Tekel’den Polonez’e sermayenin kâbusu olmak ve rüyamızın peşinde yürümek
Tekel’in ve işçi sınıfının şehidi Hamdullah Uysal’ın anısına saygıyla…
15 Aralık 2009’da bundan tam 15 yıl önce binlerce Tekel işçisi otobüslerle Ankara’ya indi ve Türkiye işçi sınıfı tarihinin dönüm noktası olacak büyük bir direniş başladı. İşçilerin AKP Genel Merkezi’ne yürüyüşü devletin gazıyla, copuyla, tazyikli suyuyla karşılaştı. Çetin mücadelelerin sonucunda işçiler Sakarya Meydanına geldi. Türk-İş Genel Merkezi’nin önünde kar yağışının altında taburelerle başlayan oturma eylemi saatler içinde bir çadırkent inşa edilmesiyle 78 gün sürecek büyük bir direnişe dönüştü. O güne kadar Tekel benim için doğduğum yerdi. Babam İsmet Dölek, Tekel’de memurdu. Ben de Tekel’in Cevizli’deki lojmanlarında doğmuştum. Binlerce işçi çocuğu gibi ben de Tekel’in ekmeğini yiyerek, kreşine giderek, sağlık hizmetlerinden, sosyal tesislerinden faydalanarak büyüdüm. Tekel benim yuvamdı. Tekel işçisi işini ekmeğini yuvasını yuvamızı savunuyordu. “Tekel vatandır, satılamaz” sloganıyla işçiler, vatanımızı savunuyoruz diyorlardı. Ve tabii ki onlar da vatan haini ve terörist ilan edileceklerdi!
Tekel işçisi “gemileri yaktık geri dönüş yok” diyerek Ankara’ya geldi, Ankara’da Sakarya komününü kurdu, zulmün karşısında Türkü Kürdü Lazı ile Tekel işçisi omuz omuza durdu. Halaylar horonlar birlikte oynandı. Sakarya’da işçilerin birliği ve halkların kardeşliği vardı. Tekel işçisinin mücadelesi tüm Türkiye işçi sınıfının mücadelesine dönüştü. Tüm Türkiye Ankara’ya aktı. İşçinin coşkun akan seli sendika bürokratlarını da önüne kattı. Ankara Sıhhiye meydanında yüz bin kişi toplandı. Devrimci İşçi Partisi yeni kuruluyordu ve biz de DİP Girişimi olarak alandaydık. Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu işçinin karşısına çıkmaya korkuyordu. Kürsünün önünde “Kumlu gelsin grev sözü versin” sloganı atmaya başladık ve genel grev çağrısı dalga dalga alana yayıldı. Sonrasında Türk-İş tarihinin en işbirlikçi başkanlarından biri olan Mustafa Kumlu nihayet genel grev çağrısı yapmak zorunda kalacaktı. Sakarya komünü 78 gün sürdü ama kavga devam etti. Aylarca meydanlarda Tekel işçilerinin merkezinde olduğu bir sınıf hareketliliği yaşandı. Nihayet gemileri yaktık geri dönüş yok diyen Tekel işçileri kefenleri giydik geri dönüş yok diyerek açlık grevine dahi gideceklerdi.
Bu mücadelenin etkisi sadece sınıfın belleğine kazınmadı. Tekel’den sonra “çadır” iktidarın bitmeyen kâbusu oldu. Yıllar sonra üniversite asistanları olarak YÖK’ün önüne eylem yapmaya gittiğimizde, Ankara polisi bize “ne yaparsanız yapın lütfen çadır kurmayın” dediğinde bunu çok iyi anlamıştım. O gece YÖK’ün önünde karın altında çadır kurmadan sabahlamıştık. Ama Tekel’in direniş ruhu yanımızdaydı. Ve ertesi gün kazanımla dönmüştük. Daha sonra “çadır” korkusunu ya da daha doğru bir ifadeyle Tekel korkusunu Gezi’de gördük. Karşılarında çadırı görünce paniklediler ve çadırı yakmaya kalktıklarında isyan ateşini daha da harlamaktan başka bir şey yapmamış oldular.
Tekel işçisinin büyük direnişi önemli kazanımlar elde etti. Ama sonuçta Tekel elden gitmişti. Türk-İş’in 190 bin üyeli en büyük sendikalarından olan Tekgıda-İş belkemiği olan Tekel’i kaybetmişti. Ama Tekel direnişi ardında, büyük bir mücadele mirası bıraktı. O miras Yunus Durdu’lar, Suat Karlıkaya’lar gibi Tekel’in önderleri ile bugünlere taşındı. Kamunun en büyük sendikalarından olan Tekgıda-İş Tekel’in mücadeleci mirasıyla özel sektörün en büyük sendikalarından birine dönüştü. Bu öyle kolay olmadı. Tekel’den sonra Çaykur da siyasi operasyonlarla Tekgıda’dan kopartıldı. Ama Tekgıda-İş pes etmedi, işçiden aldığı aidatı örgütlenmeye ve direnişe harcadı. Sendikalaştığı için işten atılan işçiye sahip çıktı. Bugün marketlerin gıda reyonlarında gördüğümüz pek çok markayı üreten işçiler direne direne Tekgıda-İş sendikasında örgütlendi. Bugün Nestle’den Sütaş’a Cargill’den Eker’e, Adkotürk’ten Bel Karper’e, Perfetti’den Polonez’e kurulan çadırlar Tekel’in çadırlarıdır.
Bugün Eker’de, Perfetti’de, nihayet Polonez’de Tekel’in çadırları yeniden iş aş hürriyet mücadelesinin mevzileri olmuştur. Tekel’in direnişçi mirası yeniden ayağa kalkmıştır. Şimdi Polonez işçileri de “gemileri yaktık geri dönüş” yok diyerek Anayasal hak yürüyüşü için Ankara yoluna çıkıyor. Tekel direnişinin bir aşamasında hükümet işçilerinin taleplerini karşılamayan bazı iyileştirmeler önerince işçiler arasında referandum yapılmıştı. Sandıklardan oy birliğiyle “direnişe devam” kararı çıkmıştı. Polonez’in Ankara yürüyüşü de patronun “kıdem tazminatlarınızı ve dört aylık ücretlerinizi verelim gidin” teklifinin ardından kurulan sandıklardan direnişe devam kararıyla birlikte çıktı. Memlekette sayısız seçim yapıldı. Emekçi halk için hiçbir şey değişmedi. Ama Tekel’deki referandumdan sonra Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Polonez’in kararından sonra da öyle olacak. Polonez işçisi tarih yazacak. Tekel’den Polonez’e gemileri yakan işçiler gerekirse kefen giyer ama mücadeleden dönmez. Ben Tekel’de doğdum, partim Devrimci İşçi Partisi Tekel direnişinde kuruldu ve ne mutlu ki bugün sermayenin kâbusu olan Polonez işçileri ile birlikte rüyamızın peşinde, ekmek gül ve hürriyet günlerine doğru birlikte yürüyoruz! Memlekette iyiden güzelden, haktan ve haklıdan yana bir şeyler değişsin diyen herkesi bu onurlu yolda birlikte yürümeye davet ediyoruz!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2024 tarihli 183. sayısında yayınlanmıştır.