İngiliz Mehmet ile seçim kazanmak!
Aday listelerinin en anlamlı ve en çarpıcı yönlerinden biri, düzen partilerinin Kürt illerinde yaşadığı geri çekiliş. MHP için zaten “çekilmek”ten söz etmek yanlış olur. En son 2009 seçimlerinde bölge illerinden % 0,3 ila % 1,5 arasında değişen oranlarda oy almış bir parti söz konusu. MHP’nin Türkiye’de Kürt düşmanlığının bayraktarlığını yaptığı düşünülürse, oralarda parti teşkilatı kuracak insan bulabilmesi bile şaşırtıcı gelebilir insana. Ama devlet memurları ve özel olarak memur edilmiş olanlar, bazı korucu aileleriyle birleşiyorlar, MHP de bölgeye tabela asabiliyor.
CHP, Kılıçdaroğlu yönetiminde nihayet Kürt sorunu ile, vatanın bölünmezliğiyle ilgili bir askeri sorun olmanın birazcık ötesinde ilgilenmeye başladı. Uzun yıllar Diyarbakır’da insan hakları mücadelesi vermiş, baro başkanlığı döneminde zaman zaman Diyarbakır halkının sözcüsü olmuş Sezgin Tanrıkulu’nu partinin genel başkan yardımcılığına getirmesi de bu doğrultunun bir sonucu sayılabilir. Ama siz işin ironisine bakın ki, CHP’nin Kürtler nezdinde sempati kazanmak için bağrına bastığı Tanrıkulu Kürt bölgesinden değil İstanbul’dan aday gösteriliyor! Nedeni açık değil mi? CHP 2007 genel seçiminde Diyarbakır’da % 2 oy almış, 2009 yerel seçimlerinde ise % 1,5! Böylece, Tanrıkulu meclise “Türklerin Kürdü” olarak gitme talihsizliğine uğruyor. Tabii, talihsizlik değil, kendi seçimi! Diyarbakır halkının sözcülüğünden İstanbul’a sığınmaya!
Ama MHP ve CHP’nin durumları büyük önem taşımıyor. Çünkü Türkiye burjuvazisinin Kürt halkı nezdindeki Truva atı AKP. Bu o kadar böyle ki, burjuvazinin iç savaşının en sert olduğu dönemlerde dahi, Türk Silahlı Kuvvetleri Kürt illerinde AKP’yi destekliyordu. AKP’nin de Türkiye burjuvazisine hep iki büyük vaadi oldu: biri, işçi sınıfının haklarını neoliberalizm doğrultusunda tırpanlamak ise, öteki de Kürtlerin kalbini kazanarak Kürt hareketini zayıflatmaktı. 2007 seçim zaferinden sonra Erdoğan’ın kurmaylarına “2009’da Diyarbakır’ı istiyorum” demesi bu iddianın bir ifadesiydi.
Ama Kürt hareketi Erdoğan’a ardı ardına büyük yenilgiler yaşattı. Erdoğan’ın sandıktan hep zaferle çıktığını vurgulayan çok, ama Kürt halkının Erdoğan’ı devamlı hezimete uğrattığına işaret eden yok. 2007’de % 10 seçim barajı ucubesine rağmen mecliste grup kurdu Kürt hareketi. 2009’da başta Diyarbakır olmak üzere birçok belediyede AKP’yi ezdi geçti. 2010 referandumunda ise boykot çağrısı büyük bir zafer kazandı bölgede. Tabii bunun ardında her an serhıldana hazır bir kitlenin devrimci diriliği yatıyor.
İşte şimdi AKP’nin bölge için 2011 seçimlerine hazırladığı aday listesi, bu ve benzeri gelişmelerin etkisi altında bu partinin bile Kürt politikasında debelenmekte olduğunu gösteriyor. AKP 2007’de Kürt sorununu dert edinen, Kürt hareketi ile asgari bir diyalog içinde olan, ama sınıf çıkarları vb. dolayısıyla yanlış yanlış yolda yürüyen birtakım Kürtleri milletvekili seçtirmişti. Şimdi 2011’de, Diyarbakır örnek alınacak olursa, bütün bu insanları listelerinden tasfiye etmiş durumda. Abdurrahman Kurt, Kudbettin Arzu, Ahmet Arslan bunların en önde gelenleri. Diyarbakır dışından ise Mehmet Mir Dengir Fırat tasfiye edilenler arasında en çarpıcı isim. 2009’un sonunda yaşanan “kapatım” sürecinin AKP üzerindeki gecikmeli etkisi böylece ortaya çıkıyor.
Peki, AKP Kürt illerinde bu aday profilinin yerine ne koymuş? Önemli bir istisna ile resmiyetin Kürtlüğünü. Başka biçimde söyleyelim, AKP listelerinde Kürtler değil “Kürt kökenliler” hakim! Diyarbakır’da eski listeden sadece Tarım Bakanı Mehdi Eker kalmış. Batman’ın başına Maliye Bakanı Mehmet Şimşek getirilmiş. Mardin’de ilk sıra ise, eski İstanbul Valisi, son dönemde yeni kurulmuş olan Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nın başına getirilmiş olan Muammer Güler’e verilmiş. İstisna ise Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu. Bu şahsiyet, son dönemde Kürt burjuvazisini (ve yer yer küçük burjuvazisini) Kürt hareketine karşı örgütlemekte faal olmuş biri olarak AKP’nin işine yarayabilir. Ama referandumda başta Ensarioğlu olmak üzere Kürt burjuvazisinin “evet” çağrısına rağmen boykotun kazandığı büyük başarı, bu beylerin etkisinin halkın derinliklerine nüfuz edemediğinin bir işareti.
AKP’nin 2011 seçimlerinde BDP’nin kendi yönetici ve eski milletvekili kadrosunun yanı sıra Hatip Dicle ve Leyla Zana gibi efsanevi Kürt önderlerini de, başka Kürt siyasi eğilimlerinden isimleri de içeren listesinin karşısında bu liste ile ne yapabileceği dikkatle izlenmesi gereken bir mesele. 2011, Türkiye burjuvazisinin askeri alan dışında Kürt hareketine politik olarak yenilmesinin dönüm noktası dahi olabilir.
Kürtlerin karşısına Kürtleri değil de bölgede doğmuş olmaktan başka Kürt sorunu ile hiçbir ilişkisi olmayan “Kürt kökenlileri” çıkarmak, bunu sineye çekmenin bir merhalesi gibi görünüyor. Üstelik bir aday var ki, bırakın Kürt davasının sözcülüğünü, tek özelliği emperyalizmin davasının sözcüsü gibi olması. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, uzun yıllar Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’nde memur olarak görev yaptıktan sonra, yıllar boyu da Britanya finans kapitaline hizmet etmiş biri. 2007’de bakan olduğunda Britanya vatandaşı olduğu basına yansımıştı.
Çifte vatandaşlığı olan, Britanya kraliçesine sadakat yemini etmiş olan birinin bakan yapılması çok eleştirilmişti. AKP’nin önde gelen avukatlarından Nazlı Ilıcak bu kanıda değildi. Bunu gazete köşesinde şöyle ifade etmişti: “Mehmet Şimşek, Batman'da doğmuş, Anadolu'nun hamuruyla yoğrulmuş, katıksız bir Türk.”
AKP zihniyetine göre “katıksız bir Türk” olan Şimşek, şimdi bölgede AKP’nin Kürtlerden oy istemekte başlıca kozlarından biri olacak!