İşçi sınıfının gerçeği
DİSK, 21 Şubat’ta, Türkiye “İşçi sınıfı gerçeği” başlığı altında kapsamlı bir rapor açıkladı. Hazırlanan rapor işçilerle yapılan yüz yüze görüşmelerin sonucunda oluşturulmuş. Sonuçların pek şaşırtıcı olduğu söylenemez.
Türkiye’de işçilerin en büyük sorunları düşük ücretler, geçim sıkıntısı, işsizlik, sigortasız ve taşeron çalıştırma. İşçi sınıfımız çok çalışıyor az kazanıyor. Türkiye’de işçilerin yüzde 74’ü 40 saatten fazla çalışıyor. Çalışma saatlerinde haftada ortalama 49,3 saat çalışma ile işçileri 50,1 saat çalışan Kolombiya’dan liderliği kapmamıza az kalmış.
Kadın işçilere yönelik ayrımcılık had safhada. Neredeyse hiçbir işyerinde kreş yok. İşçi sınıfımızın yüzde 54’ü kiracı. İşçi ve emekçilerin yarısından fazlası (yüzde 54) ay sonunu getiremiyor. Getirebilen de borç harç getiriyor. Sigortasız çalışanlarda ise geçinememe oranı yüzde 71. İşçilerimizin dörtte biri hiç yıllık izin kullanmıyor. İzin yapan da ya evde geçiriyor ya da memleketine, köyüne gidiyor. Ortalama işçi hanesinde 3,5 kişi yaşıyor. Ortalama çalışan sayısı 2,5 kişi. Yani işçi sınıfımız ailecek çalışıyor. Sigortasız çalışanların yüzde 43’ünün 15-19 yaş aralığında olması bunun bir sonucu. Çalıştırılması yasak olduğu için haliyle sigortasız olan çocuk işçileri de katarsanız tablonun daha da vahim hâle geleceği açıktır.
Evin çocukları ilk fırsatta evin geçimine katkıda bulunması için atölyelere yollanıyor. Ailelerin çocuklardan beklentisi evi geçindirmesi değil bütçeye katkıda bulunması olduğundan ücret ve sigorta beklentisi düşük. Kan emici patronlar için bulunmaz fırsat. Sonuna kadar da bu fırsatı değerlendiriyorlar. Devlet de arkalarında tabii. Erdoğan, 2011 yılında Tekstil Sanayicileri Derneği’nde 2 milyon kişinin çalıştığı sektörde, sadece 350-400 bin işçinin sigortalı olduğunu belirttikten sonra “bunun farkındayız, biliyoruz ama katlanıyoruz” demişti. Bunu asla unutmayalım. Erdoğan OHAL ilan etmeden önce de hak hukuk tanımadan patronların önünü açıyordu.
Tüm bu tablo karşısında işçi sınıfının sendikalılık oranı düşük. Sendikalara bakış genelde olumlu (yüzde 44), olumsuz bakanların oranı az (yüzde 16) ama sendikalaşmaya yönelik genel bir iştah da görülmüyor. Sendika üyesi olanlarla, olmak isteyenleri toplamış ve potansiyel sendikalaşma oranını yüzde 32,6 olarak bulmuşlar. Sendikalı işyerlerinde hem ücretlerin yüksek olduğu (yüzde 21), yıllık izinler, işyeri koşulları ve sosyal hakların çok daha iyi olduğu da tespit edilmiş. İş güvencesinden de fiilen sadece sendikalı işyerlerinde bahsedebiliyoruz. Yine de görüşme yapılan işçilerin yüzde 60’ı ise sendikaya üye olmak istemediğini söylüyor. Bunun nedeninin sendikalara olumsuz bakış olmadığı açık.
Araştırmada sorulmamış ama işçileri sendikalaşmaktan alıkoyan esas etken işten çıkarılma korkusu. Binali Yıldırım, ILO toplantısında çıkıp “sendikalaşmaktan korkmayın” açıklaması yaptığından beri binlerce işçi sendikalaşma sebebiyle işten atıldı. Binali Yıldırım’ın hükümeti, anayasayı ve yasaları çiğneyen patronlara tek bir yaptırım uygulamadı ama hakkını arayan işçinin karşısına her seferinde polisini jandarmasını gönderdi. Yine de HT Solar’da, Mata’da, Posco Assan’da, Kod-A’da işçiler sendika hakkımız diyor söke söke de alıyor!
