Devrimin 40. yıldönümü: İran İslam Cumhuriyeti’ne rağmen 1979 devrimini savunmak
11 Şubat 1979 tarihinde İran’da muhteşem bir halk devrimi gerçekleşti ve daha sonra devrimin içinden bir dini istibdad ortaya çıktı. Fakat dini istibdad 1979 devriminin doğal sonucu değildi. Devrim ve kazanımları köktenci İslamcı hareket tarafından çalındı. Bu sürecin gerçekleşmesinde sol ve toplumsal muhalefetin hatası da az değildi. Bu muhalefet iktidarı ele geçirme ufkuna sahip değildi. Kitlelerin yıkıcı gücünü gördü ama bu gücü kendi arkasına alabileceğine inanamadı.
Halk devrimini savunma savaşı yıllar önce kaybedildi ama İslam Cumhuriyeti’ne karşı kitlelerin isyanı hiçbir zaman dinmedi. Yoksulluğa, baskılara ve devlet şiddetine karşı ayaklanmalar zaman zaman dini istibdadı sarstı. 1990’lı yılların başında İslam Cumhuriyeti’nin neoliberal politikalarına karşı gerçekleşen halk isyanı, 2009 yılında doğrudan istibdadı hedef alan halk isyanı ve geçen yıl Ocak ayında yoksulların öfke dolu isyanı bu mücadelenin sürdüğünü göstermektedir. Halkın mücadelesi daha önce sarsılmaz görünen Pehlevi istibdadını yıktığı gibi dini istibdadı da yıkacaktır.
Kırk yıl önce 11 Şubat gününde tarihi bir gün yaşandı. O gün İran’da, yoğun kitlesel bir mücadelenin sonucu olarak bir devrim gerçekleşti. Pehlevi istibdadını hedef alan bir devrim.
İkinci Pehlevi, emperyalistlerin desteğiyle İran’da derin bir diktatörlük inşa etmişti ve bu güçlerin Ortadoğu’da kurduğu düzenin sürdürülmesinde önemli rol oynamaktaydı. 1979 devrimi ile birlikte, tüm varlığını petrol kaynaklarına ve emperyalizmin desteğine borçlu olan istibdad topyekûn yıkıldı. Emperyalist güçler halkın isyanına boyun eğmek zorunda kaldı. Başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin Ortadoğu’da kurdukları düzen bozuldu ve emperyalizmin bölgedeki hegemonyası büyük darbe aldı. Böylece Pehlevi rejiminin elindeki tüm güç kaynakları yeni bir düzen kurmak için ayaklanan devrimci bir kitlenin eline geçti.
Bu gelişmeler yeni bir dönemin başlayacağının habercisiydi. Korku ve baskı ortamı ortadan kalkmıştı. Özgür ve demokratik bir toplumun temelleri atılacaktı ve bunun hazırlıkları yapılıyordu. Yeni dönemin temelleri atılırken muzaffer devrimin özgürlük, bağımsızlık ve toplumsal adalet savaşçıları geleceğe umutla bakıyordu. Bir süreliğine de olsa devrim sayesinde geniş toplumsal örgütlenmeler ile sosyal ve demokratik haklar çerçevesinde önemli kazanımlar elde edilmişti. Gel gör ki bu yeni dönemin ilk günlerinden itibaren yeni bir istibdad yükselmeye başladı. Bu istibdadın kurucuları, devrimin içinden çıktı ve umudun elçisi olan devrimcileri ortadan kaldırarak yoluna başladı. Büyük halk devrimini kısa bir süre içinde İslami devrime dönüştürdü ve kitlelerin yumruğuyla yerle bir olan Pehlevi istibdadının yerine bir dini istibdad kurdu. Korku ve baskı ortamını daha şiddetli bir şekilde yeniden yarattı.
Pehlevi rejimine karşı mücadelede çok çeşitli örgütlenme biçimleri yer aldı. Siyasi örgütlerin yanı sıra işçi örgütleri, mahalle komiteleri ve esnaf birlikleri bu mücadelede önemli rol oynadı. Özellikle işçi sınıfının kendine özgü örgütlü mücadelesi, devrime giden yolda istibdada büyük bir darbe indirdi. Petrol sanayisi işçileri dönemin en örgütlü kesimiydi. 1978 yılı boyunca petrol sanayindeki büyük grevler istibdadı zor duruma soktu. Fakat yavaş yavaş kitleleri mobilize etme gücü Humeyni önderliğindeki İslamcı hareketin eline geçti.
