Polonez işçisinin direne direne zafere yürüyüşü!

Polonez işçisinin direne direne zafere yürüyüşü!

27 Ağustos günü Çalışma Bakanlığı internet sayfasından bir basın açıklaması yayınlandı. Açıklamada bakanlık teftiş başkanlığının Çatalca’da faaliyet gösteren bir firmayla ilgili sendikal faaliyet dolayısıyla işten çıkarmaya gidildiğinin tespit edildiği ve 141 işçi için toplam 2 milyon liraya varan idari para cezası istendiği duyuruluyordu. “Çatalca’da faaliyet gösteren firma” kod adıyla bahsedilen firma elbette ki Polonez’den başkası değildi. 141 işçi ise 19 Temmuz’dan beri Tekgıda-İş öncülüğünde direnen Polonez işçileriydi! Sendikal sebeple işten çıkartmalara hemen her gün rastlıyoruz. Eğer bir fabrikada sendikal örgütlenmeye girişiyorsanız mutlaka bu sürecin bir aşamasında işten atmaların olacağını hesaba katmalı ve buna karşı yapılacak eylemleri de ilk baştan planlamalısınız. Dolayısıyla Polonez patronunun 141 işçiyi sendikal sebeple işten atmasında ilginç bir yan yoktu. Polonez işçilerinin bu saldırıya karşı direnişe geçmesi de öyle.

Ancak ilginç olan Çalışma Bakanlığından yapılan açıklamaydı. Bu sık rastlanan bir durum değil. Hele ki böyle bir açıklamanın ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik (ÇSGB) Bakanı Yardımcısı Faruk Özçelik, ÇSGB Çalışma Genel Müdürü Dr. Mehmet Baş, ÇSGB Teftiş Kurulu Başkanı Bekir Aktürk, İstanbul Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü Uğur Oto ve Çatalca Kaymakamı Erdoğan Turan’dan oluşan kalabalık bir heyetin fabrikaya gelmesi, patronla müzakere edip direniş çadırını ziyaret etmesi görülmüş şey değil! Çalışma Bakanlığının da SGK’nın da Kaymakamlığın da başına taş düşmedi! Onları Çatalca’ya Polonez işçilerinin tüm Türkiye’ye mal olan kararlı direnişi getirtti. 

Gelene değil getirene bak!

Gelene değil getirene bak!

Nasıl mı? Hatırlayalım! Çalışma Bakanlığı müfettişleri fabrikaya 29 Temmuz’da geldi. Oysa ilk 13 öncü işçinin çıkartıldığı 19 Temmuz gününden itibaren defalarca şikayetler yapılmış, hem sendikal baskıların hem de gündelikçi işçi getirilmesi dolayısıyla oluşan halk sağlığı sorunlarının tespiti için müfettiş talep edilmişti. Devlet ilk günden itibaren oradaydı ama çevik kuvvetiyle, TOMA’larıyla işçinin karşısında olarak! Fabrikanın bahçesine yerleştiler. Arkalarını şirkete, cephelerini işçiye döndüler. Devlet işçinin haklı talepleri karşısında ilk 10 gün boyunca görmedim, duymadım, bilmiyorum diyerek üç maymunu oynadı. Devletin gözetimi ve korumasından cesaret alan patron Anayasa’yı ve yasaları hiçe sayarak peyderpey 133 işçiyi daha işten attı. Aynı pervasızlıkla, yıllarını fabrikaya vermiş kalifiye işçilerin yerine yasa dışı ve gayri meşru şekilde gündelikçi kaçak işçiler getirerek üretim yapmaya kalkıştı. Tabii ki işçiler kanlarına ekmek doğrayan bu grev kırıcılara geçit vermeyecekti. Öyle de yaptılar. Kaçak işçi taşıyan servisler fabrika önündeki işçi barikatını aşamadı. İşte o anda günlerdir Anayasa, yasa tanımayan patronun fabrikasının bahçesinde bekleyen polisler, bir anda “yasaları korumak” için harekete geçtiler. Yolu kapatmanız kanuna aykırı diyerek kalkanlarla, coplarla, biber gazlarıyla işçilere saldırdılar. Korudukları yasa değil, patronun çıkarıydı!

