“Umut Zirvesi”: Umudumuz emperyalistlerde değil, işçi sınıfındadır!
İstanbul’da 23-24 Mayıs tarihlerinde Türkiye’nin ev sahipliğinde Birleşmiş Milletler Dünya İnsani Zirvesi yapıldı. Sistemin en büyük trajedilerinden savaş ve mülteci krizi konusunda yeni bir süreç başlatmak vaadiyle yapılan zirvenin ana konuları; çatışmaları önlemek ve sonlandırmak, savaş hukukuna saygı, ihtiyaçlar için mücadele, ihtiyaçları ortadan kaldırmak için farklı bir yol ve insanlığa yatırım yapmak idi.
Seçilen konulara tezat bir şekilde zirve, Erdoğan'ın bir ikbal savaşı yürüttüğü, gerekirse evleri uzaktan bombalayarak yerle bir edin dediği, yasal dayanağı olmayan fiili bir OHAL'in uygulandığı Kürt illerinde, katledilen gerillaların bedenlerini zırhlı araçlar arkasında sürükleyen veya çırılçıplak teşhir eden güvenlik güçlerine sahip Türkiye’nin ev sahipliğinde yapıldı. Katılımcılar ise zirvenin konusu olan Ortadoğu’daki mezhepçi savaşı yaratan emperyalist kapitalist sistemin baş temsilcilerindendi. Zirvenin ev sahipliğinin Türkiye’ye verilmesinin sebebi ise Türkiye’nin savaş bölgelerine yolladığı insani yardımların bolluğuydu. Bu “yardımların” ne kadarının silahlı tekfirci-mezhepçi çetelere gittiği ise göz ardı edilirken, bu grupların Türkiye-Suudi Arabistan-Katar üçlüsü tarafından silahlandırılmış olduğu dünya kamuoyunun bildiği bir gerçek.
Erdoğan ve AKP’nin gayri resmi propaganda aracı Yeni Şafak gazetesi 24 Mayıs tarihli sayısında zirveyi “Umut Zirvesi” tanımıyla manşetine taşıdı. Takvim gazetesi ise aynı tarihli sayısında zirveyi “Dünyaya İnsanlık Dersi” başlığıyla haber yaptı. Zirvede Tayyip Erdoğan “Büyük bir iftiharla belirtirim ki, ister Suriyeli, ister Iraklı, kim olursa olsun kapımızı hiçbir zaman insanlığa kapatmayacağız.” sözleriyle adeta şov yaptı.
Ne zirveye ev sahipliği yapmakla övünen Türkiye, ne de diğer katılımcılar milyonlarca insanı evlerinden kilometrelerce uzağa göç ettiren savaşa karşı “umut” olamaz. Ortadoğu’da pamuk ipliğine bağlı bir ateşkesin yarattığı durgunluğun aldatıcı olduğu defalarca dile getirdiğimiz bir gerçek. Defalarca ihlal edilmesine rağmen güç bela sürdürülen ateşkesin ömrü giderek kısalıyor. Haftalardır Kilis’e düşen bombalar bunun en yakınımızdaki göstergesi. Böyle bir süreçte Ortadoğu’ya barış getirebilecek tek bir şey var: o da sınıf mücadelesi. Emperyalistlerin Ortadoğu’da yarattığı pisliği ancak işçi sınıfı temizleyebilir.
Ev sahibi Türkiye ise zirveden günler önce başka bir “temizliğe” başladı. Türkiye’de yaşan 2,6 milyondan fazla Suriyeli mültecinin yaşadığı biliniyor. AKP’nin ısrarla mülteci statüsü vermediği, mülteci haklarından mahrum bıraktığı 2,6 milyonun üzerinde insanın ne koşullarda yaşadığı hepimizin gözleri önünde. Dünya İnsani Zirvesinde uluslararası kamuoyunda kaybettiği itibarını bir nebze geri kazandıracak bir şov yapmaya hazırlanan Türkiye’de mülteciler küçük gruplar halinde araçlara bindirilerek, şehir merkezlerinden zorla kamplara götürüldüler. Bunun bir örneği 10 Mayıs’ta sabah erken saatlerde Tarlabaşı’nda yaşayan 4 Suriyeli ailenin polis ve zabıta zoruyla evlerinden Osmaniye’de bir kampa götürülmeleri oldu.
Mültecilerin zorla götürüldükleri kamplarda nasıl koşullarda kaldıkları, nasıl bir muameleye maruz kaldıkları bugün sık sık gündeme geliyor. Özellikle kadınların maruz kaldıkları taciz ve tecavüz tehditleri, ailelerin yaşadıkları sağlık sorunları kampların yaşanmaz yerler olduğunu gösteriyor. Sayısını tam olarak bilemediğimiz bir sürü insan, AKP’nin itibarı için, kaldıkları şehir merkezlerinden zorla o kamplara taşınıyor ve alıkonuluyor.
Zirvenin mültecilere de, Ortadoğu’da savaş bölgelerinde yaşayanlara da umut olmayacağı işte bu ikiyüzlülüğünden bellidir. Temizlenmesi gereken kötü koşullarda, evlerinden bu kadar uzakta yaşayan mülteciler değil, onları göçe zorlayan savaşı yaratan emperyalizmdir. Bu yüzden daha önce de vurguladığımız şiarı hatırlatıyoruz; çözüm mültecilerden kurtulmak değildir, mültecilerle birlikte düzenin pisliğinden kurtulmaktır! Mültecilerin haklarını savunmalı, acil ihtiyaçları için taleplerimizi yükseltmeliyiz. İşçi sınıfı savaştan kaçan mültecilerle dayanışma içinde olmalıdır. Ama aynı zamanda mültecilerin hakları için verdiğimiz mücadeleyi, emperyalizme ve kapitalizme karşı kavgamızla birleştirmeliyiz. Mülteci krizine de, Ortadoğu’da mezhepçi savaşa da temelli olarak son verecek tek güç olan işçi sınıfı siyaset sahnesine çıktığı zaman; işte o zaman umuttan bahsedebiliriz!