Erdoğan’ın ABD ziyareti: Eski sayfayı temize çekmek!
Erdoğan’ın ABD ziyareti sona erdi ve her zaman olduğu gibi iktidar yanlısı medya tüm süreci bir başarı öyküsü olarak sundu. Bu öykünün ana fikrini Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni ve olumlu bir sayfa açılması oluşturuyor. İktidar medyası ayrıntısıyla açıklayacağımız gibi sadece sıkıcı değil aynı zamanda gerçek dışı da olan bu öyküye elbette ki “senatörlere YPG dersi”, “Erdoğan mektubu iade etti” gibi yan hikayelerle heyecan katmak istedi. Bu sefer şans onların yanındaydı çünkü Trump’a yönelik azil süreci ilerlerken, muhalif tonunu arttıran Amerikan medyası da benzer bir öyküyü anlatıyordu. Örneğin CNN’de yapılan bir yorumda, Trump’ın Putin, Kim Jong Un gibi liderlere yakınlık gösterdiği söylendikten sonra “ancak hiçbir lider, Erdoğan kadar, Trump'tan istediğini elde edemedi" ifadesine yer verildi. Böylece CNN sadece kendisinin değil yandaş medyanın da manşetini atmış oldu.
Yeni sayfa mı? Eski sayfayı temize çekmek mi?
ABD kongresinden geçen ve iktidarın ciddi şekilde canını sıkan ekonomik yaptırımlar ve Ermeni soykırımı tasarısının senatodan geçici olarak dönmesi Erdoğan’ın başarı hanesine yazılıyor. Oysa işin gerçeği böyle değil. Çünkü bu tasarılar Türkiye’yi cezalandırmak için değil caydırmak için kullanılmaktaydı. Erdoğan Trump’ın hakaret içerikli mektubunu “geri takdim etmek” yerine kamuoyunun beklediği gibi diplomatik bir protesto niteliğinde iade etseydi, ABD’nin PYD/YPG’ye desteği ile ilgili propaganda videoları izletmek yerine bu ilişkinin sonlandırılmasına yönelik somut talepler iler sürmüş olsaydı, S-400’lerin aktive edilmeden paketli şekilde depoya kaldırılması ve Amerikan malı Patriotların alınması için pazarlık kapısını açmasaydı, Barış Pınarı harekat bölgesini ABD’nin çizdiği sınırların ötesine genişletmeye çalışsaydı ve bunlardan hiç olmazsa bazılarını karşı tarafa kabul ettirebilseydi, biz bunları tasvip etmesine etmezdik ama Erdoğan açısından durum elbette ki farklı olurdu. Yani özetle Erdoğan değil Trump istediğini aldığı için söz konusu tasarılar rafa kaldırıldı. Bu noktada yaptırımların iptal edilmediğinin bir kez daha altını çizelim. ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı James Risch’in “yaptırım tasarısını şimdi geçirmemek en iyisi” sözleri şu anda istediğini almış olan ABD’nin geleceği düşünerek sopayı elinde tuttuğunu gösteriyor.
Trump istediğini aldı Erdoğan görüntüyü kurtardı
Gerçekteki durum tam tersi olmasına rağmen Trump’ın Erdoğan’a yönelik tavizkâr bir görüntü vermesi sadece ABD’deki muhalifleri sinirlendirmiyor, Türkiye’deki Amerikan muhalefetini de hayal kırıklığına uğratıyor. O kadar zavallılar ki Trump’ın Hilal Kaplan’la “sen gazeteci olduğuna emin misin” diye dalga geçmesine sarılıp oradan kendilerine malzeme çıkartmaya çalışıyorlar. Sanki bu kişinin bir gazeteciden çok iktidar tetikçisi olduğunu Trump keşfetmiş gibi, sanki “sen hükümet için mi çalışıyorsun” sorusuna “keşke” cevabı veren Hilal Kaplan iktidar tetikçisi olmaktan gocunuyormuş gibi…
Oysa bunlar Trump’ın bilinçli bir şekilde uyguladığı politikalar. ABD’de muhalefet pozisyonundaki Demokrat Parti hatta Cumhuriyetçiler içinden de bir grup Trump’ı Kürtlere ihanet etmekle ve otoriter Erdoğan’a taviz vermekle suçlasa da, Trump sadece Rojava’nın değil muhtemelen Türkiye’nin bile haritadaki yerini bilmeyen geniş bir Amerikan seçmen kitlesi için bunların pek bir şey ifade etmediğini biliyor. Trump, bu kitleye tek bir Amerikan askerinin burnu kanamadan Türkleri ve Kürtleri önce savaştırıp sonra ayırdığını, Suriye’deki Amerikan çıkarlarının masraflarını da Amerikan vergi mükelleflerinin üzerinde alıp Türkiye hükümetine fatura ettiğini anlatarak destek topluyor. Trump istediğini aldıktan sonra bunun Erdoğan’ın propagandasına dönüştürülmesinden de rahatsızlık duymuyor. Bilakis “Erdoğan’ın hayranıyım” gibi laflarla bu propagandayı bizzat kendisi yapıyor. ABD’ye karşı “dik duruş” gösterilerine, “senatörlere verilen YPG” derslerine de özellikle sahne açıyor. Amerikan karşıtlığının yüzde 90’lara vardığı Türkiye’de, kendisine istediğini veren bir liderin biraz “Amerikan karşıtı” gözükmesinden zaman zaman efelenmesinden rahatsızlık duymuyor. Kafalar karışmasın diye arada hakaret mektuplarını basına sızdırıp efendinin kim olduğunu herkese gösterdiği sürece sorun yok.