İstibdadın aşamadığı barikat

İstibdadın aşamadığı barikat

Kaçak işçi servisleri gibi polis de işçi barikatını aşamadı. O gün kaçak işçiler gerisin geriye döndü. Günlerdir işçilerin “Patron yasadışı şekilde işten çıkartma yapıyor, sendikal baskı uyguluyor” şeklinde feryatlarına, “Hakkınızı mahkemede arayın, bizim yapacak bir şeyimiz yok” diyenler, patronun yasadışı işçileri fabrikaya sokmak için yaptığı başvurular karşısında hemen yaratıcılıklarını göstermeye başladılar. Patrona, “git derdini mahkemeye anlat” demediler. Çatalca emniyeti seferber oldu. Fabrikanın etrafında bariyerler, TOMA’larla neredeyse bir kilometre çapında bir güvenlik çemberi oluşturdular. Bu durumu görerek fabrika önüne gelen işçileri de darp ederek bu çemberin dışına attılar.

Çatalca Kaymakamlığına uzun yürüyüş!

Çatalca Kaymakamlığına uzun yürüyüş!

Burada işçiler öfkeli şekilde bariyerlerin arkasında toplanmışken, bir anda akşamdan kalma görünümlü birisi beliriverdi. Daha sonra kendisinin AKP Çatalca İlçe Başkanı olduğu ortaya çıktı. Canı burnundaki işçilerin ortasına geçmiş “hepinize havaalanında iş bulurum” diyordu. Bir anda Çatalca Kaymakamlığına yürüme kararı alınmasıyla işçiler ana yola doğru yöneldi. Gece yarısı, 5 km mesafedeki Çatalca hükümet konağına doğru yürüyüş, marşlar ve sloganlar eşliğinde başlarken AKP’li şahıs da bir nevi işçilerin tepkisinden kurtulmuş oldu. O gece Kaymakamlığa yüründü. Kaymakam geldi. Sendikayla ve işçi temsilcileriyle bir görüşme yaptı. Somut bir sonuç çıkmadı. İşçiler eylem alanımız fabrika önüdür diyor alanlarını geri istiyordu. “Servislerin önünü kesmeyin” ihtarlarına ise “biz fabrikanın işçisine karışmayız, yasadışı kaçak işçiye ise izin vermeyiz” cevabı verildi. Görüşme çıkmaza girdi. Kaymakam yaptığınız iş kanunsuz diyerek polis müdahalesi sinyalini verip aba altından sopa göstererek makamdan ayrıldı. Polis ablukası altında tüm gece işçiler orada eylem yaptı.

Polonez işçisi direne direne direniş alanına döndü!

Polonez işçisi direne direne direniş alanına döndü!

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte takviye polis kuvvetleri alana geliyor ama işçiler, takviye kuvvetleri, kararlılıkları artmış şekilde ve tam bir birlik içinde karşılıyordu. Müdahale olmadı. Kaymakamlıktan sonra Valilik de devreye girdi. Sabah tekrar makama gelen kaymakam işçilerin haklı olduğunu söyledi ve işçilere kendi elleriyle çay dağıttı. Fabrika önündeki alanın işçilerin eylem alanı olarak düzenleneceği sözünü ve müfettişlerin görevlendirildiği bilgisini verdi. Saatler sonra 146 işçi direniş alanına “direne direne kazanacağız” sloganlarıyla giriş yapıyor aynı esnada da resmi araçlarla Çalışma Bakanlığı müfettişleri fabrikaya geliyordu. İşte o müfettişler böyle fabrikaya geldi. Çalışma Bakanlığı o açıklamayı, bu müfettişlerin raporu sonucunda yaptı. Tabii müfettişler geldikleri andan itibaren gerçeği gördüler. Fabrika içinde çalışan ve dışarıda direnen işçilerle yaptıkları görüşmelerde sendikal baskılar apaçık ortaya çıkıyordu. Müfettişlerin gelmesiyle fabrika içinde sağa sola gizlenen gündelikçi işçilerin koşuşturması her şeyi gösteriyordu. Müfettişler Ankara’ya döndüler.

Dönerken kısa sürede raporların hazırlanacağı söylenmişti. Gel gelelim müfettişlerin raporları bir ay sonra açıklandı. Bu bir ay süresi içinde işçiler fabrika önünde tam bir disiplin ve kararlılık içinde direnişlerini sürdürdü. İşçiler bekleyerek sonuç alınmayacağını biliyor “hak verilmez alınır” diyordu. Direniş alanından yapılan duyurularda, işçilerin attığı sloganlarda, verilen sözlerin tutulması isteniyordu. Kaymakamlık bir kez daha “elimizden bir şey gelmiyor” moduna geçmişti. Kaymakamlığın görüşme çağrısına patron tarafı karşılık vermiyor, devleti en tepeden arkasına almış olmanın şımarıklığıyla hareket ediyordu. Çatalca’da devleti temsil eden kaymakamlık çözüm adresi olmaktan uzaktı. İşçilerin bu durumu sıkça dillendirmesi dolayısıyla polis, fabrikadan Çatalca Hükümet Konağı’na yeni bir yürüyüş beklentisiyle fabrikaya yığınak yaptı.

