Cannes Nuri Bilge Ceylan’ın, Fransa Marine Le Pen’in!
Avrupa Parlamentosu, Avrupa kıtasını Avrupa Birliği çerçevesinde ekonomik ve politik bakımdan bütünleştirmeyi hedefleyen bir kurum olarak tasarlanmıştı. Bu seferki Avrupa Parlamentosu seçimleri tam karşıt yönde bir etki yarattı: Avrupa’yı dağıtmayı hedefleyen güçlerin ve dinamiklerin sesini duyurduğu bir platform oldu.
Geçtiğimiz Pazar günü (25 Mayıs) yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, Avrupa Birliği’nin (AB) en önemli bazı ülkelerinde birlik karşıtı partilerin zaferi ile sonuçlandı. Fransa bu konuda elbette en çok üzerinde durulması gereken ülke. Tam usta yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın Fransa’nın büyük sinema festivali Cannes’da Altın Palmiye’yi aldığı gün, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ırkçı ve faşizme yakın bir parti olan Marine Le Pen önderliğindeki Ulusal Cephe (Front National-FN) neredeyse 40 yılı bulan tarihinde ilk kez yüzde 26 oyla ülkenin birinci partisi haline geldi. Ceylan ödülünü Gezi şehitlerine ve Soma katliamının kurbanlarına adamakla alkışlanacak bir jestte bulundu. 1982’de aynı ödülü kazanan Yılmaz Güney’le aynı siyasi pozu sergilemesi Güney’in devrimci siyasi konumunun Türkiye burjuvazisi nezdinde hiç de hoş karşılanmadığı hatırlanırsa, çok cesur bir davranıştı. Ama konuştuğu ülkede her dört kişiden birinin, eline kuytuda bir göçmen işçi Arap gencini geçirse işini bitirebilecek militanlara sahip bir partiye oy verdiğini de unutmamak gerekir. Türkiye o kadar da “yalnız ve güzel” bir ülke değil. Her ülke kadar özel ve güzel. Yalnızlığa gelince orada da ayrıksı değil: Birçok başka ülke ile birlikte gerici siyasi akımlara sahip!
Fransa da yalnız değil. Britanya’da da AB karşıtı bir parti, yüzde 27,5 oyla hem iktidardaki Muhafazakârları, hem de Muhalefet’teki İşçi Partisi’ni geride bırakarak birinci parti oldu. Partinin adı bile ne istediğini açık seçik ortaya koyuyor: United Kingdom Independence Party (UKIP), yani Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi! Bu partinin yükselen gücü, Britanya’nın AB konusunda her zaman kuşkucu olan Muhafazakâr çevrelerini de gittikçe daha fazla AB’den uzaklaşmaya itiyor. Başbakan David Cameron 2015 için AB referandumu dahi önemiş bulunuyor.
Avrupa’nın Fransa ile birlikte iki sürükleyici ülkesinden biri ve ekonomik bakımdan dinamosu olan Almanya’da beliren AB karşıtı eğilimler bunların yanında gölgede kalıyor, ama orada da dikkat çekici bir gelişme var. Alternative für Deutschland (AfD, Almanya İçin Alternatif) adını taşıyan yepyeni bir parti, oyların yüzde 6’sını alıp AP’ye ilk kez 7 temsilci yollama hakkını elde etti. Gerçi AfD AB’ye değil avroya karşı, ama avronun AB için çok önemli bir köşe taşı olduğunu unutmaya olanak yok.
Bunlar büyük ülkeler. Avrupa’nın daha birçok ülkesinde faşizm büyük bir atılım yaptı. Burjuva düzeninin medyası bu partileri hep gerçek doğalarını saklayacak sıfatlarla anıyor. Mesela “göç karşıtı” diyor, “ırkçı” demesi gereken yerde. Mesela “aşırı sağ” diyor neo-faşist, ön-faşist (ya da proto-faşist), faşist, hatta Nazi demesi gereken yerde. Herhalde bu alanda Fransa ile yarışabilecek ülke Danimarka. Bütünüyle ırkçı bir parti olan Halk Partisi ilk kez yüzde 27 ile birinci parti haline geliyor. Uygar ve zengin İskandinavya’da ırkçı parti bile kendini faşistlerden, mesela Fransa’daki FN’den veya Yunan faşistlerinden ayırıyor, ama bu ırkçıyı ırkçı olmaktan çıkarmıyor. Danimarka’nın komşusu, “sosyal devlet” için örnek verilen İsvaç’te de ırkçı İsveç Demokratları partisi yüzde 10 oy almayı başardı.