Aslında yıllarca gerilla savaşı söylemi, muhalefet nezdinde hegemonik üstünlüğe sahipti. Bu durum devrime doğru ilerlerken değişti. Üyelerinin çoğunu gerilla savaşında kaybeden veya tutsak veren radikal grupların hem örgütsel hem de politik zaafı sonucunda, nihayetinde muhafazakâr liberaller ile köktenci İslamcı hareket kitleselleşen hareketin üzerinde hegemonyasını kurdu. Bir yandan Pehlevi rejiminin, ilerici hareketleri var gücüyle yok etme çabası diğer yandan ise geleneksel muhafazakârların maddi olarak güçlenmesi bu hegemonya kaymasını güçlendirdi. Sol ve radikal İslamcı grupların her türlü faaliyeti tamamen yasakken geleneksel İslamcı çevrelerin faaliyetleri büyük serbestlikten yararlanmaktaydı.
Pehlevi istibdadının devrilmesi ve saltanatın bitmesi halk devriminin büyük ölçekte kazanılmış olması demekti fakat Humeyni önderliğindeki İslamcı hareket tarafından kurulmaya başlanan yeni düzen devrimin henüz bitmediğini gösteriyordu. Devrimden sonraki üç yıl boyunca İran, devrimin kazanımlarını ele geçirmeye çalışan muhafazakârlarla bu kazanımları korumaya çalışan halk, siyasi örgüt ve grupların arasındaki savaşa sahne oldu. Humeyni önderliğindeki köktenci İslamcı hareket, giderek iktidarı tekeline aldı ve kanlı bir süreç sonrasında devrimde rolü olan tüm kesimleri iktidardan uzaklaştırdı veya tasfiye etti. Dolaylı ve dolaysız, kitlelerin iktidar mekanizmasına katılımını sınırladı hatta neredeyse ortadan kaldırdı. Devrimden birkaç yıl sonra, halkın elinde kalan tek hak, mollaların yürüttüğü dini istibdadda tüm devrimci kazanımlarından yoksun olarak yaşama hakkıydı. Halk, canla kanla, isyan ve direnişle kazandığı adalet, özgürlük ve demokrasiyi kısa süre içinde kaybetti. Köktenci İslamcılar halkın yıktığı düzenden daha gerici bir temelde İran İslam Cumhuriyeti adı altında yeni bir istibdad düzeni kurdu.
11 Şubat 1979 tarihinde İran’da muhteşem bir halk devrimi gerçekleşti ve daha sonra devrimin içinden bir dini istibdad ortaya çıktı. Fakat dini istibdad 1979 devriminin doğal sonucu değildi. Devrim ve kazanımları köktenci İslamcı hareket tarafından çalındı. Bu sürecin gerçekleşmesinde sol ve toplumsal muhalefetin hatası da az değildi. Bu muhalefet iktidarı ele geçirme ufkuna sahip değildi. Kitlelerin yıkıcı gücünü gördü ama bu gücü kendi arkasına alabileceğine inanamadı. En baştan kaderini kabul edip Humeyni’ye teslim oldu. Bu yüzden emperyalizmi kovmayı önündeki tek hedef olarak koydu. Humeyni ve yandaşları ABD karşıtlığı üzerinden anti-emperyalizm propagandasını tekeline geçirince tamamen silahsız kaldı. İslam Cumhuriyeti’ne karşı mücadelenin yolunu açabilme potansiyeline sahip fırsatları ise salt anti-emperyalizm bağlamında değerlendirerek, bazen de milliyetçiliğinden dolayı kaçırdı. İslam Cumhuriyeti’nin saldırısına hazırlanmadı ve savaşı kolayca kaybetti.
Halk devrimini savunma savaşı yıllar önce kaybedildi ama İslam Cumhuriyeti’ne karşı kitlelerin isyanı hiçbir zaman dinmedi. Bu doğrultuda toplumun farklı kesimleri, eline geçirdiği her fırsatı değerlendirmeye çalıştı. Yoksulluğa, baskılara ve devlet şiddetine karşı ayaklanmalar zaman zaman dini istibdadı sarstı. 1990’lı yılların başında İslam Cumhuriyeti’nin neoliberal politikalarına karşı gerçekleşen halk isyanı, 2009 yılında doğrudan istibdadı hedef alan halk isyanı ve geçen yıl Ocak ayında yoksulların öfke dolu isyanı bu mücadelenin sürdüğünü göstermektedir. Dini istibdadı devrimin doğal sonucu olarak görenler ve gösterenler aslında halkın ayaklanmasından korkanlardır. Bu düzen halkın eliyle yıkılırsa yerine daha kötü bir düzen kurulacaktır diyenlerin büyük bir kısmı emperyalist güçlerin terbiye ve saldırı politikasından yana saf tutanlardır. Fakat halkın mücadelesi daha önce sarsılmaz görünen Pehlevi istibdadını yıktığı gibi dini istibdadı da yıkacaktır. Son yıllarda Tunus ve Mısır devrimlerinden gördüğümüz gibi halkın yıkıcı gücü daha da kuvvetli şekilde kendini gösterebilmektedir. 1979 İran Devrimi ile Tunus ve Mısır devrimlerinden de gördüğümüz gibi devrimcilerin üzerine düşen bu zaferi örgütlemektedir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2019 tarihli 113. sayısında yayınlanmıştır.