Metal işçisi nasıl kazanır (2)

Metal işçilerinin giderek büyüyen grevi zorlukları aşarak ilerliyor. Gelinen aşamada işçinin karşısındaki cephe de netleşmiştir. Başta "sizin sorununuz Türk Metal'le bizi ilgilendirmez" diyen patronların nasıl Türk Metal'le hemhal olduğu, "ben arabulucuyum sizden yanayım" diyen Vali'nin nasıl işçilere baskı yaptığı ortada.  MESS, Türk Metal ve Hükümet (Valiler ve Çalışma Bakanlığı müfettişleri tarafından temsil edilen) işçilerin karşısında tek bir cephe halinde. Bu büyük cephe karşısında mücadelesini sürdüren ve büyüten metal işçisi ise kendi gücünü göstermiştir.
 
Metal işçisi zaferi hak etmektedir. Ancak bunun için karşısındaki güç kadar dikkatli ve bilinçli olmalı mücadele stratejisini doğru belirlemelidir. İşçiler taleplerinin arkasında sonuna kadar durmalıdır. Bununla birlikte tüm metal işçileri ve işçi sınıfı açısından hayati öneme sahip başlıkları kırmızı çizgisi olarak belirleyerek mücadelesinin merkezine almalıdır.  Dört talep var. 1. Bosch sözleşmesi temel alınarak ücretlerde iyileştirme yapılması. 2. Türk Metal'in fabrikalardan çıkması. 3. Anayasal bir hak olan sendika seçme özgürlüğünün hiçbir şekilde kısıtlanmaması. 4. Grevci işçilerin hiçbirinin işten atılmayacağına dair garanti verilmesi. Biz bu talepleri 2 başlık altında sadeleştirebiliriz: Ücretlerde iyileştirme ve sendikal özgürlük. MESS ve patronlar açısından bu iki başlıktan ikincisi yani sendikal özgürlükler daha stratejik bir yerde duruyor. Çünkü eğer Türk Metal silinir ve işçiler özgürce sendikalarını seçebilirse er ya da geç hak ettiklerini patronlardan söke söke alırlar. Bunu işçilere sundukları ilk teklifte, "ücret zammını düşünürüz ama bunu mutlaka Türk Metal'le yaparız" demelerinden biliyoruz. 
 
Peki madem öyle, neden daha sonra MESS ve üyesi olan patronlar  direksiyonu tam ters tarafa kırarak "sendika seçme hakkınıza evet, işten çıkartma da yapmayacağız ama ücret zammı için süre istiyoruz" dediler? Bu MESS'in sinsi bir planı, dikkatlice düşünülmüş bir taktik hamlesidir. Açalım. Bursa'dan başlayan metal grevinin merkezinde otomotiv sanayii var. Grev otomotivde ihracat rekorlarının gerçekleştiği bir dönemde başladı. Grevin muhatapları yerli ve yabancı sermayenin dev kuruluşları. MESS'in de kalbi. Bu şirketlerin hepsi de işçilerin istediği maaş artışlarını rahatlıkla verebilecek güce sahip. Ancak patronlar muhasebe hesaplarına göre değil sınıf çıkarlarına göre hareket ediyorlar. Zenginliklerini ve güçlerini emek sömürüsüne borçlu oldukları için işçi sınıfının Türk Metal zincirinden kurtulmasını, örgütlenmesini istemiyorlar. Ücret zammı yaparlarsa sömürü oranı bir miktar azalır o kadar. Ancak işçi sınıfı kendi menfaatlerini sermayeden bağımsız bir sendika aracılığıyla korumaya başlarsa, bu durum patronların önce fabrikalardaki sonra da ülkedeki iktidarlarını tehdit edecektir. 
 
