Kürtaj yasağı neden savunuluyor? Nasıl geriletilebilir?
Kürtajı yasaklama girişimi, en başta kadınların haklarına büyük bir saldırıdır. Kadınların kendi bedenleri ve doğurganlıkları üzerindeki kontrol hakkını ellerinden alan, ne zaman kaç çocuk sahibi olacaklarını kendilerinin belirlemesini engelleyen bir uygulama olduğu için bütün kadınların sorunudur. Kadın hareketinin bu konudaki duyarlılığı ve mücadelesi selamlanmalıdır. Ancak birçok toplumsal ve siyasal olay gibi, kürtajı yasaklama girişimi de çok boyutludur. Olayı yalnızca kadının tutsaklığını pekiştirme olarak görmek, dini önyargılar temelinde ele almak ya da İslamcı bir devlet kurmanın yeni bir hamlesi olarak görmek hatalı olur. AKP hükümetinin kürtajı neden yasaklamak istediği, Türkiye’nin bütün sağcı odaklarının da bu hamleyi neden desteklediği anlaşılmadıkça, ne dini önyargılarla başa çıkılabilir, ne kadının kendi bedeni üzerinde kendisinin karar vermesi sağlanabilir. Gerici cepheyi güden saikler anlaşılmaksızın kürtaj yasağı girişimi yenilgiye uğratılamaz. Kürtaj yasağı bütün yönleriyle politik bir sorun olarak ele alınmak zorundadır.
Kürtaj yasağı girişimine Marksizmin yöntemiyle yaklaşmak gerekir. Bu girişimin ardında hangi sınıfın çıkarları, hangi büyük politik projeler yatmaktadır? Sorulması gereken soru budur.
Türkiye burjuvazisinin, özel olarak da bu sınıfın yükselen İslamcı kanadının temsilcisi olan AKP, kürtaj yasağını eşmerkezli daireler gibi iç içe geçen bir dizi büyük projenin bir unsuru olarak öne sürmüştür. Bunları kısa kısa ele alalım:
- Türkiye’yi Avrasya’nın ve dünyanın güçlü ülkelerinden biri haline getirmek. Bu bakımdan “en az üç çocuk” politikasının devamı olarak kürtaj politikası, içinde Erdoğan’ın “one minute”ünün, Türkiye’nin Afrika politikasının, Türkçe Olimpiyatları’nın, profesyonel ordu hazırlığının ve daha onlarca politika ve girişimin yer aldığı, Osmanlıcılığın ideolojik çerçevesini oluşturduğu bir büyük hedefin parçasıdır. Türkiye burjuvazisi, özellikle Çin ve Hindistan örnekleriyle birlikte küçük ulus devletlerin gününün dolduğunu, artık Belçika ve Hollanda gibi ülkelerin borusunun ötmeyeceğini, kıta çapında devletler çağının açılmış olduğunu kavramıştır. Yarışta atılım yapmak için büyük nüfus istiyor.
- Avrupa’nın yaşlanan nüfusuna karşı genç bir işçi kitlesini koz olarak kullanma yoluyla üstünlük ve (AB ayakta kalırsa!) bütünleşme sağlamak, bu genç işçi ordusu sayesinde düşük ücretli bir sermaye birikimi patikası yaratabilmek.
- Hızla çoğalmakta olan Kürt nüfusun ülke sınırları içinde Türk nüfusa eşitlenmesi olasılığı bile olduğundan, bir an evvel Türk nüfusun hızla çoğalması yoluyla Türk milliyetçiliği için bir kâbus olan bu senaryonun önüne geçmek.
- Kadınları eve ve çocuk bakımına hapsederek cinsiyetçi sistemi sağlamlaştırmak, bu sayede muhafazakârlığı körüklemek.
- Halk içinde dini ve muhafazakâr görüşleri pekiştirerek sınıf hâkimiyetini sağlamlaştırmak, İslamcı kanadın yükselişine kitle desteği sağlamak.
