10 Ekim’in dördüncü yılında katillerden, işbirlikçilerden hesap sormak için birlik olmaya, örgütlenmeye, mücadeleye!
10 Ekim 2015'te işçi sınıfını, sendikaları ve meslek örgütlerini hedef alan Türkiye tarihinin en büyük katliamı gerçekleşti. En küçüğü sekiz yaşında bir çocuk olan 100’den fazla insanımız hayatını kaybetti, 500’den fazlası yaralandı. Bu katliamı yapanlardan da tedbir almayanlardan da kendi siyasi çıkarı için kullananlardan da hesap sormak, istibdadın pençesinden kurtulmak, tekfirci mezhepçi gericiliği bu topraklardan tümüyle silmek için mücadele hepimizin görevi.
Dört yıl önce 10 Ekim sabahı memleketin orta yerinde, ülkenin başkentinde, işçi sınıfını, sendikaları ve meslek örgütlerini hedef alan Türkiye tarihinin en büyük katliamı gerçekleşti. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla Ankara Garı kavşağında bir araya gelen binlerce emekçi, DAİŞ üyelerinin üç saniye arayla patlattığı iki bombanın hedefi oldu. En küçüğü sekiz yaşında bir çocuk olan 100’den fazla insanımız hayatını kaybetti, 500’den fazlası yaralandı.
Patlamadan sonra alana ilk gelen, içlerinde yaralıların da olduğu kalabalığa biber gazı ve tazyikli su ile saldıran polis oldu; ambulanslar ise patlamadan ancak 30 dakika sonra gelebildi. RTÜK tarafından süratle patlamaya dair yayın yasağı getirilirken, Twitter ve Facebook gibi sosyal medya platformlarına erişim engellendi. Saldırının ardından düzenlenen basın toplantısında İçişleri Bakanı Selami Altınok'a istifa edip etmeyeceği sorulduğunda yanında bulunan Adalet Bakanı Kenan İpek sırıtarak tepki verdi. Erdoğan ise saldırının kokteyl örgüt tarafından yapıldığını iddia etti
Katliamı değerlendiren dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu seçimlere gölge düşürülmek istendiğini, ancak saldırı sonrası yaptırdıkları anketlerde yükseliş trendi olduğunu söylemişti. Aynı Davutoğlu geçtiğimiz ay yaptığı bir açıklamada 10 Ekim katliamına giden süreci de içeren dönem için “Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz.” dedi. 10 Ekim ve başka katliamların arkasındaki gerçekleri bilerek ve bunların sorumluluğunu taşıyarak insan içinde dolaşmaları yetmiyormuş gibi halkın kanı üzerinden bir istibdad rejimi inşa ettiler. .
Ankara Katliamı önlenebilir ve tüm sorumluları yakalanabilirdi!
İki bombacıdan birisi kısa süre önce yaşanan Suruç katliamını gerçekleştiren intihar bombacısının abisiydi. Diğeri hakkındaysa daha önce Adıyaman Savcılığı tarafından El Kaide üyeliği sebebiyle soruşturma açılmış ve kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmişti. Her iki bombacı da dört aydır kolluk kuvvetleri tarafından resmi olarak aranıyordu. Üstelik katliamdan 25 gün önce mitinge saldırı olabileceği istihbaratına ulaşılmıştı ve saldırının, aralarında katliamı gerçekleştiren iki tekfircinin adının olduğu listedekilerce yapılacağı bilgisi de devletin elinde vardı.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi asıl faillerin yargılanmadığı, saldırıyı planlayan 16 sanığın firari olduğu, olay günü ve öncesine ait kamera görüntülerinde görünen ve katliamın planlayıcısı olan pek çok şahsın yakalama veya haklarında soruşturma başlatılması taleplerinin yok sayıldığı, saldırının gerçekleşmesinde ihmali veya kusuru olan kamu görevlilerinin dava dosyasına dâhil edilmediği bir yargılama gerçekleşti. Sonunda mahkeme sadece dokuz sanığa anayasal düzeni ihlâl ve öldürme sebebiyle ağırlaştırılmış müebbet verdi, yaralı haldeyken sonradan hastanede hayatını kaybeden kimse yokmuş gibi davrandı.
Şimdi silkinme, kendine gelme zamanı!
Fiili mücadelelerin gerileme yaşadığı, siyasetin bombalarla şekillendirildiği bir sürecin ardından; bugün kitlelerin yeniden içten içe kaynamaya başladığı, rahatsızlığını seçim sandıklarından, müzik notalarına kadar pek çok yolla dışa vurmaya başladığı, birbirinden kopuk veya henüz cılız da olsa pek çok işçi mücadelesinin ve sendikal mücadelenin ortaya çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir dönemde Türkiye ittifakı diye peşine düşülen şey bütün bu katliamları önlemek yerine iktidarını korumak için bombalara göz yumanlarla ittifak demektir. Normalleşme denen şey 100’den fazla canın hesabını sormaktan vazgeçmek demektir.
Yapmamız gereken kaybettiğimiz canların odalarda, meslek örgütlerinde, sendikalarda örgütlenmiş birer işçi, emekçi olduğunu, devrimcilerle omuz omuza bu ülkeyi değiştirme, barışı getirme inancıyla bir araya geldikleri meydanda katledildiklerini bir an bile aklımızdan çıkarmamaktır. İstibdadın pençesinden kurtuluş için de tekfirci mezhepçi gericiliği bu topraklardan tümüyle silmek için de çare; örgütlenmek, sendikalarda, grevlerde, mücadelelerde bir araya gelmek ve bu katliamı yapanlardan da tedbir almayanlardan da kendi siyasi çıkarı için kullananlardan da hesap sormaktır.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ekim 2019 tarihli 121. sayısında yayınlanmıştır.