Polonez işçisi bir sabah ansızın Bâb-ı Âli’de İstanbul Valiliğinde

Polonez işçisi bir sabah ansızın Bâb-ı Âli’de İstanbul Valiliğinde

Ama direnişin bir sonraki adresi kaymakamlık değil, İstanbul Valiliği oldu. İşçiler “Görmezlikten, duymazlıktan, bilmezlikten gelemezsin” dercesine bir Cuma sabahı Babıali’de İstanbul Valiliğinin önünde beliriverdi. Bir sabah ansızın işçileri karşısında gören devlet önce işçilere çay ikram etti, daha sonra sendika yöneticileri ve işçi temsilcileri ile bir görüşme yapıldı. Görüşmeden yine somut bir şey çıkmıyor, Vali Yardımcıları işçilerin taleplerini not etmekle yetiniyordu. Görüşmenin ardından devlet çay tepsilerini kaldırıyor, çevik kuvvet ve TOMA’larla işçiler abluka altına alınıyordu. Polis şefleri işçilere kalkanlardan ve TOMA’lardan aldıkları güçle sert şekilde yukarı doğru çıkmalarını ve alanı terk etmelerini söylerken tek bir işçi tek bir adım dahi geri atmadı. Polis ablukasını yararak işçilerin önüne gelen Tekgıda-İş temsilcisi ve direnişin önderi Yunus Durdu konuşmaya başladığında, adımlarını geri atarak alanı açanlar polisler oldu. İşçiler direnişi bir adım daha ileri taşımanın memnuniyetiyle eylemi bitirerek, İstanbul Tabip Odası’nın Genel Merkezi’ne geçerek burada toplantı yaptılar. Ardından da direniş alanına döndüler.

Ataşehir’de birleşik işçi cephesinin gövde gösterisi ve sabaha kadar direniş!

Direnişin yeni adresi Polonez’in Ataşehir’deki Genel Müdürlüğü’nün önüydü. Burada gerçekleştirilen eylem, Devrimci İşçi Partisi’yle birlikte emekten yana siyasi partilerin yanı sıra DİSK’e bağlı sendikaların, özellikle de Birleşik Metal-İş üyesi metal işçilerinin yoğun katılımıyla bir birleşik işçi cephesi mitingine dönüştü. İşçilerin birliği bir kez daha devletin sermaye yanlısı reflekslerini harekete geçirdi ve dayanışmaya gelen DİSK korteji çevik kuvvet barikatıyla karşılaştı. Biber gazları sıkıldı. Ancak barikatlar bir kez daha aşıldı. Basın açıklaması gerçekleştirildi ve ardından gece boyu sürecek direniş başladı. İşçiler tüm geceyi genel müdürlük önünde geçirerek kararlılıklarını bir kez daha gösterdi. Sabahın ilk ışıkları halaylarla karşılandı ve işçiler eylem alanını “bir sonraki adres Ankara” diyerek terk ettiler. Çatalca’ya dönüş güzergahı olarak arabalı vapur tercih edildi. Eyüp Sultan Camii ziyareti yapılacaktı. Bu ziyaret bile 3 otobüs çevik kuvvet eşliğinde gerçekleşti. Tabii ki işçiler camii ziyareti ile yetinmedi. Çatalca’ya dönmeden önceki diğer durak AKP İl Binası oldu. İşçiler Haliç’in karşı kıyısına geçip AKP İl Binası’na ilerlerken çevik kuvvet otobüslerinin sayısı üçten yediye çıkıyordu. Sendika temsilcileri ile direnişçi işçilerden bir heyet AKP il yöneticileriyle görüştü. Bu görüşmede AKP’liler bir kez daha “hakkınızı mahkemede arayın” tavsiyesinde bulunuyor, “bağımsız Türk yargısı”nın işleyişini hızlandırarak (o da işe iade davalarının arabulucu süreleri!) işçilere yardımcı olmaktan bahsediyorlardı. Özürleri de kabahatlerinden büyüktü! Olaylardan yeni haberdar olmuşlardı! Oysa polisin arkasında kaymakamın yanında Çatalca İlçe Başkanları hep oradaydı. Birçok işçi daha önce AKP seçmeniydi. Hatta aralarında çok sayıda AKP üyesi de vardı. Ama AKP yöneticilerinin gözleri sadece parayı görüyor, kulakları sadece sermayenin taleplerini duyuyordu.

