Küresel kriz sinyallerini izlerken

Mahfi Eğilmez’in yorumu ile başlayalım. Eğilmez, medyadaki diğer ekonomi yazarları ile karşılaştırıldığında şüphesiz çok daha kaliteli ve deneyimlidir. Gelişmeleri yakından izlemek ve ana akım iktisadi analizin araçlarını etkili bir biçimde kullanmakla kalmaz, ayrıca değerlendirmelerini de anlaşılır bir biçimde okuyucuya aktarmasını bilir. Bakalım, son borsa dalgalanmalarını nasıl yorumlamış?

“Son günlerde finansal piyasalarda ters rüzgârlar esmeye başladı…

FED’in … parasal sıkılaştırmaya başlamış olması ve Trump’ın vergi indirimlerinin yaratacağı enflasyonist baskıya karşılık üç veya dört kez faiz artırımı yapabileceği beklentisinin egemen olması tahvil sahiplerinin ellerindeki düşük faizli tahvilleri satmalarına yol açtı.

… Gelişmiş ekonomilerin makroekonomik verilerine bakıldığında piyasalardaki bu çöküşü açıklayacak bir olumsuzluk görülmemekle birlikte geçmişte yaşanan ve çok da güçlü bir temeli olmayan aşırı risk iştahının hızla kaybolmasının bu sonucu yarattığı düşünülüyor.

Malum, Dünya gazetesi de kağıt rengi ile, şununla bununla Türkiye’nin Financial Times’ı olmak için didinip duran –ama, bir türlü başaramayan– bir ekonomi gazetesi. Borsadaki düşüşlere ilişkin haberde Eğilmez’in atladığı bir konuya değiniyor ve düşüşün nedenlerinden söz ederken özellikle “(9 Şubat) günü açıklanan istihdam raporundaki güçlü ücret artışının enflasyon ve faiz artırım endişelerini artırması”na vurgu yapıyor.

Eğilmez, Dünya gazetesinin aksine “gelişmiş ekonomilerin makroekonomik verilerine bakıldığında piyasalardaki bu çöküşü açıklayacak bir olumsuzluk görülme(diğini)” söylüyordu. Hem haklı hem de değil. Nedeni de, ana akım iktisat perspektifinden bakması. Hatta, tam bakamaması!

Kısaca açıklayalım: Dünya gazetesinin de söz ettiği gibi 9 Şubat’ta ABD’de açıklanan iki makroekonomik gösterge büyük ölçüde borsadaki telaşın nedeni. İlk gösterge, düşük işsizlik (yüzde 4.1), diğeri ise ortalama saat ücretlerinde geçen yılın ocak ayına göre gözlemlenen yüzde 2.9’luk artış. Yani, Eğilmez’in de belirttiği gibi makroekonomik olumsuzluk değil, olumluluk söz konusu. Oysa, ana akım iktisat işsizlikteki düşüşün ilkin ücretleri sonra da tüketimi arttıracağını ve de dolayısı ile enflasyonun körükleneceğini söyler. Enflasyonun panzehri olarak da Merkez Bankası’nın faiz hadlerini yükseltmesi önerilir. Bu bağlamda, Eğilmez Trump’ın vergi indirimlerine değinirken ABD’de gözlemlenen işsizlikteki düşüşe ve ücretlerdeki artışa değinmemeyi tercih etmiş.

***

Bu yazının konusu ana akım iktisadın eleştirisi değil. İşçiler için olumlu bir gelişme olan işsizlikte düşüşün borsadaki spekülatörler tarafından olumsuzluk olarak algılanması tabii ki sistemin yapısından kaynaklanıyor. Bizim esas ele almak istediğimiz konu, işçiler için bir başka olumlu gelişme olan ücretlerdeki artış niteliği. Gerçekten, ücretler herkesin sorgusuz sualsiz kabullendiği ve de davranışlarını o kabule göre belirlediği kadar artmış mıdır? İki önemli habere dayanarak bu soruyu cevaplayalım.

ABD’de ücret ve istihdam verilerini Çalışma Bakanlığı’na bağlı bir birim olan BLS (Bureau of Labor Statistics) toplar ve yayımlar. Bu veriler arasında bütün ücretliler için ve ücretlilerin fiili olarak üretimde çalışan ve denetim fonksiyonu olmayan (production/non-supervisory) kesimi için ortalama saat ücreti verileri mevcut. Nedense (!), BLS ücretlilerin geri kalanı, yani üretim dışı çalışan ve denetim fonksiyonu olan (non production/supervisory) kesimi için ise veri yayımlamıyor. Left Business Observer’dan Doug Henwood, son yayımlanan ücret artışı haberinden sonra BLS’in ortalama saat ücreti verilerini ayrıştırarak, aşağıdaki şekil ile her iki kesimin ücret artışından ne kadar yararlandıklarını gösterdi. Henwood’un ortalama ücret artışının işçilerin çoğunluğu için (yüzde 80) söz konusu olmadığını, artışın sadece işçileri denetleme, yönetme fonksiyonunu üstlenmiş küçük bir kesim için geçerli olduğunu ortaya çıkarması haklı olarak çok ilgi topladı.

Ücret artışlarına ilişkin ikinci haber New York Times’dan. Patrica Cohen’in haberine ve Aon Hewitt adlı insan kaynakları danışmanlık şirketinin topladığı verilere göre, 1992’den beri şirketler ücret artışları yaparken daha çok bir defalık ikramiye yolunu tercih ediyorlarmış. Temel ücret, dolayısı ile kalıcı ücret artışları önceki yıllarda bir defalık ikramiye artışlarından fazla iken, özellikle 2008 sonrası ciddi bir biçimde azalmış. Ve, son yıllarda Eğilmez’in deyişiyle “makroekonomik veriler(e) bakıldığında … bir olumsuzluk görülmemekle birlikte” temel ücret artış payları hâlâ 2008 seviyesini yakalayabilmiş değil! Aşağıya aktardığımız şekilden de açıkça görüleceği üzere ücret “artışlarının” arkasındaki garabet adeta sus payı olarak verilen bir defalık ikramiyeler. Kısacası, ekonomik büyümenin faturası yine işçilere çıkarılmış, “olumlu” gidişattan nasibini alamayan yine onlar olmuş!

***

Borsalarda yaşanan son düşüşler, simsar ağzı ile söyleyecek olursak, “düzeltme”ler neyin sinyali? Muhtemelen, yakın gelecekte yaşanacak benzer borsa dalgalanmalarının; daha sonra da, ciddi bir çöküşün. Bu balonun ömrü de bu kadarmış. Yeni kapitalizm adeta suni teneffüsle ayakta kalan balonlar kapitalizmi. Bundan sonra organik olanının geri gelmesini beklemeyin. Bizden söylemesi.

Bu yazı daha önce Gazete Duvar'da yayınlanmıştır.