OHAL'de güçsüze çile, patrona tahliye!
15 Temmuz davaları birbiri ardına görülmeye devam ederken, cemaatçi patronların da ardı ardına tahliye edilmesi büyük tepki doğurdu. En büyük tepkiyi doğuran ise, AKP'li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın damadı Ömer Faruk Kavurmacı'nın tahliye edilmesi oldu.
Yüzlerce ölümcül hasta hapishanelerde, uyku apnesi çeken patron tahliye
Kavurmacı için mahkemeye sunulan raporlar özel Acıbadem Hastanesi'nden alınmış. Acıbadem Hastanesi Kavurmacı'yı muayene etme gereği bile duymadan, 2005, 2009, 2010 yıllarına ait, aralarında uyku apnesi ve şeker hastalığına dair raporların bulunduğu evrakı dikkate alarak tutuklunun “yalnız kalmasının, oruç tutmasının ve elektronik cihaz kullanmasının" sakıncalı olduğuna dair bir rapor tanzim etmiş. Mahkeme işte bu raporu dikkate alarak Kavurmacı'yı tahliye etti. Hâlihazırda hapishanelerde aralarında çok sayıda ilerlemiş kanser hastalığı olanların da bulunduğu yüzlerce (bir hesaplamaya göre 283'ü ağır toplam 783) hasta mahpus varken, açlık grevi yapan eğitimciler kritik aşamayı geçtikleri 80'li günlerde tutuklanırken, Kavurmacı'nın tahliyesinin açıklanabilir bir yanı olmadığı açıktır.
Gazetecilerin tahliyesine "saygı duymuyor", Kavurmacı'nın tahliyesinde "yargı süreci devam ediyor"...
Erdoğan, tepkiler karşısında "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın damadı yargıya intikal etmiş bir durumu var. Bizim burada müdahale etmemiz, söz konusu değil. Kaldı ki beraat değil denetimli serbestlik var. Yargılanma süreci devam ediyor. AK Parti’yi kimse bu konuda suçlayamaz, kimsenin hakkı da haddi de değildir" sözleriyle tahliyeyi onayladığını ortaya koymuştur. Zira Erdoğan onaylamadığı yargı kararları ile ilgili bu kadar saygılı bir tutum benimsemiyor. Tepkisini net şekilde ortaya koyuyor. Örneğin Anayasa Mahkemesi'nin iki gazetecinin tahliyesine yönelik kararının ardından "Anayasa Mahkemesi'nin almış olduğu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum" demişti. Erdoğan'ın beğenmediği yargı kararlarına ilişkin gösterdiği tepkilerin sayısız örneği var. Bu örneklerle kıyaslandığında Erdoğan'ın Kavurmacı'nın tahliyesinden herhangi bir rahatsızlık duymadığı açıkça görülüyor.
Kavurmacı'dan sonra baklavacı ve bankacılar da serbest!
En tepeden yeşil ışık yanınca patron tahliyelerinin ardı arkası da kesilmedi. Kavurmacı'dan 10 gün sonra Seyitoğlu baklavalarının patronlarından darbeden ve terör örgütü üyeliğinden 15 yılla yargılanan Gaziantepli Serdar Seyitoğlu tahliye edildi. Ertesi gün Kayserili Boydak Holding'ten Hacı Boydak tahliye edildi. Bir sonraki gün Samsunlu patronlardan Fethullah Gülen cemaatinin Uluslararası Yöneticiler Derneği imamı olduğu söylenen Yavuz Düz, bir hafta sonra da Bank Asya yönetim kurulu başkanı Erhan Birgili serbest bırakıldı. Özellikle Bank Asya'dan fatura ödeyenin bile açığa alınıp, ihraç edildiği bir ortamda bu bankanın yönetim kurulu başkanının tahliyesinin adalet ve hukukla ilgisi olmadığı gayet açık şekilde gözüküyor.
TÜSİAD'a güvence mi veriliyor?