Bu kadar iddialı bir politikanın, bu kadar karmaşık bir tablonun indirgemeci bir tarzda ele alınması, kürtaj yasağı atağına karşı ne kadar fedakârca mücadele edersek edelim, yasak girişiminin zafere ulaşmasının önünü açmak anlamına gelir. Örneğin, meseleyi kadınların bedenleri üzerindeki haklarıyla sınırlı olarak ele alacak olursak, hele hele büyük kentlerde belirli bir kültürel çevre içinde yaşayan kadınların cinsel özgürlüğüne indirgemeye kalkışırsak, buna uygun olarak da mesela kadınların göbeği üzerine slogan yazarak veya “vajinama dokunma” diyerek muhalefet yaptığımızı sanırsak, davayı baştan kaybetmişiz demektir.
Ne yapmalı?
Karşı taraf zaten üstün konumdadır. Yüzde 50 oy, muazzam bir medya desteği, dinin kurumsal desteği, son yıllarda muhafazakârlaşmış olan halk kitlelerinin duyguları, daha nice faktör, kürtaj yasağını daha baştan kazanılmış bir davaya yaklaştırıyor. Oysa kürtaj yasağı, gerçekten vahim bir gelişmedir. Kadınların özgürlüklerinin bastırılmasında önemli bir rol oynayacaktır. Özellikle genç kadınların yaşam haklarına bir saldırıdır. Türkiye’yi dini muhafazakârlığın daha fazla içine sürükleyecektir. Ardında yatan Osmanlıcı proje ise ülkeyi savaştan savaşa sürükleme tehdidini yaratacaktır.
Peki, engellemek için ne yapmalı? Fedakârca mücadele etmeli. Uluslararası kadın hareketinin de, kitle örgütlerinin de desteğini almalı. Geniş Kürt kitlelerini harekete geçirmeli. Batıcı-laik burjuvazinin İslamcı hakimiyet konusunda gözünü korkutmalı. Ama bunların hiçbiri yetmez: Başta kadınlar olmak üzere, işçi ve emekçilerden oluşan büyük çoğunluğu kazanmalı. İş DİSK’in, KESK’in, Petrol-İş’in ya da Hava-İş’in kürtaj yasağına zaten karşı olan kadınlarını harekete geçirmek değil. İş büyük işçi-emekçi kitleleri kazanmak.
Peki, muhafazakârlaşmış, yarısından fazlası AKP’ye, bir bölümü de MHP’ye oy kullanan işçi-emekçi çoğunluğu kürtaja karşı mücadeleye nasıl kazanılır? “Kadının bedeni” üzerine provokatif bir söylemle değil. Genel bir “insan hakkıdır” söylemiyle değil. Sınırlı bir anti-Tayyip, anti-Gökçek, anti-Akdağ yaklaşımıyla da değil. Kürtajın emekçiler için çok önemli bir hak olduğunu, kürtaj hakkını yitirmenin aile ekonomisinde büyük sarsıntılar ya da kadının ölümü anlamına geleceğini anlatarak. Asgari ücretle geçinen kentli bir işçi ailesinin ikinci, haydi diyelim üçüncü çocuktan sonra önünde birkaç yol kalır: “Çocuğu veren Allah rızkını da verir” deyip tüm çocukların açlık ve sefalet içinde büyümesini göze almak veya gizli doktor kürtajına para yetiştirmek için banka denen tefecilere ya da sokak tefecilerine borçlanmak veya kadının düşük yapmaya çalışırken merdiven altında ölümüne razı olmak.
İşte büyük kitleye bu anlatılabilirse o zaman kürtaj geriletilebilir. Nasıl mı anlatacağız? Eylemlerimizde kadınların somut taleplerini öne çıkararak; sadece Beyoğlu’nda, Kızılay’da, Alsancak’ta eylem yaparak değil, Sultangazi’de, Sincan’da, Çiğli’de standlar açıp kapı kapı dolaşıp başta kadınlar olmak üzere emekçilere ulaşmaya çalışarak. Bunun için de sadece daha üst sınıflardan kadınlara anlamlı gelecek, müstehcenliğin sınırlarında dolaşan sloganlardan vazgeçmek.
Kadın hareketi, işçi hareketi ve sol bir sınavdan daha geçiyor. Ya işçi ve emekçilere uzanmak ya yenilgi.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Haziran 2012 tarihli 32. sayısında yayınlanmıştır.