Yeni bir darbe mi geliyor: bayram değil seyran değil Bahçeli Erdoğan’ı niye öptü?
15 Temmuz darbe girişiminin ardından, Erdoğan ve AKP başkanlık sistemi ısrarını rafa kaldırmış görünüyordu. Hatta Erdoğan kendi ağzıyla kürsülerden parlamenter sisteme sahip çıkacaklarına dair nutuklar atmaktaydı. Ne olduysa oldu, bir anda Devlet Bahçeli başkanlık sistemini yeniden gündemin başköşesine yerleştirdi. “Fiili durumu anayasaya uygun hale getirmeliyiz ya da Cumhurbaşkanı anayasal sınırlara çekilmeli” diyen Bahçeli, AKP’nin başkanlık sistemini içeren bir anayasa teklifiyle gelmesi halinde bunu değerlendireceklerini ve referanduma gitmeye sıcak baktıklarını açıkladı.
Erdoğan ve AKP’ye başkanlık servisi mi?
Daha önce pek çok kritik dönemeçte Erdoğan’ın ve AKP’nin koluna girerek destek olan, son olarak 7 Haziran’da meclis çoğunluğunu kaybeden AKP’yi adeta sırtında 1 Kasım’a taşıyıp tek başına iktidar olmasına katkı sunan Bahçeli, 15 Temmuz sonrasında da Yenikapı mutabakatının en istekli unsuru olmuştu. Ancak yine de tüm bunlar Bahçeli’nin Erdoğan ve AKP’ye yaptığı son başkanlık servisini anlamlandırmaya yetmiyor. Bahçeli’nin başkanlık sistemini gündeme getiriş ve gerekçelendirme tarzı bir başka dinamiği akıllara getiriyor.
İkinci darbe beklentisi mi var?
Bahçeli, Başkanlık meselesini gündeme getirdiği ilk konuşmasında fiili durumu anayasaya uydurmalıyız demeden önce “her gün anayasa suçu işleniyor” demişti. Bir sonraki konuşmasında Bahçeli, “devlet düğümlendi, sistem tıkandı, rejim krize doğru gidiyor uyarısında bulunuyorum” dedi. Nihayet Bahçeli son konuşmasında ağzındaki baklayı tamamen çıkardı: “Türkiye’de fiili durumu arzulayanlar ikinci dalga darbecilerdir.” Dış basında ayyuka çıkan ikinci darbe yazıları ile içerde ekonominin ciddi sarsıntılar yaşaması (en başta Türkiye tarihinin yaşadığı tüm darbelerde önemli bir rol oynadığı bilinen doların devalüasyonu) ve Türkiye’nin Irak ve Suriye’de maceracı ve riskli politikalar izlemesi birleşince darbe söylentilerini hafife almak doğru olmaz. Kaldı ki 15 Temmuz gecesi ne olduğu hâlâ açıklığa kavuşmuş değil. Genelkurmay ve MİT’in darbe girişimine ne ölçüde karıştığı ve TSK içinde “Yurtta Sulh Konseyi” dışında bir cuntanın varlığı ve halen aktif olup olmadığı meçhul konular.
Meclis komisyonunda Generallerden ilginç ifadeler
Bir yandan başkanlık tartışmaları ve ikinci darbe söylentileri devam ederken Mecliste kurulan araştırma komisyonu bazı generalleri dinlemeye başladı. Generallerin ifadelerinde bazı noktalar öne çıkıyor. Işık Koşaner, Hilmi Özkök gibi eski Genelkurmay başkanları cemaat hakkında AKP iktidarını uyardıklarını ve bu yapılanmanın temizlenmesi noktasında iktidarın tıkayıcı bir rol oynadığını belirttiler. Özellikle Hilmi Özkök’ün cemaate karşı eylem planı öneren 2004 yılı MGK kararına referans yapması, AKP’nin 17-25 Aralık 2013’ü milat kabul eden yaklaşımının toptan çökmesine neden olabilecek bir argüman sunuyor. Işık Koşaner ise istifası ile ilgili olarak sadece cemaati suçlamadı ve YAŞ toplantılarında Erdoğan’ın şerh koyduğu kararların cemaatçi subayların tasfiyesini engellediğini belirterek okların mevcut iktidara dönmesine neden olacak açıklamalar yaptı.