Birleşen işçiler birleştiriyor! Sınıf dayanışması büyüyor!

Polonez işçilerinin direnişi etrafında sınıf dayanışması da adım adım büyüyordu. Devrimci İşçi Partisi Polonez’in en büyük müşterilerinden biri olan Dominos Pizza’nın Gebze’deki deposunun önünde bir eylem yaparak işaret fişeğini yaktı. Devrimci İşçi Partisi daha sonra dayanışma faaliyetlerine Migros ve CarrefourSa’nın İstinye’deki büyük mağazaları önündeki eylemlerle devam etti. Ardından TİP milletvekillerinden ve Tekgıda-İş sendikası temsilcilerinden oluşan bir heyet Dominos’un genel müdürlüğünde bir görüşme gerçekleştirdi. Dominos Polonez’den mal tedarik etmeyi bırakacağını açıkladı. İstanbul Tabip Odası, Polonez’in Çatalca’daki deposu önünde bir eylem yaparak, resmi kayıtlarda gözükmeyen bu depo için denetim talep etti. Daha sonra DİP, İDP, TİP, TKP, Sol Parti, Emek ve Adalet Platformu ile Eğitim-Sen’in yer aldığı kurumlar tarafından Polonez İşçileri Dayanışma Komitesi kuruldu. Bu komite Polonez’in büyük müşterilerinden olan ve kendi markasıyla sattığı şarküteri ürünlerini Polonez fabrikasında ürettiren Migros’un genel müdürlüğü önünde ve Polonez’in Tuzla Tepeören’deki kiralık deposu önünde eylemler gerçekleştirdi.

Polonez işçilerinin mücadelesi başka işçi mücadeleleriyle buluşuyor, örgütlenme ve direniş yoluna giren nice işçilere ilham oluyordu. Polonez işçilerinden önce Tekgıda-İş’te örgütlenen ve direniş yoluna giren Esenyurt’taki Perfetti işçileri Polonez’le derhâl kardeşleşti. Perfetti’de sendika temsilcisi olduğu için işten atılan ve fabrika önünde aylardır direnen Ayhan Yaylalı Polonez direnişi başladığı anda oradaydı. Daha sonra Perfetti işçileri vardiya çıkışlarında toplanarak defalarca Polonez’e dayanışma ziyaretinde bulundular. Dayanışmayla Polonez’e güç verdiler, Polonez işçisinin kararlılığından, birliğinden güç ve ilham alarak fabrikalarına döndüler. Çatalca ile Esenyurt arasında sağlam ve örnek bir sınıf kardeşliği kuruldu. Daha sonra benzer bir sınıf kardeşliği de Esenyurt CarrefourSA deposunda direnişe geçen DGD-SEN üyesi işçilerle kuruldu. Sınıf dayanışması köprüsü mesafe tanımadan Gebze’de grevde olan Birleşik Metal-İş üyesi Mersen işçileriyle, yine Tuzla’da Selüloz-İş’le grev pankartını asan MKB Rondo işçileriyle de kuruldu. Polonez işçilerinin Ataşehir’de şirketin genel müdürlüğünün önünde sabahladıkları gece Tuzla’da bulunan ve Birleşik Metal-İş fabrikasında örgütlü Chen Solar fabrikasının işçileri de 3-11 vardiyası çıkışı Polonez işçilerinin yanına gelmiş, örnek bir sınıf dayanışması pratiği sergilemişti. Polonez işçileri grev kırıcıların yolunu keserken memleketin dört bir yanındaki çiftçiler de traktörleriyle yollara dökülmekteydi.

Direniş Çerkezköy Türk-İş mitingine taşındı! Polonez işçileri direne direne Türk-İş başkanını direnişe getirdi!

Direniş Çerkezköy Türk-İş mitingine taşındı! Polonez işçileri direne direne Türk-İş başkanını direnişe getirdi!

