Fransa’da üç renkli veba!

Fransa’da bölge seçimlerinde Gerçek gazetesinin proto-faşist (ön-faşist) olarak nitelediği ırkçı Front National (FN-Ulusal Cephe) dehşet verici bir zafer kazandı. Avrupa Birliği’nde bütün ülkelerde bölgeler oluşturulmuş durumda. Bu bölgeler, başta ulaştırma, bayındırlık, enerji akımları, mesleki formasyon olmak üzere, çeşitli konularda yürütme yetkilerine sahip. Bu seçimler bölge seçimleriydi. Fransa’nın 13 bölgesinden altısında FN birinci parti oldu.

Kuzeyde madenciliğin ve sanayinin güçlü olduğu, geleneksel proleter bölgesi Nord-Pas-de-Calais-Picardie bölgesinde FN’in kadın başkanı Marine le Pen yüzde 43 oy aldı. Bu bölgenin büyük kentlerinden biri olan Calais kentinde ise FN yüzde 50’nin de üzerine çıktı. Bunda Calais’nin Britanya’ya geçmek isteyen büyük göçmen topluluklarının Manş Denizi’nin kıyısında olan bu kente akın etmeleri de rol oynuyor. FN halkı yabancılara karşı düşmanlığa kışkırtarak oy kazanıyor.

Akdeniz kıyısında ise, başkanın yine bir kadın olan yeğeni Marion Maréchal-le Pen yüzde 41’e ulaştı. Fransa’nın Côte d’Azur diye bilinen ünlü Akdeniz turizm bölgesini ve Cannes (film) ve Aix-en-Provence (tiyatro, müzik) gibi dünyaca ünlü festivallere ev sahipliği yapan kentleri içeren, yani ekonomisi bir ölçüde yabancılarla ilişkilere yaslanan bu bölgenin bu ırkçı partiye bu kadar çok oy vermesi ilk bakışta şaşırtıcı görünebilir. Ama Akdeniz kıyısı ve Provence yöresi, aynı zamanda Fransa’nın Afrikalılar için giriş kapısı. Ayrıca, bu bölge, Mağrip’deki eski Fransız sömürgesi Arap ülkelerinden (özellikle de çok sert bir savaştan sonra bağımsızlığına kavuşan Cezayir’den) bağımsızlık sonrasında ayrılıp Fransa’ya yerleşen ve ırkçılık virüsünü yayan ailelerin de yerleşim yeridir ve FN 30-35 yıl önce doğduğunda ilk bu ortamlarda tutunmuştur.

Partinin iki numarası ve önemli stratejistlerinden Florian Philippot ise Almanya’ya yakın Alsace-Lorraine’i de kapsayan bölgede yüzde 36 kazandı. Ülke çapında ise FN yüzde 28 oyla birinci parti.

Fransız burjuvazisinin esas büyük partisi, eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin partisi, yeni adıyla Les Républicains (Cumhuriyetçiler) seçimlerde iki merkez partisi ile işbirliği yaptığı halde yüzde 27 ile (ve dört bölge ile) ikinci sırada geliyor. Cumhurbaşkanı François Hollande’ın sözde “Sosyalist” (gerçekte sosyal kapitalist) Partisi ise yüzde 23 (ve sadece iki bölge) ile üçüncü sıraya düşmüş durumda. (Ulusal sorunun siyasi atmosferi belirlediği Korsika’da ise yöreye özgü bir sol liste kazandı.)

FN canavarını yaratanlar taktik arayışında

Fransa’da seçimler iki turlu yapılır. İlk turda yüzde 50’nin üzerinde oy alan varsa seçilir. Yoksa başta gelen iki aday ya da liste ikinci turda yarışma hakkına sahiptir. Ama ilk turda (farklı tür seçimlerde farklı oranlarda olmak üzere) belirli bir eşiğin üzerinde oy alan üçüncü aday ya da liste de ikinci tura katılma hakkına sahiptir. Bu esnek formül, bütün partilere ikinci turda uygulayacakları taktikler konusunda epeyce geniş bir yelpaze sunar.

