Vişnelik’ten bataklığa*
Siyasi yol ayrımları bazen başlangıçta tarih bilinci zayıf insanlara “kılı kırk yarmak” gibi görünür. Gezi ile anılan halk isyanı sonrasında Türkiye solunun genel yönelişi ile Devrimci İşçi Partisi’nin çizgisinin birbirinden farklılaşması da böyle görünmüş olabilir. Halk isyanı durulduktan sonra bizim DİP olarak solun geri kalanından farklı tutum aldığımız iki sembolik olay yaşandı. İkisi ilk bakışta bütünüyle farklı görünüyor, ama aslında politik yöntem olarak çok ilişkili.
Bunlardan biri, Ağustos-Ekim 2013 arası, daha sonra Birleşik Haziran Hareketi’nin oluşmasıyla sonuçlanan ODTÜ Vişnelik toplantıları vesilesiyle ortaya çıktı. ÖDP’li arkadaşlarımız sağolsunlar, bu toplantılara bizi de davet ettiler. Gitmedik ve gerekçesini şöyle açıkladık: Halk isyanının CHP ile hiçbir ilişkisi yoktur. Bir burjuva partisinden unsurların bulunduğu bir birlik, isyanın devrimci dinamiklerine yanıt veremez. Tam tersine, isyanın enerjisi burjuva kanallarına akıtılmış olur.
ÖDP’li arkadaşlarımız bize kulak vermediler. Birleşik Haziran Hareketi bir dizi CHP’linin asli rol oynadığı bir hareket olarak kuruldu. Kuruluşu bir yerel seçim öncesindeydi. Şimdi beş yıl sonra yeni bir yerel seçime ÖDP’nin başkanlar kurulu üyesi Alper Taş CHP adayı olarak giriyor. Bu yazı yazılırken, Alper Taş’ın İyi Parti’yi ziyareti ve orada partililerle çektirdiği sıcak fotoğraflar gündem oluşturuyordu. Alper Taş bunu hak etmiyor. ÖDP, İyi Parti’nin, kendisinin ideolojik olarak hâlâ faşist harekete bağlı olduğunu açıkça söyleyen Mansur Yavaş’ın, Bucak aşiretinin liderlerinden bir toprak ağasının vb. aday olduğu bir listede seçime girmekle siyasi tarihinin en büyük hatasını yapmıştır. Ama hatanın tohumları ÖDP’nin Vişnelik toplantılarında halk isyanının dinamikleri ile CHP denen uyuşturucudan hayırlı bir bileşim çıkabileceğine dair yanılsamasında yatıyor.
Aynı dönemde sembolik anlamla yüklü bir başka olay daha yaşandı. Halk isyanından sonra 2013'te Eylül başında Karaburun Bilim Kongresi çok doğru bir iş yaparak çeşitli sosyalist parti ve çevrelerin başkan ya da sözcülerini bir panelde bir araya getirdi. O panelde Devrimci İşçi Partisi sözcüsü dışında herkes, artık gözlerimizi Mart ayındaki yerel seçimlere dikmemiz gerektiğini ileri sürdü. Buna bir de Kürt hareketinin halkın büyük mücadelesinden uzak durduğunun yadsınması ekleniyordu. Bazı sembolik diplomatik açıklama ve göstergeler, hareketin Kürt illerinde ağırlığını meydanlardan uzak tuttuğunu gizlemenin gerekçesi oldu. Bu tespitlere katılan birçok sosyalist akım da böylece bu yol ayrımında parlamentarist bir yolu seçmiş oluyor, bizim, HDK kurulalı beri söylediğimiz gibi, Marksizmi reddeden bir harekete iltihakta ısrar ediyordu.
Bugün gerek ÖDP’nin, gerekse HDP’nin içindeki sosyalist akımların nereye geldiği açıkça ortadadır. Bir ülke, hatta Türkiye ötesinde bir bölge sorunu olan Rabiacı istibdada karşı yerel seçimlerin çözüm olabileceği mitiyle oyalanıyor, hepsi CHP’nin mimarı olduğu ve içinde her türden faşist ve gericinin yer aldığı Millet İttifakı’nı destekliyorlar.
Bugün hükümetin ekonomik kriz karşısında izlediği politikaların, işçileri ve emekçileri yokluğa ve yoksulluğa mahkûm ettiği ve istibdadın adım adım her türlü özgürlüğü ortadan kaldırdığı ikiz gerçeklerini politikasının merkezine almayan sosyalist politika olamaz. İstibdada karşı “ekmek ve hürriyet” mücadelesi anahtardır. Bu ise ancak ülke çapında işçi ve emekçi sınıflara istibdad düzeninden nasıl kurtulunabileceğini gösteren bir politikayla yürütülebilecek bir mücadeledir. Sadece seçimde CHP’nin ve Millet İttifakı’nın peşine düşenler değil, kendi adaylarını gösterenler de toplumun önündeki bu ana sorunlara ilişkin herhangi bir çıkış yolu önermemektedir. Kimi soyut bir sosyalizm propagandasıyla esas olarak solculara, aydınlara ve gençliğe hitap etmekte, kimi yerel kooperatiflerle ilerlenebileceği hayaliyle oyalanmaktadır.
Devrimci İşçi Partisi, bu büyük ekonomik kriz karşısında işçi sınıfının ve emekçilerin ezdirilmemesi için bir Birleşik İşçi Cephesi’ni savunuyor. Meclisin, yargının, medyanın ve her tür ciddi muhalefet hareketinin zincirlerini göz önüne alarak “Zincirsiz Kurucu Meclis” şiarını yükseltiyor. Ve 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yapılan hiçbir seçimin meşruiyeti olmadığını halka bıkmadan ve usanmadan anlatıyor. Bütün bunların ışığında 31 Mart seçimlerini boykot etmeye çağırıyor. Bu politika, istibdada ve ekonomik krize burjuvazinin gerici güçleri arasında çözüm arayanlardan ve yerel seçimleri gerçek bir platform gibi sunanlardan farklı olarak, sosyalistlerin bugün izlemesi gereken politikadır.
* “Bataklık”, Fransız devriminde meclisin kürsüye en yakın alt sıralarında oturan ve burjuvazinin temsilcileri olan, meclisin en ılımlı, en uzlaşmacı siyasi grubuna verilen addır (Fransızcası “marais”). Kralla dahi diyaloga taraftardırlar. Buna karşılık, halka çok daha yakın olan ve daha devrimci olan Jakobenler, en arka (yani üst) sıralarda oturdukları için onlara “Montagnards” (“dağlılar”) denirdi.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2019 tarihli 114. sayısında yayınlanmıştır.