Tabii, faşist hareketin yükselişinde en önemli iki yıldız, Yunanistan ve Macaristan Nazileri. Bunlar, örneğin Fransa’da kuzu postuna bürünen FN’den farklı olarak Nazi simgelerini açıkça kullanan partiler. Yunanistan’da Hrissi Avgi (Altın Şafak), liderleri canilik suçuyla tutuklu olduğu halde yüzde 10’a yakın oy aldı. Macaristan’da ise ülkenin Turancı geçmişine vurgu yapan Jobbik, yüzde 15 elde etti. Jobbik’in oyu iki ay önceki genel seçimde elde ettiği göz kamaştırıcı yüzde 21’e göre gerilemiş bulunuyor, ama bunda ülkenin başına aynen Tayyip Erdoğan gibi çökmüş olan başbakan Viktor Orban’ın partisi Fidesz’in gittikçe daha fazla Macar kitlelerindeki huzursuzluğu milliyetçi kanallara akıtması sayesinde oyların yüzde 45’ten yüzde 51’e çıkartması rol oynuyor. Yani Macar işçi sınıfı ve halkı için iyi bir haber olarak görülemez.
Macaristan’ın komşusu Avusturya’daki yıllanmış ironik adlı Özgürlük Partisi de AP seçimlerinden zaferle çıktı. Bir ara ülkenin koalisyon ortağı da olan ve ilk lideri Jörg Haider’in adıyla ünlenen bu parti, oylarını yüzde 13’ten yüzde 20’ye yükseltmeyi başardı.
Irkçı, faşist, neo-faşist, proto-faşist, Avrupa karşıtı partilerin bu büyük yükselişi içinde istisnai gerilemeler de yaşanmadı değil. Hollanda’da, Fransa’nın FN’inin lideri Marine Le Pen’in baş müttefiki Geert Wilders önderliğindeki Özgürlük Partisi (faşistlerin ironi sevdikleri kesin!), daha önce ülkenin ikinci partisi konumuna yükselmişken bu kez oyları düştü ve dördüncü parti sırasına geriledi. Finlandiya’da ise bir süre önce genel seçimlerde büyük bir atak yaparak oylarını yüzde 20 civarına yükselten ve böylece ülkenin ilk dört partisi arasına giren Hakiki Finler Partisi, bu sefer yüzde 12’nin biraz üzerinde kaldı.
Ukrayna’da faşistler koalisyon ortağı. Dünyanın ikinci en büyük ülkesi Hindistan’da Hindu şovenisti, kimilerince faşist olarak adlandırılan Modi başbakan seçildi. Türkiye’de MHP’nin oyu son seçimde yüzde 14’ten yüzde 18’e yükseldi. Belirtiler çoğalıyor. 2008’de kapitalist dünya ekonomisini kavrayan büyük ekonomik kriz, yani Üçüncü Büyük Depresyon, 1930’lu yıllarda olduğu gibi ama elbette farklı bir tempoda, faşizmi hortlatıyor.
Bu yeni faşist hareketin bir özelliği de İslamofobi. Gezi ile başlayan halk isyanından umut kesmiş bazı gençlerimiz, daha “uygar” bir dünyada yaşamayı seçmekten, Avrupa’ya göç etmekten dem vuruyorlar. Birçok Avrupa ülkesinde her on yurttaştan, hatta bazılarında her dört yurttaştan birinin ırkçılığa ve Müslümanlara düşmanlığa oy verdiği bir “uygar” dünyada şansları ne olur, iyi değerlendirmek gerekir!