Hasta siempre, işçi sınıfının sanatçısı, hayatın “usta”sı!

                                  Yârin yanağından gayrı her şeyde, her yerde, hep beraber… Nâzım Hikmet

 

Yukarıdaki dize Nâzım’ın “Şeyh Bedrettin Destanı”’ndan. Bu gün bu topraklarda, hatta sadece bu topraklarda değil bu dizelerin yayıldığı (Nâzım’ın kaç dile çevrildiğini kim bilir!) tüm yeryüzünde; eşit, özgür, kardeşçe bir hayat isteyenlerin neredeyse sloganı hale gelmiş bu dizeler en çok kime yakışırdı derseniz: tabii ki Tuncel Kurtiz’e derim. Nitekim, uzunca bir dönem Şeyh Bedrettin’i, muhteşem sesi ve olağanüstü aktörlüğüyle (Sema’nın muhteşem müzikleri eşliğinde) bir çok yerde oynamıştı. Tuncel Kurtiz hayat “oyunu”nu kendisinden beklenen bir sürprizle (!) sonlandırdı.

 

Şimdilerde herkes, özellikle burjuva basını, medyası, hatta hayatını karşısında mücadele etmeye adadığı burjuva siyasi şahsiyetleri (bakınız Ömer Çelik) bile onun ne büyük bir oyuncu olduğundan bahsediyor, özellikle de son dönemlerde bilinen “Ramiz Dayı” karakterine gönderme yaparak övgüler düzüyor. Hayatın ironisi işte, bütün ömrünü kapitalizmi yıkmaya adamış, adıyla sanıyla “komünist” Nâzım’a yapılanlar, -mezarı başında işadamlarının anma yapması, şiirlerinin Erdoğan’dan MHP’li vekillere kadar bir sürü düzen tetikçisi tarafından okunuyor olması gibi- şimdi de Tuncel Kurtiz’e yapılmaya çalışılıyor.

 

Ama ne yaparlarsa yapsınlar, o bütün bunlara cevabını neyse ki yaşarken hem de dolu dolu vermişti. Kurtiz yıllar önce, bir söyleşide aynen şöyle demişti: “Komünistim evet. İnsanlık için komünizmden başka yol var mı?” (Tamamı için: http://www.haberveriyorum.net/haber/tuncel-kurtiz) O önce Nâzım’ın, sonra Yılmaz Güney’in yol arkadaşıydı, yoldaşıydı. Adı “komünizm” olur, aradaki terminolojik farkla da birlikte  “sosyalizm” olur, “başka bir dünya” olur, her ne ise savaşsız, sömürüsüz, özgür bir dünya için yaşadı, oynadı, söyledi. Siyasi kimliği ve tercihlerinin bedelini de sürgünle, baskıyla, çileyle bir bir ödedi.

 

Öyle etkileyici bir kimlikti ki, Hürriyet gibi bir düzen gazetesi bile şu sembolik sözlerini (bir fotoğrafla birlikte) vermek zorunda kaldı: “Gündelik hayatta halk otobüsü kullanıyorum. Bu da benim ‘Maserati’m, ama halkımla birlikte kullanıyorum.” Anlayana bir dünya! Onu ısrarla TV karakterleriyle anmak isteyen dönsün ve Tekel işçilerine gönderdiği mesajları, Gezi İsyancılarına, cezaevindeki devrimcilere, Cumartesi Anneleri’ne, Kürt kadınlarına, Grup Yorum üyelerine gösterdiği dayanışmayı uzun uzun gözden geçirsin. O zaman Kurtiz’in ölümüne üzülmeleri (zaten üzülmüyorlar da!) değil, “sevinmeleri” gerektiğini anlayacaklar. Çünkü o bir sanatçı olarak, çok sevdiği Marx’ın deyişiyle “kapitalizmin mezar kazıcılarından”dı. Tıpkı Umut filminde, “Hasan” olarak, Arabacı Cabbar’la (Yılmaz Güney) Ceyhan nehrinin kıyısında yaptıkları o muhteşem kazı sahnelerindeki gibi! Mezun olamadığı (gerçekten de üniversitede hepsinde bir süre okumuştur) ama çok çok iyi öğrendiği felsefeyi, filolojiyi, psikolojiyi, sanat tarihini ve hukuku hayatı boyunca işçi sınıfı için, emekçiler için, ezilen halklar için, bilcümle direnen ve isyan edenler için eşsiz bir estetikle kullanmıştır. Son nefesine kadar! “Sonsuza dek”, işçi sınıfının sanatçısı, hayat oyununun güzel “usta”sı, büyük aktör, halk adamı, her fırsatta gururla söylediğin gibi: “komünist”!

 

Sana “Güle güle ‘Ramiz Dayı’” demiyoruz. Yine çok sevdiğin Che Guevara’nın gülüşüyle ve sesiyle “Hasta Siempre” (“Sonsuza Dek”) diyoruz. “Duvar”ın “Tonton Ali”si, “Sürü”’nün “Hamo”su, “Umut”un “Hasan”ı!  “Çirkin Kıral”a selâm söyle!

 

 

   28  Eylül 2013, Adana