YAŞ toplantısı: Kriterin 15 Temmuz karnesi olmadığı belli oldu
Yüksek Askeri Şura toplantısı 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden geçen bir yılın ardından yapıldı. Komuta kademesinde Kara ve Hava Kuvvetleri Komutanlarının görev süresi dolmuştu. Uzatılması da konuşuluyordu. Ancak kuvvet komutanları emekliye sevk edildi. Jandarma Genel Komutanı Yaşar Güler’in Kara Kuvvetleri Komutanı olması 2015 yılında Genelkurmay 2. Başkanı olarak atandığından beri öngörülmekteydi. Görev süresi 2019’da bitecek olan Hulusi Akar’ın halefi olarak gösterilmekteydi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na ise Muharip Hava Kuvveti ve Hava Savunma Komutanı Org. Hasan Küçükakyüz’ün atanması teamüllere uygun bir görüntü arz ediyor.
Sadece Deniz Kuvvetlerinde teamül donanma komutanının kuvvet komutanı olması iken, donanma komutanı Oramiral Veysel Kösele değil, Koramiral rütbesindeki Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Adnan Özbal atandı. Veysel Kösele Oramiral rütbesinde 3 yılını doldurmadığı için emekli de edilemedi. Kendisinin emeklilik istemesi beklenirken Deniz Kuvvetleri’nde Koramiralin üst, Oramiralin ast olduğu bir garabet yaratıldı. Bu yönüyle Deniz Kuvvetleri bünyesinde ciddi bir sürpriz olduğu onun dışında atamaların teamüllere aykırı olmadığı söylenebilir.
Ancak bu YAŞ toplantısının normal bir toplantı olmadığı hatırlanmalıdır. 15 Temmuz’un ardından ilk elde 149 general ve amiral ihraç edilmiş ve 358 olan general/amiral sayısı 209’a düşmüştü. Ayrıca 1099 subay ve 436 Astsubay da ilk KHK ile ihraç edilmişlerdi. Geçen bir yıl içinde farklı KHK’larla ihraçlar devam etti. Ayrıca emekliye sevkler ve istifalar da yaşandı. 2017 YAŞ toplantısına gelindiğinde general seviyesinde bir yıl içinde ihraç, emekliye sevk ve istifa olmak üzere general ve amirallerin sayısı üçte birine inmişti.
15 Temmuz’un başarısız generallerinin emekliliği sürpriz değil
Bu koşullar altında yerleşik teamüllerin ötesinde atamalarda 15 Temmuz ve sonrasındaki performansın değerlendirmeye alınması şaşırtıcı olmazdı. Ancak geçtiğimiz ay Gerçek gazetesinde yayınladığımız “YAŞ toplantısı ve komutanların 15 Temmuz karnesi” başlıklı yazıda komuta kademesinin darbe girişimindeki karnesinin pek de iç açıcı olmadığını ortaya koymuştuk. Bu açıdan bakıldığında bulunduğu düğünde derdest edilen ve ciddi bir inisiyatif ortaya koyamayan Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal ile gece boyu arabasıyla dolaşan ve kendine güvenli bir askeri birlik bulamayan Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu’nun emekliye sevk edilmesi elbette sürpriz değildir.
Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ın emekliliği de sürpriz olamaz. Çolak, darbe girişiminden ilk haberdar olanlardan. MİT’e baskın yapacak helikopterlerin bulunduğu Kara Havacılık Okulu’na gidiyor. Genelkurmay’a telefon edip “burada her şey normal” diyor. Ama o ayrıldıktan hemen sonra darbe girişimi başlıyor. Daha sonra hepsi hangarda dediği helikopterlerin mühimmat yüklü olarak dışarıda beklediği kamera görüntülerinde ortaya çıkıyor. Salih Zeki Çolak’ın bu karneyle görevde kalması şaşırtıcı olurdu.
