Cesur komünistin ölümü: Vedat Türkali (1919-2016)
Romancı ve senarist, ama en önemlisi dirençli komünist Vedat Türkali'yi bir yıl önce, 29 Ağustos 2016'da yitirmiştik. Türkali, özellikle aydınlar arasında liberalizm ve postmodernizmin hâlâ, her şeye rağmen moda olmaya devam ettiği bu 21. yüzyıl başında, Türkiye'nin düşünsel ve sanatsal yaşamında yeri kolay kolay doldurulamayacak biriydi. Daha önemlisi, Türkali'nin yapıtları, en önemlisi bir gizli TKP tarihi olarak tasarlanmış olan iki ciltlik Güven ciddi bir Marksist değerlendirmeyi hâlâ bekliyor. Aşağıda, geçen yıl Türkali'nin ölümü vesilesiyle sitemizde yayınlanmış bir yazıyı (teknik bir hatayı düzeltme dışında olduğu gibi) yeniden yayınlıyoruz. Vedat Türkali'yi saygıyla anıyoruz.
Romancı ve senaryo yazarı Vedat Türkali’nin ölümü, Türkiye’de bir komünistler kuşağının son temsilcilerinden birinin yitirilmesi anlamını taşıyor. 1951 “TKP tevkifatı” olarak anılan olayda tutuklanan ve hapis yatan kuşağın son temsilcisi idi Türkali. Burjuva medyası Türkali’ye çarşaf çarşaf yer ayırıyor. Ama “Türk edebiyatının çınarı” edebiyatı dışında susarak korkunç bir yalan söylüyor. Basına bakın: “1951’de tutuklandı, yedi yıl hapis yattı” yazıyor ama Türkiye Komünist Partisi davasından hapis yattığını tek bir kelime ile belirtmiyor. Okuru bilgilendirme, yerini tarihi bastırma operasyonuna bırakıyor. Vedat Türkali, komünistti, komünist kaldı, komünist olmaktan gurur duyuyordu, komünist olarak öldü.
Türkali siyasi hayata gözlerini bir bakıma komünist hareket açısından korkunç bir dönemde açmıştır. Stalinizm, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Rusya’daki Ekim devriminin ardından Komünist Enternasyonal’in Türkiye şubesi (seksiyonu) olarak 1920’de kurdukları Türkiye Komünist Partisi’ni (TKP, orijinal adıyla Türkiye Komünist Fırkası) neredeyse yiyip bitirmişti. (Mustafa Suphi’nin kurduğu tarihi TKP’nin, son onyıllarda “komünist” adını kullanan çeşitli partilerle hiçbir organik ilişkisi yoktur. Bu partiler, eski TKP’ye sahip çıksalar da çıkmasalar da yepyeni partilerdir. Genç okuyucular, bu iki komünist geleneği birbirleriyle karıştırmaktan dikkatle kaçınmalıdır.) Bu “yiyip bitirme” mecazi anlamda değildi: Stalinizmin ele geçirmiş olduğu Komintern'in yürütmesi, 1936 yılında “separat” denen kararla TKP’yi örgütsel olarak dağıtmış, komünistlere CHP’nin içinde çalışma talimatı vermişti. 1919 doğumlu Vedat Türkali, genç bir insan olarak komünizmi benimsediğinde durum buydu. Güven başlıklı iki ciltlik otobiyografik-politik romanında bunun yarattığı sancıları anlatır. Parti, İkinci Dünya Savaşı içinde belini yeniden doğrultmuş, faşizme ve CHP içinde gelişmekte olan faşizm yanlısı akıma karşı tepkileri bir ölçüde kendi mecrasına çekmiştir. Türkali işte faşizm ile Stalinizmin kendi farklı tarzlarında yarattığı bu zor koşullarda komünist olmuş, 1951 tekvifatında bu yüzden içeri alınmıştır. Türkali’nin 1980’li yıllara kadar komünist hareketin içinde Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın fikirlerine yakın durduğunu da eklemek gerekir.
Türkali, komünist harekete örgütlü katkısının yanı sıra bir aydın olarak, bir romancı olarak hizmet etmiştir. Sinemada senaryo yazarı olarak Yılmaz Güney’le işbirliği bazı önemli ürünler vermiş, ama esas katkısını romancı olarak yapmıştır. Bir Gün Tek Başına (1974), Tek Kişilik Ölüm (1989) ve Güven (1999) romanları doğrudan doğruya komünizm üzerine ve temalarını komünist açıdan ele alan politik romanlar olarak nitelenebilir.
Türkali, 1989’da Berlin Duvarı’nın çöküşü ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra komünizmden ve Marksizmden uzaklaşan, hatta bütünüyle kopan birçok eski TKP aydınından farklı olarak komünist olmakta ısrar etmesiyle öne çıkar. Bu alanda tek başına değildir elbette: TKP’nin gerek işçi kadroları arasında, gerekse aydınları arasında komünizmde ısrar eden başkaları da vardı. Bunlar arasında sembol olarak Mihri Belli’yi sayabiliriz. Zaten birkaç yıl önce hayatını yitiren Mihri Belli’nin cenaze töreninde Vedat Türkali bu tutumun onları nasıl da birbirlerine bağladığını bütün duygusallığıyla ortaya koymuştu.
Ancak Türkali’yi komünizmde ısrar eden bütün önde gelen TKP kadro ve aydınlarından ayıran bir şey vardı: komünizme sahip çıkarken Stalinizmi reddetmesi. Türkali, Sovyetler Birliği’nin yaşadığı çöküşü Stalinizmin düşünsel ve politik planda temsil ettiği bürokratikleşmeye bağlıyordu. Çeşitli demeçlerinde ve kişisel sohbetlerinde bunu açık açık ifade etmiştir.
Üç yıl önce 28 Nisan 2013’te hayatını yitirmiş olan Nail Satlıgan’ın anısına düzenlenen törende yaptığı konuşmada bunu açıkça dile getirmiş, daha da ileri giderek Nail yoldaşımızın Trotskiy’e yakınlığı dolayısıyla dışlanmaya çalışılmasını eleştirmiş, Marksizmin bu damarının komünizmin içinde ele alınması gerektiğini dile getirmişti.
Vedat Türkali, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkına da kıskançça sahip çıkan bir komünistti. Bu yüzden, Kemalizmin etkisi altında Türk milliyetçiliğinin sınırlarını aşamayan TKP geleneğinden dostlarına hitaben “Veda” başlıklı bir yazı bile yazmak zorunda kalmıştı. Son yıllarda “barış süreci” olarak anılan dönemde taktik bakımdan ciddi bazı yanlışlar yaptı. Ama bu onun komünizme bağlılıkta ısrarının ve enternasyonalist tutumunun muazzam önemini ortadan kaldırmaz.
Vedat Türkali, tarihi TKP geleneğinden gelip Marksizmde ısrar eden ama Stalinizmi mahkûm eden ender aydınlardandı. 20. yüzyılın en iyi romancılarından biriydi. Devrimci Marksistler, arada var olabilecek bazı önemli farklara rağmen onu saygıyla, sevgiyle, minnetle anacaklardır.