ABD Türkü Kürdü birbirine kırdırıp böyle kazanıyor
Görünen ve halka gösterilenle gerçek arasındaki fark yine çok büyük. Türk ve Kürt halklarının arasına yerleştirilen düşmanlık tohumlarından ABD tümüyle yararlanmaya devam ediyor. Örneğin bir hafta önce PYD temsilcileri ABD kongresinde Türkiye ve ÖSO’nun savaş suçu işlediği iddiasıyla görüntüler yayınlayıp konuşmalar yaparken bir hafta sonra Türkiye’nin heyeti elinde videolarla geliyor. Trump, MİT’in videolarından etkilenmiş gibi yapıp iyi polisi, Senatör Lindsey Graham ise “ben de size Kürtlere yaptıklarınıza dair görüntüler gösterebilirim” diyerek kötü polisi oynuyor. Erdoğan, Mazlum Kobani teröristtir, Bağdadi’den farkı yoktur diyor, yanındaki kürsüden Trump duymazlıktan gelerek “General Mazlum’la yakın şekilde çalışmaya devam edeceğiz aynı Türkiye ile çalıştığımız gibi” diyerek kendisine hizmet edenler arasında ayrım yapmadığını söyleyip patronun kendisi olduğunu altını kalın şekilde çiziyor. Söyleyene değil söyletene bakacaksınız! Bağdadi’nin öldürülmesinden sonra General Hulusi ile General Mazlum neredeyse kelime kelime ortak açıklama yapmadı mı? İkisi de operasyon bizim desteğimizle oldu diyerek ABD’ye ve Avrupa kamuoyuna yaranmaya çalışmadı mı?
Emperyalizmden medet uman kaybediyor!
Sonuçta Trump istediklerini alırken, Erdoğan görüntüyü kurtardı ama yine kaybeden Türküyle Kürdüyle emekçi halk oldu. Türkiye’nin boynundaki emperyalist zincirler kırılmak bir yana git gide sıkılaşıyor. Bu zincirleri kıracak en ufak bir adım yok! ABD’nin stratejik çıkarlarıyla çelişen tek bir hamle yok! Tam tersine ekonomi giderek dolara bağımlı hale geliyor, Trump’ın “ekonominizi mahvederim” tehdidine karşı halk savunmasız bırakılmış durumda. İncirlik üssü yerli yerinde duruyor, vızır vızır işlemeye devam ediyor. En büyük güvenlik tehdidini koynumuzda beslemeye devam ediyoruz. Barış Pınarı harekatı tam da ABD’nin istediği gibi Türkiye ile Suriye’yi askeri olarak karşı karşıya getirdi. YPG’ye karşı girilen yerlerde TSK ve himaye ettiği gruplar, Suriye ordusu ile çatışıyor. ABD, PKK/YPG meselesini Rusya ve Türkiye arasındaki bir sorun haline getirdi arkasına yaslanmış keyifle Astana’nın yavaş yavaş çöküşünü izliyor. Rojava Kürtleri ise yerinden yurdundan oldu, ABD’nin himayesinden çıkmadan bir de Rus himayesine girdi. Kürtler, hürriyete ulaşmak şöyle dursun güvenliğinden endişeli ve geleceğini göremez bir halde. PYD/YPG ise tüm yaşananlara rağmen Trump’ın deyimiyle “petrolü güvenceye almak” için yeni görevine adapte olmuş görünüyor. Kürt halkı geri çekilen Amerikan zırhlı araçlarına patates fırlatırken, “General Mazlum” ABD’ye teşekkür üstüne teşekkür ediyor. İşte Türkü ve Kürdü birbirine kırdıran ABD böyle kazanıyor.
Kürtlerle barış ABD’yle savaş!
Türk ve Kürt emekçi halkları istediğini ne zaman mı alacak? Eşitlik ve kardeşlik temelinde barışıp ortak düşman ABD ve işbirlikçileri ile savaşarak tabii ki…