FN’e karşı daha geleneksel partiler arasında “cumhuriyetçi” diye anılan bir cephe anlayışı epeyce yerleşiktir. 2002 yılında, bugün FN’in başında olan Marine Le Pen’in babası, hareketin tarihi önderi Jean-Marie Le Pen, cumhurbaşkanlığı seçiminde “Sosyalist” Parti’nin adayını eleyip ikinci tura kaldığında, sol partilerin bir bölümü o kazanmasın diye Fransız burjuvazisinin has hareketi “Golist” gelenekten gelen Jacques Chirac’a oy çağrısı yapmıştı. Chirac seçimi kazandı. Ama bu taktiklerin ne kadar geçici “çözümler” getirdiği 13 yıl sonra Fransa’nın daha da kötü bir durumla karşılaşmasından anlaşılıyor.

FN’in yükselmesinin tartışmasız nedeni, Fransa’nın ciddi bir işsizlikle karşı karşıya olması, sosyal hizmetlerin her geçen gün daha fazla budanması, büyük kentleri saran, “cité” olarak anılan varoşlarda, Avrupa kökenli Fransızların Arap veya kara Afrika kökenlilerle iç içe, hepsi sefil koşullarda, kırık dökük belediye toplu konutlarında, dökülen okul ve hastanelere giderek, uyuşturucu ile boğuşarak yaşamaya çalışması. Kapitalizmin 1970’li yıllarda başlayan uzun krizinin ürünü olan ve 2008’de başlayan Üçüncü Büyük Depresyon döneminde daha da derinleşen bu illetlerle mücadele etmeden sermaye lehinde ve işçi sınıfı aleyhinde neoliberal politikaları uygulayan iki büyük burjuva öbeği, sağda Sarkozy’nin Républicains partisi, solda en başta şimdi iktidarda bulunan “Sosyalist” Parti, FN’in yükselişinden doğrudan doğruya sorumludur.

Tipik faşist demagoji ile FN Fransa’da işçi sınıfı lehine ekonomi politikalar savunan tek büyük partidir. Seçimden önce Fransız TÜSİAD’ı MEDEF’in başkanı Gattaz’ın FN’i devrimci sol (yani Trotskizm) ile aynı politikaları savunduğu için sorumsuzlukla suçlaması, daha şimdilik burjuvazinin FN’i kendi çıkarlarına koşmak için baskıya alma çabası içinde olduğunu gösteriyor. Ama Gattaz’ın söylediğinde gerçek payı olduğunu belirttik. Fransa’nın sözde solu liberalizm yaparken FN demagojik biçimde işçi sınıfının çıkarlarına hitap eden tek büyük parti!

FN’in yükselişini durduracak hiçbir şey yapmayan “Sosyalist” Parti’nin şimdi FN’in güçlü olduğu ve kendisinin üçüncü sırada kaldığı bölgelerde seçimden çekilerek seçmenlerini geleneksel sağa oy vermeye çağırması bir felaket stratejisidir. Bu demektir ki, “Sosyalist” Parti, önümüzdeki dönemde bu bölgelerde en düşük düzeyde bile varlığını hissettiremeyecektir. Bu bölgeler FN ile sağcılar tarafından kontrol edilecektir. Bu stratejiye göre Cannes ve Aix-en-Provence Bayburt gibi olacaktır, Kuzey’de Arras, Amiens, Calais gibi proleter kentleri Yozgat gibi! Üstelik, muhtemelen sola gönülden bağlı seçmenler sağa oy kullanmayacağı için FN adayları yine de seçilecektir!