Ayrıca YAŞ toplantısına paralel olarak görülen Akıncı üssü davasında Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın Akın Öztürk’ü arayarak “Ankara’da uçak uçuruyorlar, ne oluyor oralarda, senin emirlerin hilafına darbe mi yapıyorlar?” diyerek üsse gitmesini istediği farklı ifadelerle sabit hale gelmiştir. İddianamede öne çıkan bir diğer önemli ayrıntı da 15 Temmuz günü Akın Öztürk ile Salih Zeki Çolak’ın aynı askeri uçakla İzmir’den Ankara’ya gelmesiydi.
Yeni kuvvet komutanlarının 15 Temmuz karnesi daha iyi değil
Ne var ki emekliye ayrılan komutanların 15 Temmuz karnesi hâlihazırda komuta kademesinde bulunanlardan daha kötü değil.
Yeni Hava Kuvvetleri Komutanı’nın 15 Temmuz karnesi Abidin Ünal’la aynıdır: “Düğünden alınmak!” Deniz Kuvvetleri’nde ise Veysel Kösele’nin 15 Temmuz karnesi açısından teamüller zorlanarak komutan yapılan Adnan Özbal’la karşılaştırılması ilginç olabilir. Zira Adnan Özbal’ın 15 Temmuz’da “çok kritik bir telefon görüşmesi” yaparak bir komutanı darbecilerin elinden kurtardığı söyleniyor. Olayın aslı ise şu: Darbecilerin derdest edip Maltepe askeri cezaevine götürdüğü Deniz Harp Okulu komutanı telefonla Adnan Özbal’ı arıyor. Özbal telefonda herhangi bir şey söylemiyor. Sadece bir süre sonra, Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu hapishanedeki komutanı arıyor ve darbecilerden bir yarbayı telefona çağırıp Deniz Harp Okulu Komutanı’nın bırakılmasını istiyor. Adnan Özbal’ın rolü bir santral memurundan fazlası değil. Ayrıca donanma komutanlığı yapmadan.
Eski donanma komutanı Kösele ise darbe girişimi sırasında Fenerbahçe orduevinde. Buradan botla ayrılarak darbe girişimine karşı emirler verdiği ve Yavuz Fırkateyni’ne çıktığı sırada darbeciler tarafından derdest edildiği söyleniyor. Cemaatin organize ettiği ortaya çıkan İzmir’deki casusluk davasında tutuklananlardan. En azından cemaatçi olmadığı belli. Peki ya Adnan Özbal? Koramiral Özbal, Balyoz, Ergenekon, casusluk vb. davalardan sıyırarak önü açılanlardan. 2008 YAŞ toplantısında terfi eden 11 amiralden 7’si tutuklanmış ve 2012’de bunlar içinden sadece 4 amiral terfi edebilmiş. Bunlardan biri de Adnan Özbal… Ayrıca, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapmak teamüllerin ötesinde bir liyakat tartışması yaratıyor. Hele ki askeri çevrelerde sahil güvenlik komutanlığı döneminde Ege’de başarısız olduğu alenen konuşulan biri için.
Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilen Yaşar Güler, MİT’in darbe istihbaratını ilk haber verdiği kişi. Darbe girişimi esnasında Genelkurmay 2. Başkanı olan Yaşar Güler, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’la birlikte birinci elden gerekli önlemleri almakla yükümlü olan ve eğer başka bir cunta faaliyeti içinde değillerse bu görevde tam bir başarısızlık göstermiş olan kişidir. Nitekim Hulusi Akar’ın darbe girişiminin ardından sivil iktidara hakkında verilecek her türlü karara saygı duyacağını bildirdiği bilinmektedir. Darbe gecesi, darbe girişiminin durdurulmasında inisiyatif gösteren 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar vekâleten Genelkurmay Başkanı yapılmış, daha sonra “dereyi geçerken at değiştirilmez” diyen Erdoğan’ın inisiyatifiyle Hulusi Akar yeniden göreve gelmiştir.
