Hollanda: Wilders muhalefette, fikirleri iktidarda!
Hollanda Mart ayında bizde portakal katliamı dolayısıyla gündeme geldi ama tam da o çatışmalı günlerde ayrıca bir seçim yaşadı. O gerginliğin de seçimle yakından ilişkisi vardı. 15 Mart’ta düzenlenen genel seçimlerin esas önemi, Geert Wilders adında açık biçimde Müslüman düşmanı bir liderin yönettiği, adı ironik şekilde Özgürlük Partisi (PVV) olan ön-faşist partinin birinci gelip gelmeyeceği sorusu etrafında düğümleniyordu. Bu, ön-faşist aday Marine Le Pen’in performansının merakla beklendiği Fransız Cumhurbaşkanlığı seçimleri bakımından önemli bir işaret fişeği olarak kabul ediliyordu.
Wilders, 2015 yazının mülteci krizinden 2017 Şubat ayına kadar kamuoyu yoklamalarında önde göründüğü halde seçimden ikinci çıktı. Seçimi başbakan Mark Rutte’nin merkez sağcı partisi kazandı. Rutte %21 (33 milletvekili) oy alırken, Wilders %13’te (20 milletvekili) kaldı. Bu, zor sorunların kendiliğinden hallolmasına çok meraklı yumuşak sola ve burjuva demokratlarına bir nefes alma olanağını verdi. Sanki dünya çapında ön-faşizmin yükselişi küçük Hollanda’nın seçimleriyle sona ermişti.
Oysa Wilders aslında bu seçimle önemli bir atak yapmıştı. Oyunu %10’dan 13’e, milletvekili sayısını ise 15’ten 20’ye çıkartmıştı. Daha önemlisi şuydu: Başbakan Mark Rutte’nin başarısı, seçimin hemen öncesinde, halk tarafından Müslüman ülkesi olarak görülen Türkiye ve Hollanda Türkleri ile giriştiği “düello”daki kararlılığından kaynaklanıyordu. Göçmen Türk işçilerine vurulan coplar Rutte’ye oy diye dönmüştü! Dahası, oylarını 4 puan arttırarak 19 milletvekili kazanan üçüncü sıradaki Hıristiyan Demokrat parti, neredeyse Wilders’in görüşlerini savunmuştu seçim kampanyası boyunca. Yani Wilders muhalefette kalmıştı ama fikirleri iktidarda idi!
Hollanda, Almanya ile birlikte Avrupa’nın (şimdilik) ekonomik bakımdan en iyi durumdaki ülkelerinden biri. Bu ülkede Wilders’in partisinin ikinci sıraya yükselmiş olması bile günümüzün nasıl karanlık bir dönem olduğunu kanıtlıyor. Fransa ise düşük büyümesi ve yüksek işsizliği ile bambaşka bir sosyo-ekonomik ortam oluşturuyor. Faşist mikrobun çok daha kolay büyüyebileceği bir ortam. Marine Le Pen ise Wilders’ten çok daha usta bir politikacı. Wilders seçim kampanyasında ortadan kaybolmuştu. Bütün televizyon tartışmalarından kaçtı. Marine Le Pen seçim kampanyasının merkezinde yer alıyor. Kimse ön-faşist vebanın mücadelesiz, kendiliğinden buharlaşacağını beklemesin.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Nisan 2017 tarihli 90. sayısında yayınlanmıştır.