Özetle sermaye açısından ücret zammı, sendikal özgürlüklere göre ikinci planda. Ama anlaşmazlık noktası maaş zammından çıkıyor. Daha doğrusu sermaye tarafından öyleymiş gibi gösteriliyor. Çünkü sendikal özgürlükler kağıt üstünde de olsa yasal güvence altında. Hiçbir patron ya da işyeri yöneticisinin işçinin sendikal tercihine, (istifa etmek, başka sendikaya üye olmak vb.) karışma hakkı yok. Bu konuda baskı yapması halinde Türk Ceza Kanunu 118. maddesine göre bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası var. Bir işçiyi sendikal sebeple işten atarsa kıdem tazminatı ödemek zorunda olduğu gibi mahkeme 16 maaş tutarında sendikal tazminata hükmedebilir. İşçiler mücadele ederek bu yasal güvenceleri gerçek yaptırımlara dönüştürebilir. Ama patronlar, eğer işçiyle ihtilafı maaş sorununa kitleyebilirse, sorunu maaş artışı için yapılan yasadışı grev olarak gösterecekler. Sonuçta hangi talepler olursa olsun protesto, gösteri, grev işçi için bir haktır. Her koşul altında savunulmalıdır. İşçinin mücadelesinin illa ki  yasalardaki maddeleri takip etmesi gerekmez. Grev hakkının, grevin yasak olduğu dönemde grev yapma cüretini gösteren Kavel işçileri tarafından kazanıldığını asla unutmamalıyız. 
 
Bununla birlikte sermayenin süreci hukuken zayıf olduğu noktadan kaydırarak nispeten güçlü olduğu noktaya çekmeye çalıştığını da görmeliyiz. Sermayenin bu taktiğini deşifre ettikten sonra metal işçisi de kendi stratejik hamlesini buna göre yapmalı ve kavgayı kendi güçlü olduğu alana çekmelidir. İşçiler, MESS'in ve ona bağlı patronların sendikal haklara saygı göstereceğine ve işçi çıkarmayacağına dair blöfünü görerek, zaten eriyen Türk Metal'i tamamen fabrikalardan silecek bir mücadeleyi yükseltmelidir. Bu fiili meşru mücadeleyi bırakmak ve ücret zammı talebinden vazgeçmek anlamına gelmez. Tam tersine, hak edilen ücret zammı ve ötesi ancak böyle alınabilir. Harekete katılanların zaman içinde parça parça işten çıkarılmasının önüne ancak böyle geçilebilir. Çünkü patronlar herhangi bir anlaşma olur olmaz, Türk Metal'i diriltmenin ve öncülerden başlayarak işçi kıyımına girmenin yollarını arayacaktır. Ancak işçiler doğru bir strateji izleyebilir ve bugünkü örgütlülüklerini sendikal bir düzeye de çıkarabilirlerse, kavgayı kendi güçlü oldukları sendikal özgürlükler alanına çekecek, her işçi çıkarmada, patron apaçık yasadışına çıkmış olacak ve işçiler Renault'da atılan 16 kişinin yeniden iş başı yaptırılması gibi gerektiği zaman iş bırakma kartını oynayabilecektir. Baştan beri, Türk Metal'den kurtulan işçilerin sektörde sermaye ile kirli bağlar kurmamış tek sendika olan Birleşik Metal'de örgütlenmesini savunuyoruz. Bu, işçilerin her türlü eylemini kanun önünde de net bir biçimde "sendikal eylem" haline getirecek olan bir güvencedir aynı zamanda. Nihayet bir sonraki MESS grup sözleşmelerine Birleşik Metal çatısı altında gidilebilirse, son grevde sınırlı gücüyle birçok işyerini MESS'ten koparan Birleşik Metal'in çok daha büyük kazanımlar elde edebileceği açıktır. Üstelik metal işçisinin ortaya koyduğu fiili meşru mücadele kararlılığı Birleşik Metal'in grev yasağına karşı göstermiş olduğu tutukluğu da aşmasını sağlayacak, taze bir kan olacak, bu sendikadaki bürokratik zaafları da giderecek bir canlılık getirecektir. 
 
En az sermaye kadar dikkatli şekilde yönümüzü belirlemeli ve bize karşı yapılan hamleleri boşa çıkararak hamle üstünlüğünü elimize almalıyız. Mücadeleyi güçlü olduğumuz sendikal özgürlükler alanına çekmeliyiz. Bunu yaparken birlik ve bütünlüğü koruyarak yasal sınırlara hapsolmayan ama yasallığı da gözeten fiili meşru mücadele çizgisini korumalıyız. Tüm taleplerimizin arkasında durmalı sendikal özgürlüklerimizi ise kırmızı çizgi olarak benimseliyiz. Her sendikal hak gaspına, özellikle de işten çıkarmalara karşı işçinin üretimden gelen gücünü kullanmaya devam etmeliyiz.