Yanlış matematik

Gezi Parkı direnişiyle başlayan ve günler içinde bir halk isyanına dönüşen mücadele tartışmasız olarak AKP hükümetini ve Erdoğan’ı tüm iktidar dönemi boyunca en çok sarsan olay oldu. Ne 27 Nisan muhtırası ne de 2008-2009 ekonomik krizi bu kadar zorlamıştı AKP’yi.

Doğrusu, özellikle 2007’den sonra AKP’nin muktedirliğine ve otoriterliğine yapılan özellikle de soldan gelen vurgular adeta objektif bir AKP propagandasına dönüşmüştü. Soldan öyle bir AKP tablosu çiziliyordu ki belki de AKP’nin 2023’e kadar iktidarda kalacağına Erdoğan’dan daha fazla Türkiye solu inanıyor gibiydi. Biz ise herkesin güç gördüğü yerde iktidarın zaaflarını tespit ediyor ve ekonomi, dış politika ve Kürt sorununda görüntünün arkasında büyük bocalamaların olduğunu gösteriyorduk.

Bu pencereden baktığımızda AKP hükümetini donmuş bir gölde karşıdan karşıya geçerken yolu yarılamış ama arkasından çatırdılarla buzun kırılmakta olduğunu farkeden birine benzetebiliriz. Artık geri dönüş yoktur. “Durmak yok yola devam" diyor ya hazretleri. Durum aslında budur.

AKP’nin bu sorunlarla baş edememesinin en büyük nedeni de liberallerimizin zannettiği gibi (Kemalistlerimizin de çokça katıldığını görüyoruz) Erdoğan’ın gözlerini kör eden egosu ya da padişahlık özentisi değildir. AKP her ne kadar seçimlerde yüzde 50 oy oranı tutturmuşsa da yüzde 1’lik kan emici sömürücü azınlığın çıkarlarını temel alan bir burjuva partisidir. Bu yüzden de yaklaşan ekonomik krizi görmekte, korkudan tir tir titremekte, faiz lobisi diye bir şey uydurup halktan destek toplamaya çalışmakta ama sonunda faizleri yine kendisi yukarıya çekmektedir. AKP’nin yüzde 1’e olan göbek bağı, onu seçim dönemiyle sınırlı bile olsa, işçilerin haklarına saldırmaktan geri tutmamaktadır. AKP Kürt sorununda PKK’yi sınır dışına yollayıp Musul ve Kerkük’e açılmayı planlamış ama başından beri emekçi çoğunluğu yüzde 1’in çıkarları için kontrol etmekte kullandığı en etkili silah olan milliyetçiliği elden bırakamamış, kendi sürecini de çıkmaza sürüklemeye başlamıştır. Ortadoğu’da rol kapmak istemiş, Suriye’de ileri atılmış ama temsil ettiği yüzde 1’in (Batıcı-laikiyle, İslamcısıyla) hamisi olan ABD’nin sözünden çıkamadığı için çuvallamıştır. İsrail’e dostluktan kopamamıştır.

AKP’nin yüzde 50’sini hiç değilse parlamenter çoğunluğunu korumak için tek bir yolu kalmıştır, o da isyanın karşısında geniş bir kitleyi mezhepçi bir İslamcılık ve milliyetçilik temelinde konsolide etmektir. Referandum ve seçim dönemlerinden kalma “sende yüzde 50 varsa biz de yüzde 50’yiz” diyen yaklaşım tam da Erdoğan’ın sarılacağı can simididir. Sol için bu matematik eskiden de yanlıştı: öteki yüzde 50 içinde MHP’yi de kendi safına yazan bir akıl tutulmasının ürünüydü. Bugün de bu matematik yanlıştır. Yaşam tarzı, laiklik genel özgürlükler ve soyut bir demokrasi talebine sıkışan muhalefetin kendini Mustafa Kemal ile T.C. simgesiyle ifade ettiği denklemde, Erdoğan rahatlıkla kitlesini konsolide edebilmektedir. Bu yanlış matematik yüzünden yükselen halk mücadelesi, karşısında duran hükümetin o kadar zayıf yanı varken en güçlü olduğu yere üstelik en zayıf argümanlarıyla taarruz etmektedir.

Peki ne olacak? Şunu net bir şekilde söyleyebiliriz. AKP’ye oy verenler ve onu destekleyenler hâlâ sigortasız çalışıyor. Karşılığı ödenmeden fazla mesai yapıyor, ne aile yaşantısı kalıyor ne sosyal yaşantısı... İşçi sınıfı içinde görece müreffeh bir azınlığın ayrıcalığı haline gelen toplu sözleşme rejimi bile tasfiye edildi.  Milyonlarca insan boğazına kadar borca batırıldı.

Kendisine oy veren ve mitinglerde şu ya da bu şekilde topladığı, çoğunluğu yine emekçilerden oluşan kitleye erzak yardımı dışında bir güvence sunabilirse, ekonomik kriz geldiğinde halkın boğazına çökecek bankaları kamulaştırabilecekse, borçla aldıkları evlerini kurtarabilecekse, işten çıkartmalara engel olabilecekse, tüm bu koşullar altında askeri, Nusracılar için Suriye’ye, petrol için Irak’a sürebilecekse, ABD ve İsrail’le gerçek anlamda ters düşmeyi göze alabilecekse, Erdoğan ayakta kalır. Ama bunları yapmak için sadece TÜSİAD’la değil, MÜSİAD ve TUSKON’la da savaşması gerekir. Yani sırtını dayadığı yüzde 1’le. O halde doğru matematik yüzde 1’e karşı yüzde 99’dur. O yüzde 99’un içinde hüloğğ diye bağıran insan da olacaktır, Hak-İş üyesi işçiler ve Memur-Sen üyesi kamu çalışanları da... Bu emekçi çizgisi, bir yüzde 1’ciden kurtulup Sarıgül tipinden yeni yüzde 1’cilerin eline düşmekten kurtulmanın da tek yoludur. 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ağustos 2013 tarihli 46. sayısında yayınlanmıştır.