Mısra kızımızın geleceği
Yaklaşık iki hafta önce biri Çorlu’da, öteki Çerkezköy’de faal iki fabrikanın işçileri, Tek Gıda-İş sendikasının öncülüğünde Tekirdağ Valiliği önünde toplandılar. Hani on yıllardır simitimize eşlik eden Karper peynirleri vardır ya. Bel Karper işte o peyniri üreten şirketin bir Fransız şirketince satın alınması sonucu ortaya çıkmış. Indomie Adkoturk da hazır makarna üreten bir başka yabancı sermayeli işletme.
Fabrikaların her ikisinde de grev yaşanıyor. İki fabrikanın işçilerini Tekirdağ Valiliği’nin önünde bir araya getiren yollar farklı. Ama ortak bir yanı var ikisinin: Her iki fabrikada da işçilerin bir bölümü sırf sendikalaştıkları için işten çıkarılmış bulunuyor. İşverenlerin bu yasa tanımaz tutumuna rağmen, polis ve jandarma işçilere mücadelelerinin her aşamasında engel olmaya çalışıyor, baskı yapıyor.
İşte işçiler bunun için Tekirdağ Valiliği önündeler. Pankartlarıyla, bayraklarıyla, sloganlarıyla devletten haklarını talep etmeye, bunun için de vali ile görüşmeye gelmişler. Tek Gıda-İş sendikasının temsilcisi Yunus Durdu, kapının önünde polis şefine işçilerin sorunlarını akıcı ve kararlı bir konuşmayla açıklıyor. Ama o da ne? Bir aşamada bir polis şefi komutunu haykırıyor: “Süpür!” Ve polisler işçilerin üzerine saldırıyor, coplar iniyor kalkıyor, işçilerin kimi boylu boyuna yere yatırılıyor, 59 işçi gözaltına alınıyor.
Eylem bir aşamada zorla durdurulmuştur. Ama tarih durdurulamıyor. Şimdi, bu grevler devam ediyor elbette. Ama daha önemlisi, bu grevler Türkiye işçi sınıfının geçmişteki büyük mücadelelerinin geleneğinden geliyor ve geleceğe büyük bir geleneği devredeceğini şimdiden gösteriyor. Tekirdağ Valiliği önündeki eylem, Türkiye’nin yeni sanayi bölgesi Trakya’nın işçi sınıfının gelecekte vereceği dev mücadelelerin erken bir aşamasında yaşanmış şerefli bir sayfa olarak tarihe geçecektir.
Bunu anlamak için çok değil sadece 10 yıl kadar geri gitmek gerekiyor. 2009 yılının sonlarında binlerce Tekel fabrikası işçisi özelleştirme dolayısıyla işlerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları için Ankara’ya bir çıkartma yapmıştı. Kentin çeşitli yerlerinde çalışma haklarını savunan gösteriler yapıyorlardı. Birkaç gün sonra polis, kimi onlarca yıldır kıdemli işçi olarak çalışan bu insanların üzerine tazyikli su sıkarak saldırdı. Biz bu olay üzerine Tevfik Fikret’in ünlü istibdad karşıtı şiirine nazireyle “Zulmün topu, güllesi, kalesi varsa…” başlığını taşıyan bir yazı yazmıştık bir günlük gazetede.
Tam umduğumuz gibi oldu. Sen misin işçiye baskı yapan, Tekel işçileri kentin kalbindeki Sakarya semtine çadırlarıyla, halaylarıyla, sloganlarıyla, sokak gösterileriyle yerleştiler. 72 gün dev bir mücadele sürdü. İşçi sınıfının ilk başarılı devrimi Paris Komünü’nün gün sayısı kadar hayatı oldu Sakarya’nın çadırkentinin. Biz, o zamanki adımızla, Devrimci İşçi Partisi Girişimi olarak bu büyük işçi direnişine, benzetme kabilinden “Sakarya Komünü” dedik. Bu eylem karşısında hükümet telaş içine düştü. Türk-İş’in AKP yanlısı yönetimi şaşkınlık içinde kıvrandı. Ankara’da büyük işçi katılımıyla bütün sektörleri bir araya getiren bir miting düzenlemek zorunda kaldılar. On binlerce işçi “Kumlu gelsin, grev sözü versin!” diye dakikalarca slogan attı. Üç yıl sonra Gezi isyanı patlak verdiğinde Tayyip Erdoğan’ın Sakarya direnişi tekrarlanır diye çok endişelendiği daha sonra yakınlarınca ifşa edildi.
