Kemik parçalarına “evladım” diyen anneler için!


Düşmanlarımızın sözlerini değil,

dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız.”

-Martin Luther King Jr.-

 

Türk egemenlerinin Kürt halkına ve onun temsilcilerine reva gördüğü –inkâr ve asimilasyonla birlikte ve mümkün olduğu ölçüde onlardan önce- imhanın en aşağılık, insanlık dışı yöntemlerinden biri olan toplu mezarlar bir buçuk aydır gündemde. Mezarlar açıldıkça ortaya JİTEM’iyle, korucusuyla, sivil kontrgerilla güçleriyle, askeri ve polisiyle kirli savaş şebekesinin marifetleri bir bir ortaya dökülüyor. Bunların en çarpıcılarından sadece iki örnekten söz edeceğim. Birincisinde, Bitlis Mutki’de açılan mezarlardan birisinde bulunan kemiklerin, yapılan DNA testi sonucunda, 1993 yılında Alaca köyünde gözaltına alınıp bir daha haber alınamayan 11 köylüye ait olduğu tespit edildi. İkincisinde ise, Bingöl’ün Genç ilçesinde ortaya çıkan kemiklerin 1997 yılında, bir çatışmada canlı teslim alındığı görgü şahitlerince tespit edilmiş olan 7 gerillaya ait olduğu, yine DNA testi sonucu belirlendi. Yani, bu savaş başından beri öyle “kirli” ki, suçlu olduğu iddiası bile bulunmayan sivil insanlara da, yakalanıp yargıya teslim edilmesi gereken zanlılara da aynı son layık görülüyor. Yukarıda “imhanın en aşağılık, insanlık dışı yöntemlerinden biri” dedim. Zira bunların birincisi, ölenlerden hiçbir iz kalmaması, yani ailelerinin, yakınlarının bir kemik parçasını olsun mezar yapamaması. Psikolojik savaşın doruk noktası olan bu yöntemi ta Kızılderili Soykırımı’ndan beri kullanan ABD bunu Kore’de ve Vietnam’da, Fransız emperyalizmi de Cezayir’de yaygınlaştırarak kitleselleştirdi.

Toplu mezarların bu coğrafyanın her yanından mantar gibi fışkırması üzerine harekete geçen Türk Tabipleri Birliği'nin (TTB) oluşturduğu heyet, olay yerlerinde incelemelerde bulunup, kayıp yakınları, görgü tanıkları ve kurum temsilcileriyle görüşerek bir rapor düzenledi ve sonucu kamuoyuna 21 Şubat’ta açıkladı. Sonuç kan dondurucu: şu ana kadar tespit edilmiş, 1.469 kişiye ait olduğu tahmin edilen 114 toplu mezar! Bugüne kadar açılan ve 171 kişinin kemiklerine rastlanılan toplu mezar sayısı ise 26! Heyet temsilcisi Öztürk durumun vahametini şöyle açıklıyor: “Olayın gerçek boyutları çok daha büyüktür. Toplu mezarların şehir merkezlerinden, yol kenarlarından, çöplüklerden kırsal alana kadar değişik bölgelerde mevcut olduğu anlaşılmaktadır.”

Olayın başka bir boyutu ise mezarların açılma yöntemi. Kepçe ve dozer kullanılması kimlik tespitini zorlaştığı gibi, ortaya çıkabilecek deliller de yok edilmiş oluyor. Adli Tıp uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı bu durumun T.C.’nin de imzasının bulunduğu “Minnesota Otopsi Protokolü”ne uymadığını ve kazıların mutlaka bir arkeolog ve adli tıp uzmanı eşliğinde yapılmasının zorunluluğuna işaret ediyor. Bunun yanı sıra çok önemli bir nokta da, toplu mezar ihbarında bulunan kayıp yakınları ve görgü tanıklarına herhangi bir baskıya maruz kalmayacakları güvencesinin verilmesi zorunluluğu. Zira bölgede sırf bu konuda özellikle çok yoğun korucu baskısı olduğu söyleniyor.

Bir ay kadar önce Mutki’nin bir başka köyünde açılan mezarlardan birisinde kemikleri bulunan iki kardeşin cenazesi için taziye ziyaretine gitmiştim. Bir karton kutu içinde 5 adet kemik parçasının olduğu bu gördüğüm en hazin cenazede, Xatun Anne boynuma sarıldı ve benim de öncesinden tanıdığım çocukları Bülend ve Xezal için gözyaşları içinde şöyle hıçkırdı: “Ne mutlu bana ki, evlatlarım geldi!”

Annelerin, çocuklarının kemiklerine ulaştığı için “sevindiği” bir coğrafya! İşte AKP’si, MHP’si, CHP’si, ıvırı zıvırı ile bütün bir sermaye cephesinin yıllardır elbirliği ile yarattığı tablo. Asıl düşündürücü olan ise, burjuva cephesinin kepazeliği değil, “dost” görünen, kendini “demokrat”, “sol”, “sosyalist” ve hatta “komünist” sayanların bütün bu olan bitenler karşısında sergilediği kahrolası sessizlik.

Sermayenin ve onun silahlı, silahsız aygıtlarının, partilerinin karşısına “Emek ve Özgürlük Cephesi” ile dikilmek, sınıf mücadelesinin yanı sıra Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı için mücadeleyi yükseltmek, güçlendirmek artık bizim için çok daha fazla elzem.

Her şeyden önce kemik parçalarına “evladım” diyerek “sevinen” anneler için!

