İstanbul Sözleşmesi’nin iptali şiddetin önünü açmaktır: Sözleşme uygulansın! Şiddete karşı özsavunma!
İstibdad cephesinden, Batı değerleri gözetilerek aile yapısına dikkat edilmeden hazırlandığı, şiddetin arttığı haberlerinin yalan olduğu gibi gerekçelerle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek gerektiğini savunan sesler yükselmeye devam ediyor. Bu yılın ilk 7 ayında 204 kadının, zamanında ve yeterli önlemler alınmaması sebebiyle katledildiği gerçeğini görmezden gelen AKP Merkez Yürütme Kurulu (MYK), Erdoğan’a sözleşme nedeniyle boşanmaların arttığını tespit eden bir rapor sundu.
Kadın cinayetlerinin, tecavüzlerin katlanarak arttığı bir dönemde boşanmaların artması üzerine raporlar sunarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek gerektiğini savunan iktidar, şiddeti bilinçli olarak “ev içi mesele”ye indirgiyor. Ev dışında yaşanan vakalarda ise kadının namusunu sorguluyor. Evde, iş yerinde, okulda, sokakta sistematik olarak şiddete maruz bırakılan kadınların sesini “aile” demagojisiyle kısmaya çalışıyor.
İstanbul Sözleşmesi nedir, neden önemlidir?
2014’ten bu yana yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi kadınları her türlü şiddete karşı korumayı, kadına karşı şiddeti ve hane içi şiddeti önlemeyi amaçlayan, Türkiye dahil 40’ın üzerinde devlet tarafından imzalanmış bir uluslararası sözleşmedir. Sözleşme, taraf devletlere getirdiği yükümlülükler bakımından 4 ana başlıkta incelenir. Buna göre şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, faillere yönelik etkili soruşturma ve kovuşturma yürütülmesi ve kadına yönelik şiddeti engellemeye dönük politikalar izlenmesi için taraf devletler gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. AKP MYK, sözleşmeden kaynaklandığını iddia ettiği boşanma istatistiklerini raporlaştıradursun biz, sözleşmenin sadece birkaç maddesine ve uygulansaydı bugün aramızda olabilecek olan, katledilen kadınlara, çocuklara bakalım:
Sözleşmenin 34. maddesi -Taraflar başka bir şahsa yönelik olarak gerçekleştirilen ve bu şahsı, şahsın kendisini güvende hissetmesini önleyecek şekilde korkutacak, kasıtlı bir biçimde tekrarlanan tehditkar davranışların cezalandırılmasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır- uygulansaydı;
Kolluğun müdahalesi ile katilin ısrarlı takibi engellenecek, Pınar Gültekin canice katledilmeyecekti.
Sözleşmenin 50. maddesi -Taraflar sorumlu kolluk kuvveti birimlerinin bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet eylemine karşı, mağdurlara yeterli korumayı derhal sağlayarak süratle ve gereken biçimde mukabelede bulunmalarını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır- uygulansaydı;
Koruma kararı talep etmek için karakola giden, karakoldan çıktıktan hemen sonra küçük kızının ve insanların gözleri önünde katledilen Emine Bulut yaşıyor olacaktı.
Sözleşmenin 56. maddesi -1/a. Mağdurların, ailelerinin ve tanıkların, sindirmeye, misillemeye ve tekrar mağdur bırakılmaya karşı korunmalarını sağlayacaklardır- uygulansaydı;
AKP’li Şirin Ünal nüfuzunu kullanarak Nadira Kadirova’nın ölüm sebeplerinin araştırılmasını engelleyemeyecek, ailesinin baskı altında tutulmasını sağlayamayacak, başka nüfuzlu kişiler buradan cesaret alamayacak, dosya üzerine kapatılamayacak, sorumlular cezalandırılacaktı.
Sözleşmenin 56. maddesi -mağdurun en azından kendisinin veya ailesinin tehlikede olabileceği durumlarda, failin kaçması veya geçici veya kesin olarak serbest bırakılması halinde mağdurun bilgilendirilmesini sağlamak- uygulansaydı,
Eşini bıçakladığı için hapishaneye giren, salgın bahanesiyle tahliye edilen şahıs eşinin ve kızlarının yaşadığı eve gidip kızı Ceylan Aslan’ı döverek öldüremeyecek, Ceylan hâlâ aramızda olacaktı.
Sözleşmenin 53. maddesi -Taraflar 1. fıkrada saptanan kısıtlama veya koruma emirlerinin ihlallerin etkili, orantılı ve caydırıcı cezai veya diğer yasal yaptırımlara tabi olmasını sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alır- uygulansaydı;
Şimdi aramızda olmayan onbinlerce kadının katilleri, haksız tahrik, iyi hâl indirimlerinin söz konusu bile olamayacağı yargılamalara tabi olacak, caydırıcı cezalar daha nice katliamların önüne geçebilecekti.
Sözleşmenin varlığı değil, mücadele yaşatır!
Türkiye devleti İstanbul Sözleşmesi’nin tarafıyken ve henüz bu sözleşmeden çekilmemişken de kanımızı donduran kadın cinayetlerine şahit olduk. Çünkü şiddetin asıl sebebi cinsiyetçi, ayrımcı politikalar, bu politikaların yeniden üretimini sağlayan erkek egemen kapitalist sistemdir. Şiddetin kaynağı için “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek” diyen eski bakana, şiddetin abartıldığını söyleyen Erdoğan’a bakmak gerekir. Bu söylemler ve ayrımcı politikalar kadınları üretimin ve toplumun dışına itiyor. İktidar koruyucu yasaları uygulamadığı gibi üstüne iptal etmeye çalışıyor!
İstanbul Sözleşmesi’nin varlığı elbette önemli ancak yeterli değil. İktidarın cinsiyet ayrımcı politikalarına karşı durabilmek, kazandığımız yasal dayanakların korunmasını ve uygulanmasını sağlamak için sesimizi yükseltmeliyiz. Ancak bu, mahkemelerin nüfuzlu olanın korunmasına, iyi hâlden, tahrikten, delil yetersizliğinden her gün kadın katillerinin salıverilmesine engel olmaz. Yasaların uygulanması ve kadınları koruyacak yeni yasalarla haklarımızın genişletilmesi için de mücadele etmek zorundayız. Bugünden başlayarak kadınların yaşamını fiilen korumak ve şiddete örgütlü bir şekilde müdahale ederek savuşturmak için özsavunma örgütlenmeleri kurmalıyız. Ve nihayet sistematik şiddete, cinsiyet ayrımcı işbölümüne, kadınların maruz kaldığı tüm baskı ve ezilme biçimlerinin kaynağı ve koruyucusu erkek egemen kapitalist sisteme karşı bütünlüklü bir mücadele örgütlemeliyiz.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2020 tarihli 131. sayısında yayınlanmıştır.