Belki gündemde çok yer bulmadı ama en ilginç açıklamaları yapan 15 Temmuz darbe gecesinin en önemli figürlerinden Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ümit Dündar’dı. Darbe gecesi 1. Ordu komutanlığı görevinde olan Dündar, Erdoğan’la görüşen, “beni Bahçeli’ye sorun” diyerek Erdoğan’ın güvenini kazanan, Cumhurbaşkanına güvenliğinizi sağlarım diyerek İstanbul’a gelmesini öneren kişiydi. Bu pozisyonunun Ümit Dündar’a bir dönem sonra Genelkurmay Başkanı olmak için önemli bir avantaj sağladığı, hatta Genelkurmay Başkanı olmak için kuvvet komutanlığı yapma zorunluluğunu kaldıran yasa değişikliğinin Dündar için yapıldığı konuşulmuştu. Oysa Dündar, verdiği ifadede darbe gecesi kendisini adeta Erdoğan’ın kurtarıcısı mertebesine çıkaran tevatürlerin hepsini reddetti. Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile darbe sabahına kadar hiç temas etmediğini, beni Bahçeli’ye sorun diye bir ifadesinin de olmadığını bildirdi. Bu ne anlama geliyor diye soracaklar için biz de tek bir soru soralım. Ümit Dündar, Hulusi Akar’ın görev süresinin dolacağı ve yeni Genelkurmay başkanının belirleneceği 2019 YAŞ toplantısında Erdoğan’ın hâlâ Cumhurbaşkanı kalacağına emin olsa bu şekilde ifade verir miydi?
Bayram değil seyran değil
Gelinen noktada, halk arasında yaygın kullanılan “bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü” misali karşımıza çıkan başkanlık tartışmasının kaynağına ilişkin farklı olasılıkları değerlendirmek gerekiyor. Erdoğan ve Bahçeli gizlice görüşme yapıp bu girişimi beraber planlamadılarsa bir şekilde MİT, CIA ya da doğrudan TSK tarafından Bahçeli’ye yeni darbe girişimi dinamikleri ile ilgili bilgiler sızdırılmış olma ihtimali yüksektir. Bu durumda Bahçeli, olası darbenin meşruiyet zeminin “sürekli anayasa suçu işlenmesine” yol açan “fiili durum” olduğunu görmüştür. Bu fiili durumu ortadan kaldırarak darbenin meşruiyet zeminini ortadan kaldırmayı istediği düşünülebilir. Ancak bunun için yaptığı girişim tam tersi bir etki yaratma potansiyeli taşımaktadır. Zira “anayasa suçu işlenmesi hali” özünde hukuki bir mesele değil siyasi bir sorundur. Erdoğan ve AKP’nin öteden beri “Türk tipi başkanlık” adı altında gündeme getirdiği, Cumhurbaşkanı’nın mevcut sorumsuzluk (yargılanamama hali) durumuyla başkanlık sistemini birleştirmeye çalışan bir tür meşruti monarşi önerisi “Anayasa ihlali” olarak ifade edilen siyasi gerilimi yatıştırmaz tersine alevlendirir. Cumhurbaşkanının yargılanmasına ve fiilen kullandığı yetkilerin sınırlandırılmasına neden olacak herhangi bir modele ise Erdoğan sıcak bakmayacaktır. MHP’nin alacağı tutumdan bir ölçüde bağımsız şekilde Bahçeli’nin önerisi krizi yatıştırmak yerine derinleştirme potansiyeli taşımaktadır.
Bahçeli darbe olasılığına karşı pozisyon mu alıyor?
Dolayısıyla akıllara yaklaşan bir darbe tehlikesini gören Bahçeli’nin hem AKP tabanında prestijini arttıracak hem de “anayasa ihlali”ni gerekçe yapması muhtemel güçlere “elimden geleni yaptım” demesini sağlayacak bir pozisyon alması ihtimali gelmektedir. Bahçeli’nin sicili bu siyasi manevraları yapacak bir siyasi kalitesi olmadığını düşündürse de onun kulağına “darbe tehlikesi”ni üfleyenlerin kendisine izleyeceği yolu da çizmiş olması ihtimali pekâlâ mevcuttur. Her durumda gerçekler halktan gizleniyor. 15 Temmuz gecesi olanlar bir türlü açıklığa kavuşturulmuyor. Bedelini tümüyle emekçi halkın ödeyeceği kirli oyunlar ve pazarlıklar sürüyor. Hâkim sınıfların kendi bağrındaki çelişki ve çatışmalar bir kez daha ülkeyi uçuruma doğru götürüyor.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2016 tarihli 85. sayısında yayınlanmıştır.