Kılıçdaroğlu’nun yüzüne inen yumruk ve faşizmin yükselen sesi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’nın Çubuk ilçesindeki asker cenazesinde “şehitler ölmez vatan bölünmez” ve “kahrolsun PKK” sloganları atan bir güruhun tekme ve yumruklu saldırısına uğradı. Bu saldırının bir anlık öfkenin ya da toplumsal galeyanın ürünü olmadığı açıkça görülüyor. Süleyman Soylu’nun “Valilere talimat gönderdim, şehit cenazelerinde CHP il başkanları protokole alınmayacak” sözleri hatırlarda tazeliğini koruyor. Soylu, sadece bu sözleriyle saldırıya zemin hazırlamış değildir; aynı zamanda kendisi cenazenin ve katılanların güvenliğinden de en üst düzeyde sorumlu olan kişidir ve bu görevini yerine getirmediği açıktır.
Hayatın olağan akışı içinde Süleyman Soylu’nun derhal istifa etmesi gereklidir. Ne var ki 16 Nisan “mühürsüz” referandumu sonucunda geçirilen Anayasa’da İçişleri Bakanlığı’nın seçim döneminde tarafsız olma zorunluluğu kaldırılmıştır. Dolayısıyla İçişleri Bakanlığı partizan bir aygıta dönüştürülmüştür. Süleyman Soylu’nun Büyükçekmece başta olmak üzere tüm İstanbul’da polis teşkilatını doğrudan seçim sürecine müdahele etmek için kullanması bu durumun bir sonucudur. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı karşısında İçişleri’nin aczinden değil dahlinden söz edilebilir. Meşruiyetini yitiren sadece bakan değil inşa edilen istibdad rejiminin kendisidir.
Yarı askeri karakterdeki bu rejim çıplak gerçekliğini bu saldırı vesilesiyle gözler önüne sermiştir. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın olay yerinde Kılıçdaroğlu’na saldıran kitleye “arkadaşlar” diye hitap etmesi, “mesajınızı verdiniz, tepkinizi gösterdiniz” diyerek, kitleyi teskin etmenin ötesine geçip tutum alması da son derece anlamlıdır.
AKP cephesinden Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, AKP sözcüsü Ömer Çelik ve AKP İstanbul Büyükşehir adayı Binali Yıldırım’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kınama ve geçmiş olsun mesajları gelmiştir. Ancak uzun süre boyunca Tayyip Erdoğan sessizliğini korumuştur. AKP cephesinden gelen mesajların samimiyeti tartışılır ancak olağan bir reflekstir. Erdoğan’ın şeklen de olsa şahsen saldırıyı kınamamış ve Kılıçdaroğlu’na geçmiş olsun dememiş olması ise düşündürücüdür.
Türkiye’nin yakın siyasi tarihi Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırının hafife alınmaması gerektiğini gösteren örneklerle doludur. Bu saldırının son derece kritik önemde olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin iptali için YSK’nın görüşmelerinin sürdüğü bir aşamada gerçekleşmesi ayrıca önemlidir.
Devlet Bahçeli’ye gelince, adeta saldırıyı siyaseten üstlenmiş ve “o adama yumruk attıracak kadar ne yaptın” diyerek Kılıçdaroğlu’nu suçlu çıkartmaya çalışmıştır. Oysa bu saldırıda Kılıçdaroğlu’nun bir suçu varsa o da mitinglerde bozkurt işaretleri yaparak, ben de ülkücüyüm diyerek ve MHP artığı İyi Parti ile ittifak kurarak Türkiye’deki faşist hareketi meşrulaştırmasıdır. Kılıçdaroğlu, son yıllarda ve tüm seçim süreci boyunca suçuna kendi solundaki güçleri de ortak etmiştir. Ancak gün gelmiş ve faşizm gerçek yüzünü tüm açıklığı ile gözler önüne sermiştir.
Saldırıyı siyaseten himaye eden Bahçeli, “İstanbul’daki seçimlerin tekrarı beka meselesidir. İstanbul sokakta bulunmamıştır. Türkiye düşmanlarına çalınmış oylarla hiçbir vatan köşesini veremeyiz” diyerek CHP’yi düşman ilan etmiştir. Bahçeli’nin “İçişleri ve Adalet Bakanlığıyla, MİT ve emniyet olağanüstü itiraz sürecinin isabetli bir sonuç vermesine katkı sunacak mıdır?” sözleri ise seçimlere herhangi bir müdahalesi asla meşru görülemeyecek olan kuvvetleri göreve çağırmaktadır. Bu ses faşizmin sesidir.
Erdoğan ise uzun süredir izlediği politikalarla, seçim dönemi boyunca tüm muhalefeti terörle birlikte anan söylemiyle ve şimdi Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırının ardından gelen suskunluğuyla faşizmin yolunu açmaktadır. Türkiye’de faşizmin çoktan kurumsallaşmış olduğunu söyleyenler yükselen faşist tehlikenin önemini gözden kaçırmaktadır. Faşizm, burjuvaziden itidal ve normalleşmeyi bekleyerek değil birleşik işçi cephesiyle ve direnerek püskürtülür.