Faşizm tehlikesi yükseliyor

Avrupa’nın iki ana gücünden biri olan Fransa (öteki elbette Almanya) yükselen bir faşizm tehlikesiyle karşı karşıya. Fransızların çok övündükleri üç renkli (tricolore) bayrak yakında toptan gericiliğin bayrağı olacak, DAİŞ’in kara bayrağı ile rekabet edecek gibi görünüyor. Tabii, Fransız burjuvazisi faşizmi henüz bir macera olarak görüp FN’i satın alabilir, evcilleştirebilir. Marine Le Pen babasına göre çok daha “modern”, çok daha “cumhuriyetçi” bir tarza ve söyleme sahip. Bu, partinin iktidara geçmek için merkeze doğru evrilmesi anlamına da gelebilir, iktidara geçmek için bir taktik kamuflaj da. Zaman bize gösterecek. Ama Üçüncü Büyük Depresyon içinde ortaya çıkan çelişkiler FN’in merkeze değil gittikçe daha çok faşizme doğru açılacağını düşündürüyor.

Bazıları FN’in zaferini bu yaz Avrupa’ya yüz binlerce göçmenin akışına ve 13 Kasım günü, yani seçime bir aydan az zaman kalmışken Paris’te yaşanan korkunç katliama atfediyor. Bu, mezarlıktan geçerken ıslık çalmaktır. Bu gelişmeler FN’in oyunu arttırmış olabilir. Ama bu oy artışı yıllardır sistematik olarak devam ediyor. Bir-iki puanlık etkilere takılmak esas nedenin, kapitalizmin krizinin gözden kaçırılması anlamına gelir.

Sorun yalındır: Solda bir güç ekonomik krizin esas sorumlusunun burjuvazi ve onun kapitalist sistemi olduğunu kitlelere anlatma olanağını bulana kadar FN bu krizden göçmenleri sorumlu tutarak güçlenecektir.

Solun güçsüzlüğü

Peki, sol ne durumdadır? “Sosyalist” Parti’nin ne kadar burjuvazinin yanında yer alan politikalar izlediğine değindik. Sol olarak anılabilecek partiler arasında en yüksek oyu yüzde 6,5 ile çevreci-yeşil partiler aldı. Bunlar, ufukları modern küçük burjuvazinin (serbest meslekler, orta kademe şirket yöneticileri vb.) sorunlarıyla ve ihtiyaçlarıyla sınırlı bir siyasi akımdır. Proletarya için kendi başlarına bir şey yapmaları söz konusu değildir. Bu akımın dışında birbirine çok benzeyen iki reformist sol partiden Sol Cephe (Jean-Luc Mélenchon) yüzde 2,5, Fransız Komünist Partisi ise yüzde 1,5 aldı.

İşçi sınıfı ve emekçi kitleleri kapitalizme karşı mevzilendirebilecek tek güç devrimci Marksizmdir. Ne yazık ki, devrimci Marksist hareketi geleneksel olarak güçlü olan Fransa’da bugün durum kötüdür. Trotskist kökenden gelen partilerden NPA (Yeni Antikapitalist Parti) Sol Cephe’ye geçen hizipler yüzünden çok zayıflamış olduğundan mali sıkıntı yaşıyor. Bu yüzden seçimlere katılamıyor, bir başka Trotskist parti olan Lutte Ouvrière’e (LO) destek verdi seçimlerde. LO ise ülke çapında yaklaşık yüzde 1,5 oy aldı. Bu, Trotskistlerin 1990’lı yıllarda yükselmeye başlayarak 2000’li yıllarda kimi seçimlerde doruğuna çıkan yüksek oy oranı yanında çok düşük bir oran. Üçüncü Trotskist parti olan POI ise çok yakın bir geçmişte çok sert bir bölünme yaşadığı için sesi duyulmadı.

Bütün bunlara rağmen Fransa’dan hemen umut kesilmemelidir. Fransa, Avrupa’nın devrimi en çok gelenek yapmış ülkesidir. İşçi sınıfının bağrında gelişecek hareketlenmeler konjonktürü hızla değiştirebilir.

Yine de, böyle bir değişim yaşanana kadar, Türkiye’de 1 Kasım’da halk AKP’ye oy verince küsen ve ülkeden kaçmak isteyenlere Fransa’yı denememeleri tavsiye edilir!