Bu esnada Türkiye işçi sınıfının en önemli örgütleri olarak öne çıkan Türk-İş ve DİSK eylem programlarını açıkladılar. Türk-İş ilk mitingini Çatalca’ya 45 dakika mesafede olan Çerkezköy’de yapacağını açıkladığında Polonez’de de miting hazırlıkları başlamıştı. Polonez işçileri kalabalık bir kortejle Çerkezköy’deki mitinge damgalarını vurdular. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay kürsüden Polonez işçilerini selamladı ve sürecin takipçisi olacağını açıkladı. Mitingin ardından da Ergün Atalay’la birlikte Türk-İş yönetim kurulu Çatalca’ya gelerek direniş çadırını ziyaret etti. Çalışma Bakanlığı heyetinin gelişinin habercisi Ergün Atalay’ın gelişiydi. Aslında o da epey gecikmeli bir şekilde direniş alanına geldi ve onu getiren de Polonez işçilerinin direnişiydi. Devrimci İşçi Partisi de hem Çerkezköy mitinginde hem de sonrasında direniş alanında Polonez işçileriyle birlikteydi. Devrimci İşçi Partisi, Türk-İş, DİSK ve Hak-İş ilk defa ortak açıklama yaptığında bu açıklamayı önemli görmüş, açıklamanın kâğıt üstünde kalmaması, somut bir eylem programına dökülmesi gerektiğini ifade etmişti. Bu eylem programı da işçilerin gazını almaya yönelik olmamalı, sınıfın kazanımlarını ve kırmızı çizgilerini korumak için bir birleşik işçi cephesinin inşasına vesile olmalıydı. Devrimci İşçi Partisi bunları söylerken sendika başkanlarına değil, tabanda mücadele eden işçilere güveniyordu. Nitekim Polonez işçileri başta olmak üzere sınıf mücadelesine atılan işçiler bu güveni boşa çıkarmadı.

İş, aş, hürriyet işçi köylü el ele direne direne gelecek!

İşte Çalışma Bakanlığına bir sayfalık o açıklamayı yaptıran mücadelenin hikayesi budur! Yani açıklamayı yapana değil yaptırana bakmak gerekir. Bununla birlikte tüm bu hikâye bundan sonra izlenecek yolu da göstermektedir. Çalışma Bakanlığının Polonez’de sendikal hak ihlallerini tescil eden açıklaması son derece olumludur ama bu olumluluk metnin içindeki acı gerçeği görmemize de mani olmamalıdır. Çalışma Bakanlığının açıklamasına göre müfettişlerin raporu bakanlığa 2 milyon TL’ye yakın bir ceza kesmesini teklif ediyor. Ceza daha kesilmemiş, kesilmesi teklif edilmiştir. Dahası bu cezalar sendikal sebeple işten atılan her işçi için 8 bin 590 lira, usülsüz toplu çıkış yapıldığı için de kişi başı 5 bin 506 liradan ibarettir. Bu rakamların anlamını iyi kavramak gerekir. Devlet bu açıklamasıyla bir yandan da patronlara Anayasa’yı yasaları çiğnemenin fiyatını söylemektedir. Ve onca hayat pahalılığı içinde bu fiyat epeyce ucuzdur! Dahası bu fiyat tarifesi yerli ve yabancı sermaye karşısında Anayasası’na sahip çıkmaktan aciz bir devlet tablosunu yansıtmaktadır. Son olarak 3 Eylül’de Çalışma Bakanlığı Polonez işçilerinin işten çıkarılma maddesini değiştirmiş, kötü ünlü Kod-46, haksız sebeple işten çıkarılma maddesi olan Kod-4 olarak değiştirilmiştir. Bu şekilde işçilerin hem işsizlik sigortasından faydalanma hem de tazminatlarını alma hakları doğmuştur.

Polonez işçisi bu kararların çıkmasını direne direne sağlıyor, kazana kazana yoluna devam ediyor. Türkiye’de hakkın, hukukun ve adaletin güvencesi Polonez işçileri nezdinde Türkiye işçi sınıfından başkası değildir ve olamaz. Polonez işçilerinin zaferinin garantisi bu yüzden Çalışma Bakanlığının açıklaması da ziyareti de vaatleri de değil, sadece ve sadece birliğin, örgütlülüğün ve direnişin gücüdür! Türkiye’ye de iş, aş aynı şekilde sınıf mücadelesiyle gelecek; emperyalizmin ve sermayenin millete vurduğu zincir sınıfın gücüyle kırılacak; hürriyet, birleşen, örgütlenen ve direnen işçilerle emekçilerle köylülerle gelecektir.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2024 tarihli 180. sayısında yayınlanmıştır.