Esas kriter AKP’ye ve icraatlarına uyum mu?
Hâl böyle iken YAŞ kararları, Erdoğan’ın bahsettiği dere nasıl bir dereyse, bunun hâlâ geçilemediğini, 2019 ve sonrasına kadar bir türlü geçil(e)meyeceğini gösteriyor. Hulusi Akar’ın ve halefi Yaşar Güler’in askeri kabiliyetleri ve komutanlık özellikleri dışında ve hiç şüphesiz ki 15 Temmuz karnesine bakılmadan başka kriterler gözetilerek değerlendirildiği görülüyor. Bu kriterler nelerdir? Bunu net biçimde bilmek zor. Ancak Hulusi Akar’ın siyasal İslamcı Yeni Akit gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hasan Karakaya için Genelkurmay adına taziye telefonu açtırması, yine Akit yazarlarından Mehtap Yılmaz’ı hastanede bizzat ziyaret etmesi, MİT müsteşarı ile birlikte İslamcı yazar Nuri Pakdil’in evine gidip sohbet etmesi, Yaşar Güler’in kardeşi emekli Albay Atilla Güler’in 2015’te AKP’den milletvekili aday adayı olması, Hulusi Akar’ın Genelkurmay başkanlığında orduda türban serbestliği getirilmesi, Yaşar Güler’in Jandarma Komutanı olduğu dönemde jandarmanın kıyafetlerinin polis kıyafetlerine benzetilmesi ve doğrudan AKP iktidarının etki alanına açılması farklı referansların dikkate alınmış olduğunu düşündürüyor.
Fay hatları hâlâ aktif mi?
Hulusi Akar, Yaşar Güler gibi AKP’ye uyumlu görünen isimlerin bu uyumu ne kadar istikrarlı şekilde sürdürecekleri ise meçhul. Zira bu isimlerin sadece AKP’ye uyum göstermek için çabalamadığını son 10 Kasım’da olduğu gibi ordunun içinden gelen tepkilere uyum sağlamak için Anıtkabir’e halkı çağırmaya kadar ileri gittiklerini de gördük. Eğer orduda ve orduyla hükümet arasında kalıcı bir uyum varsa Devlet Bahçeli neden Hulusi Akar’a sahip çıkarken farklı konuşmalarında sürekli “Genelkurmay Başkanı orduyu bir arada tutmaya çalışıyor” cümlesini kuruyor?
15 Temmuz gecesi Hulusi Akar, Yaşar Güler ve Hakan Fidan’ın Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım’ı aramadıkları ya da Binali Yıldırım aradığında “hiçbir şey yokmuş gibi davrandıkları”, Erdoğan’ın korumalarını arayıp darbe girişimi ve tehditlerden haber vermeden sadece güvenlik önlemlerinin yeterli olup olmadığını sordukları biliniyor. Sivil iktidara haber verilmeden geçen o karanlık saatler boyunca kimle ya da kimlerle uyumlu olmaya çalıştıkları hâlâ meçhul.
15 Temmuz’da yaptıklarıyla ya bir takım karanlık ilişkiler içine girdiklerini ya da düpedüz başarısız ve liyakatsiz olduklarını kanıtlamışlardır. Her iki durumda da bu isimlerin görevden alınmaları gerekirdi. Hiçbir yerde o gecenin hesabını vermediler, hiçbir zaman sözlü ifadede bulunmadılar. Hâlâ devletin çekirdeğinde en kritik konumları işgal ediyorlar. Bir cunta yargılanıyor. Ama sadece bir cunta mı vardı? Erdoğan’ın “dere geçilmeden at değiştirilmez” sözündeki dere nedir? Ne zaman geçilecektir? Acaba herkes kendi deresini geçmeye çalışmakta ve at olarak bir başkasını mı görmektedir? Bu sorular hâlâ yanıtlanmayı bekliyor.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2017 tarihli 95. sayısında yayınlanmıştır.