Bugün Adkoturk ve Bel Karper’e önderlik eden militan sendikacı Yunus Durdu nerede önderleşti dersiniz? Elbette o grevde, o çadırkentte, o komünde!
Nişasta bazlı şekerin uluslararası devi Cargill karşısında sürdürülmekte olan ve artık 1.000 günü çoktan geride bırakmış bulunan direnişin önderi Suat Karlıkaya nerede çelikleşti dersiniz? Elbette Sakarya’da!
20. yüzyılda Lenin’den sonra uluslararası işçi sınıfının en önemli önderi olan Lev Trotskiy, Rus devriminin tarihi birikimini tartışırken, kendiliğinden görünen hareketlerin bile geçmiş örgütlenme mücadelelerinin ürünü olduğunu söyler. İşte bugün Trakya işçi sınıfının iki onurlu mücadelesinin kökleri de o büyük Sakarya Komünü’nde yatıyor.
Ne mutlu bize! Yukarıda söyledik, 2009-2010’da Devrimci İşçi Partisi henüz bir parti girişimi idi. Sakarya direnişinin önemini saptayabildiğimiz için, sadece Ankara’daki yoldaşlarımızı Sakarya’da seferber etmekle yetinmedik, İstanbul’dan, İzmir’den, Antalya’dan, Adana’dan sanayi işçisiyle, öğretmeniyle, öğrencisiyle birçok kadromuzu, sempatizanımızı Ankara’ya topladık, çadırlara dağıttık, Tekel işçileriyle kardeş oldular. Hemen her gün bir bülten çıkardık, işçiyle diyalog kurduk. Gençlerimiz staj gördü, parti işçi sınıfının son yıllardaki en büyük mücadelesi içinde pişti.
Ne mutlu bize ki, işte o parti bugün her önemli dönemeçte, neredeyse haftanın yedi günü, Bel Karper ve Adkoturk işçilerinin yanında, hayır yanında değil içinde! Tekel’de pişen, Trakya’da olgunlaşan, sadece sendikal mücadele değil, işçi sınıfı partisi de!
Tekirdağ Valiliği önündeki eyleme Adkoturk’un çok sayıda kadın işçisinden biri olan Sevcan arkadaşımız 12-13 yaşındaki kızıyla gelmişti. Onlar da “Süpür!” komutu sonrasında taarruzdan paylarını aldılar ama gözaltına alınmadılar. Adı güzel küçük kardeşimiz, daha bu yaşından işçi sınıfının mücadele saflarına katılmış olan Mısra, bu saldırıya rağmen hâlâ annesinin, teyzelerinin, amcalarının hak mücadelesinde boy göstermekten çekinmiyor. Yeni bir işçi sınıfı militanı yetişiyor.
Misal olsun, 2030 yılında Mısra 20-22 yaşındayken ya da daha sonra, bugün Adkoturk ve Bel Karper eylemlerinden başlayarak çelikleşmiş Trakya işçi sınıfı harekete geçtiğinde, Mısra belki de en önde olacak! İşçi sınıfı böyle mücadele ediyor, geleneklerini böyle aktarıyor ve bir gün Türkiye’de de iktidara geçtiğinde mücadelesini kazanmış olacak. Genç Mısra kızımız da Çerkezköy’de işçi temsilcisi olarak o iktidarın yürütülmesinde görev alacak.