kozlarını şantaj malzemesi olarak tutmayı sürdürmektedir. ABD bir elinde havuç bir elinde sopa ile Türkiye’yi kendi savaşına sürüklemektedir.  

Amerikancı iktidar ve Amerikan muhalefeti Amerikan savaşında buluştu

ABD emperyalizmi “Fırat Kalkanı”ndan “Barış Pınarı”na adım adım Türkiye’yi Suriye tuzağına çekmiştir. Halka “terör koridorunu yıkıyoruz” diye sunulan politikalarla Suriye’de bir NATO koridoru inşa edilmiştir. Türkiye’nin sermaye sınıfı, emperyalist paylaşım masasındaki kırıntıları kapma hevesiyle bu politikalara destek çıkmıştır. Yani Türkiye sadece ABD’nin dışarıdan ittirmesiyle değil, emperyalizme göbeğinden bağlı sermayenin ve sermaye partilerinin işbirlikçiliği ile bu felakete sürüklenmektedir. Sermaye sınıfının farklı fraksiyonları, meşrebine göre Erdoğan’ın Rabiacı dış politikasına yer yer göz yummuş yer yer sponsor olmuştur.

Erdoğan ve AKP’nin Amerikancılığı aksi yöndeki tüm söylemlerine rağmen pratikte hiç şaşmamış; bu iktidar, taktik seviyedeki sürtüşme ve gerginlikler dışında ABD’nin stratejik çıkarlarına halel getirecek tek bir adım dahi atmamıştır. MHP’nin genlerine işlemiş emperyalizm işbirlikçiliğini Bahçeli “yansın Suriye, yıkılsın İdlib” diye Amerikan savaşına koşmazdan önce her fırsatta söyledik. General Hulusi’nin ABD’nin doğrultusunda hareket ettiğini görmek için, “bizdendir” diyen CIA iltisaklı düşünce kuruluşu Rand Corporation’un raporuna gerek yoktu. Boynundaki Amerikan liyakat madalyasına bakmak yeterliydi.    

Davutoğlu’nun müflis Suriye politikası yeniden sahneye çıkartılmıştır. Bugün Davutoğlu’nun kendisi muhalefette, fikirleri iktidardadır. CHP, Erdoğan’ı eleştiriyor ve Suriye ile savaşa karşı çıkıyor gözükmektedir. Öte yandan CHP’nin Amerikan ve NATO muhibbi dışişleri sorumlusu Ünal Çeviköz’ün nicedir vaaz ettikleri, Erdoğan’ın icraatında hayat bulmaktadır. İyi Parti, Erdoğan’ı yeterince iyi savaşmamakla eleştirerek NATO’cu milliyetçiliğin gereğini yerine getirmektedir. Burjuva düzen siyasetinde Amerikancı iktidar, Amerikan muhalefeti ile Amerikan savaşında buluşmuştur.

Emekçi halk zincirlerini kırmalı ve Suriye ile savaşa karşı birleşmeli!

Devrimci İşçi Partisi bu gelişmeyi ilk aşamasından itibaren öngörmüş ve ayrıntıları ile teşhir etmiştir. Bugün de Suriye ile savaş Amerikan savaşıdır diyerek “kardeş kavgasına hayır” diyoruz. Halkın ezici çoğunluğu da bu savaşı kendi savaşı olarak benimsememektedir ve Suriye ile savaştan değil, barıştan yanadır. Ancak halkın iradesi emperyalizmin, sermayenin ve istibdadın zincirine vurulmuş durumdadır. Türkiye, halkın iradesini zincire vuran ve milletin kaderini, kendi ikbalini sermayeye ve emperyalizme bağlamış bir avuç insanın kararlarına teslim eden istibdad rejiminden kurtulmalıdır! Bunu ancak işçi sınıfı ve emekçi halkın seferberliği sağlayabilir.

 

Devrimci İşçi Partisi