Düşmanlarımızın sözlerini değil,

dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız.”

-Martin Luther King Jr.-

 

Türk egemenlerinin Kürt halkına ve onun temsilcilerine reva gördüğü –inkâr ve asimilasyonla birlikte ve mümkün olduğu ölçüde onlardan önce- imhanın en aşağılık, insanlık dışı yöntemlerinden biri olan toplu mezarlar bir buçuk aydır gündemde. Mezarlar açıldıkça ortaya JİTEM’iyle, korucusuyla, sivil kontrgerilla güçleriyle, askeri ve polisiyle kirli savaş şebekesinin marifetleri bir bir ortaya dökülüyor. Bunların en çarpıcılarından sadece iki örnekten söz edeceğim. Birincisinde, Bitlis Mutki’de açılan mezarlardan birisinde bulunan kemiklerin, yapılan DNA testi sonucunda, 1993 yılında Alaca köyünde gözaltına alınıp bir daha haber alınamayan 11 köylüye ait olduğu tespit edildi. İkincisinde ise, Bingöl’ün Genç ilçesinde ortaya çıkan kemiklerin 1997 yılında, bir çatışmada canlı teslim alındığı görgü şahitlerince tespit edilmiş olan 7 gerillaya ait olduğu, yine DNA testi sonucu belirlendi. Yani, bu savaş başından beri öyle “kirli” ki, suçlu olduğu iddiası bile bulunmayan sivil insanlara da, yakalanıp yargıya teslim edilmesi gereken zanlılara da aynı son layık görülüyor. Yukarıda “imhanın en aşağılık, insanlık dışı yöntemlerinden biri” dedim. Zira bunların birincisi, ölenlerden hiçbir iz kalmaması, yani ailelerinin, yakınlarının bir kemik parçasını olsun mezar yapamaması. Psikolojik savaşın doruk noktası olan bu yöntemi ta Kızılderili Soykırımı’ndan beri kullanan ABD bunu Kore’de ve Vietnam’da, Fransız emperyalizmi de Cezayir’de yaygınlaştırarak kitleselleştirdi.

Toplu mezarların bu coğrafyanın her yanından mantar gibi fışkırması üzerine harekete geçen Türk Tabipleri Birliği'nin (TTB) oluşturduğu heyet, olay yerlerinde incelemelerde bulunup, kayıp yakınları, görgü tanıkları ve kurum temsilcileriyle görüşerek bir rapor düzenledi ve sonucu kamuoyuna 21 Şubat’ta açıkladı. Sonuç kan dondurucu: şu ana kadar tespit edilmiş, 1.469 kişiye ait olduğu tahmin edilen 114 toplu mezar! Bugüne kadar açılan ve 171 kişinin kemiklerine rastlanılan toplu mezar sayısı ise 26! Heyet temsilcisi Öztürk durumun vahametini şöyle açıklıyor: “Olayın gerçek boyutları çok daha büyüktür. Toplu mezarların şehir merkezlerinden, yol kenarlarından, çöplüklerden kırsal alana kadar değişik bölgelerde mevcut olduğu anlaşılmaktadır.”

Olayın başka bir boyutu ise mezarların açılma yöntemi. Kepçe ve dozer kullanılması kimlik tespitini zorlaştığı gibi, ortaya çıkabilecek deliller de yok edilmiş oluyor. Adli Tıp uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı bu durumun T.C.’nin de imzasının bulunduğu “Minnesota Otopsi Protokolü”ne uymadığını ve kazıların mutlaka bir arkeolog ve adli tıp uzmanı eşliğinde yapılmasının zorunluluğuna işaret ediyor. Bunun yanı sıra çok önemli bir nokta da, toplu mezar ihbarında bulunan kayıp yakınları ve görgü tanıklarına herhangi bir baskıya maruz kalmayacakları güvencesinin verilmesi zorunluluğu. Zira bölgede sırf bu konuda özellikle çok yoğun korucu baskısı olduğu söyleniyor.

Bir ay kadar önce Mutki’nin bir başka köyünde açılan mezarlardan birisinde kemikleri bulunan iki kardeşin cenazesi için taziye ziyaretine gitmiştim. Bir karton kutu içinde 5 adet kemik parçasının olduğu bu gördüğüm en hazin cenazede, Xatun Anne boynuma sarıldı ve benim de öncesinden tanıdığım çocukları Bülend ve Xezal için gözyaşları içinde şöyle hıçkırdı: “Ne mutlu bana ki, evlatlarım geldi!”

Annelerin, çocuklarının kemiklerine ulaştığı için “sevindiği” bir coğrafya! İşte AKP’si, MHP’si, CHP’si, ıvırı zıvırı ile bütün bir sermaye cephesinin yıllardır elbirliği ile yarattığı tablo. Asıl düşündürücü olan ise, burjuva cephesinin kepazeliği değil, “dost” görünen, kendini “demokrat”, “sol”, “sosyalist” ve hatta “komünist” sayanların bütün bu olan bitenler karşısında sergilediği kahrolası sessizlik.

Sermayenin ve onun silahlı, silahsız aygıtlarının, partilerinin karşısına “Emek ve Özgürlük Cephesi” ile dikilmek, sınıf mücadelesinin yanı sıra Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı için mücadeleyi yükseltmek, güçlendirmek artık bizim için çok daha fazla elzem.

Her şeyden önce kemik parçalarına “evladım” diyerek “sevinen” anneler için!