Aslında 15 Temmuz’un ardından patronların, zengin ve hatırlı yakınları olan cemaatçilerin serbest bırakılmasına pek çok kez şahit olduk. Ancak 16 Nisan referandumunun ardından bu örneklerin artması ve çok daha çarpıcı hale gelmesi söz konusu. Erdoğan'ın tutumu da dikkate alındığında bir hukuk sürecinden değil siyasi bir yönelişten bahsetmek mümkün. Bu noktada akıllara TÜSİAD'ın 16 Nisan akşamı verdiği muhtıra ile OHAL'in kalkmasını istemesi geliyor. Dertleri kısmen Avrupalı emperyalist dostlarına yaranmak olsa da cemaatçi patronların başına gelenlerin, şirketlere atanan kayyumların kendilerinde de bir tedirginlik yaratması çok doğal. Örneğin cemaatçi patron Memduh Boydak aynı zamanda TÜSİAD yönetim kurulu üyesiydi ve halen tutuklu olarak yargılanıyor. Bu anlamda cemaatçi patronların tahliyesi için düğmeye basılmasının TÜSİAD saflarında da memnuniyetle karşılanmış olduğu kolayca tahmin edilebilir. Bu da onların “OHAL kalksın” talebi konusunda sessiz kalmalarını kolaylaştıracaktır.
* * *
Erdoğan'dan patronlara: "OHAL önünüzü açıyor. Öyle ikide bir grev bilmem ne yok..."
Erdoğan, Mayıs ayında TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında konuşurken büyük patronların OHAL’in kaldırılmasına dair taleplerine ilişkin olarak, “OHAL konusundaki endişelerinizi anlamakta zorlanıyorum. OHAL işadamlarının neyini engelledi?” demişti. Demokrasi meseleleri sadece patronların çıkarı açısından ele alınabilir zahir!
Şimdi Haziran başında MÜSİAD toplantısındadaha da ileri gitti. Daha önce OHAL’in patronlara “engel olmadığını” söylemişken, şimdi destek olduğunu iddia etti. Sermaye çevrelerinden OHAL'in kaldırılmasını isteyenlere sitem ederek bu uygulamanın patronların önünü açtığını söyledi. OHAL'in patronların nasıl önünü açtığına dair "öyle ikide bir kalkacak, hemen grev, bilmem ne, kusura bakma arkadaş" diyerek grev yasaklarını örnek gösterdi. Burada bir itiraf var. Erdoğan, OHAL'in patronların önünü açtığını söyledikten hemen sonra grev yasaklarından bahsediyor. Yani EMİS, Asil Çelik, Akbank ve Şişecam grevlerinin yasaklanmasında Bakanlar Kurulu kararlarında ifade edilen "milli güvenlik" gerekçesinin bir bahane, esas amacın patronların önünü açmak olduğu açıkça ortaya çıkıyor.
Erdoğan, daha sonra OHAL'in sadece teröre ve teröriste karşı olduğunu söylüyor ama gerçekler hiç de öyle değil. Her şeyden önce grevleri yasaklanan işçiler terörist değil, alın teri ile eve ekmek götürmeye çalışan, ancak devleti arkasına alıp emekleri üzerine çöreklenen sömürücülere karşı mücadele eden onurlu insanlar.
Yine pek çok kamu çalışanı sadece muhalif görüşleri dolayısıyla işten atılıyor, hükümeti eleştiren gazeteciler, barışçıl protesto düzenleyen gençler içeri atılıyor. Son olarak açlık grevi yapan eğitimciler de tutuklandı. Büyük çoğunluğunun haklarında bırakın bir delili, açılmış bir dava bile yok. Oysa Kavurmacılar, baklavacılar bilumum cemaatçi patron, para babası, ihaleci birbiri ardına tahliye ediliyor. OHAL sadece grev yasaklarıyla patronların önünü açmıyor, son dönemde hapishanelerin çıkış kapıları da patronlara, para babalarına ardına kadar açılmış durumda.