Burada esas yere geliyoruz. İşçi sınıfının mevcut durumu mücadele dinamikleri açısından nasıl bir tablo sunuyor? DİSK’in raporunda bu konuya dair somut veriler yok. Emek Çalışmaları Topluluğu’nun her yıl yayınladığı “İşçi Sınıfı Eylemleri Raporu” ise tam da bu noktada çok önemli veriler sunuyor. Adeta sınıf mücadelesinin ateşini ölçüyor, nabzını tutuyor. Son raporlarını 2017 sonunda Aralık ayında açıkladılar. Rakamlar çarpıcı. İşyeri temelli eylemler başlığı altındaki rakamlar önemli. 2015’ten 2016’ya kadar (10 Ekim katliamından 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasına uzanan bir süreç olduğunu hatırlayalım) yavaş yavaş 74’ten 36’ya düşen eylem sayısının 2017 yılının ilk 6 ayında 198’e kadar çıktığı görülüyor. Bizim Gerçek gazetesinde, işçi sınıfının OHAL koşullarına rağmen en dinamik ve etkili güç olduğuna dair sık sık yaptığımız vurguyu doğrulayan önemli bir veri. Üstelik bu verilerin içinde HT Solar’dan Posco’ya fiili grevli, işgalli, barikatların üzerine yürümeli, direnişli çok sayıda örnek var ve bunlar sadece niceliksel değil niteliksel bir düzeyi de göstermekte. İşçi sınıfına dair çok yaygın olan “uyuşuktur, hak aramaz, AKP’ye oy verir, o yüzden ezilmeye müstahaktır” türünden kaba ve gerici yorumların mesnetsizliğini bir kez daha vurgulayalım.
DİSK’in raporu işçi sınıfımızın boş zamanını televizyon, sosyal medya ve maç başında geçirdiğini bir kez daha göstermiş. İşçiler ibadet de ediyor ama maç kadar sık değil, televizyon ve sosyal medya ise işçinin hayatında çok daha büyük yer kaplıyor. Tabii gönül isterdi ki sık sık kitap okuyan, sinemaya tiyatroya giden, derneklerin çalışmalarına katılan işçilerin toplam oranı sık sık maç izleyenleri geçsin, sık sık televizyon izleyenlerin de hiç değilse yarısı kadar olabilsin. Ama işçi sınıfı kitap okumuyor, tiyatroya gitmiyor diye mücadele etmiyor da değil. Mesela sosyal medyanın işçiler için çok yaygın bir tartışma, iletişim hatta örgütlenme platformu olması çok önemli ve yeni bir olgu olarak karşımızda. Tribünler bir anda sarı sendikaya karşı isyan sloganlarıyla inleyebiliyor. Cuma namazı çıkışları mutat bildiri dağıtım noktalarımız. Zaman zaman da eylemlerin buluşma ve başlangıç noktaları. Ne yalan söyleyeyim hava soğuk diye camiye gelen az olduğunda hocadan daha fazla üzüldüğümüz oluyor.
Sonuçta işçi sınıfı mücadele ediyor. Dağ gibi sorunlarla boğuşuyor ama sindiğini de kimse söyleyemez. İşçi sınıfı nasihat aramıyor. Ama örgütsüz ve öncüsünü arıyor. Kani Beko, DİSK’in raporunu açıklarken “oku attıktan sonra nişan alınmaz. Önce nişan almak, hedefi iyi belirmek sonra oku fırlatmak gerek”, “somut durumu bilmeden ve ona uygun politikalar üretmeden sendikal mücadele başarıya ulaşamaz” demiş. Doğrudur ama raporun bilmediğimiz bir şeyi açığa çıkardığını da söyleyemeyiz. Dolayısıyla bugüne kadar uygun politikaları belirleyip uygulamamanın sorumluluğu ortada duruyor. Tartışmaya devam edeceğiz.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2018 tarihli 102. sayısında yayınlanmıştır.