15-16 Haziran ayaklanması: Türkiye işçi sınıfının mücadelelerinin doruğu

15-16 haziran

Türkiye işçi sınıfının gelmiş geçmiş en büyük eylemi olan 15-16 Haziran işçi ayaklanmasının 49. yıldönümündeyiz. Üzerinden yarım asra yakın zaman geçmesine rağmen etkileri hâlâ devam eden, işçi sınıfının kendi hakları için bu topraklardaki ilk toplu ayağa kalkışını simgeleyen bu tarihi eylem, içerisinde barındırdığı bir dizi dersle günümüz işçi sınıfı mücadeleleri açısından önemini korumaktadır.

1960’lı yıllar Türkiye işçi sınıfının yaptığı her eylemle gücünü keşfettiği, öz güvenini kazandığı mücadele dolu yıllardı. 1961 Saraçhane mitingiyle başlayan ve 1963 yılında gerçekleşen Kavel grevi ile devam eden süreçte grev ve toplu sözleşme hakkı kazanılmış, ardından başta Paşabahçe grevi olmak üzere birçok sektörde ardı ardına patlak veren grevlerle işçi sınıfının militan mücadeleleri yükselmişti. Bu dönem aynı zamanda işçilerin örgütlü oldukları Türk-İş’in tepesini saran uzlaşmacı bürokratların, yükselen işçi mücadelelerinin önüne set çekmeye çalıştığı bir dönemdi. Bu durum sınıf mücadeleci sendikacılık ile devlet güdümünde sendikacılık anlayışları arasında kaçınılmaz bir ayrışmanın ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktı. Nitekim Türk-İş’in, işçi mücadelelerinde öne çıkan bazı sendikaları konfederasyondan süreli olarak ihraç etmesi ve ihraç edilen sendikalardan Maden-İş, Lastik-İş ve Basın-İş sendikaları ile daha önce herhangi bir konfederasyona bağlı olmayan Gıda-İş sendikasının, adını “sendikalar arası dayanışma anlaşması” koydukları bir protokolü imzalamasıyla DİSK’in temeli atılmış oldu.

1967 yılında resmen kurulduktan sonra DİSK, sınıf mücadelesinin örgütlenmesi açısından bir odak haline geldi. Patronlardan ve devletten bağımsız sendikacılık anlayışı ile işçi sınıfının genelinde büyük bir etki yarattı ve böylelikle hızlıca büyüyüp gelişti. Artık Türkiye işçi sınıfı için her toplu sözleşme dönemi çetin mücadelelere dönüşüyor, işçiler patronlara ve sınıf işbirlikçi sendikal dayatmalara karşı cevabı fabrika işgalleriyle veriyordu. 1968 yılında Derby ile başlayan işgal dalgası bazıları Singer, Demirdöküm, Gamak ve Sungurlar olmak üzere birçok fabrikada 1970’e kadar devam etti.

İşçi sınıfının yavaş yavaş siyasetin merkezine oturmaya başlaması dönemin Demirel başbakanlığındaki AP (Adalet Partisi) hükümetini birtakım tedbirler almaya itti. 1970’in Haziran ayında Sendikalar Kanunu hakkında değişiklik öngören yasa tasarısı meclise sunuldu ve CHP’nin de desteğiyle kanunlaştı. Tamamıyla DİSK’in tasfiyesi anlamına gelen bu yasa, işçiler arasında büyük bir tepkiyle karşılandı. 14 Haziran’da DİSK, Genel Temsilciler Meclisi’ni topladı ve İstanbul’un çeşitli noktalarından merkeze doğru kısa yürüyüşler yapma kararı aldı. DİSK’in bu kararı sonucunda 15 Haziran’da başlayan eylemler Türk-İş’e üye işçilerin de yoğun katılımıyla bir anda iki güne yayılan büyük bir ayaklanmaya dönüştü. O ana kadar iş yerlerinde ayrı ayrı gerçekleşen eylemler artık sokaklarda birleşiyor, işçi sınıfı yasal sınırları aşarak iktidara sarsıcı kuvvetini gösteriyordu. Şehrin önemli bölgelerini kontrol altına alarak kent merkezine doğru akan on binlerce işçi, önüne konulan tüm barikatları yıktığında hükümet çareyi sıkıyönetim ilan etmekte buldu. DİSK yönetiminin de gayretleri sonucu ayaklanma geri çekildiğinde 4 kişi ölmüş, sonrasında yüzlerce kişi tutuklanmıştı. Buna rağmen işçi sınıfının gücünün farkına varan devlet, yasayı Anayasa Mahkemesi eliyle iptal etmek zorunda kaldı.

15-16 Haziran ayaklanması, ne kadar zorlu olursa olsun, devletin yasaları ne derse desin, mücadele edildiğinde kazanılabileceğini Türkiye işçi sınıfının belleğine kazıyan bir milat olmuştur. Bugünün Türkiye’sinde eğer hâlâ birtakım hakları varsa, emekçiler bunu 15-16 Haziran ayaklanmasına ve o günlerde kazanılan mevziler üzerinden verilen mücadelelere borçludurlar. İşçi sınıfının bu ayaklanması sendikal bürokrasinin DİSK içindeki kanadının sınırlarını ortaya koyması bakımından da önemlidir. Her ne kadar belli bir aşamaya kadar ilerici olsa da, DİSK yönetimi hareketin kritik bir aşamasında, varabileceği ileri merhalelerden ürkmüş ve geri bir rol oynamıştır. Sınıfın devrimci öncü partisinin yokluğunda bu durum kaçınılmaz olarak ortaya çıkmıştır. Bugün bize düşen görev, yeni 15-16 Haziran’ların öncüsüz kalmaması için işçi sınıfın devrimci partisini inşa etmektir.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2019 tarihli 117. sayısında yayınlanmıştır.