Nâzım’ın finans kapitalin yayınevinde ne işi var?

 

yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak

Bir başka komünist ve enternasyonalist, ama yerli topraktan Nâzım Hikmet’in kitapları 1936’dan 1965’e dek, yani 29 yıl boyunca Türkiye’de basılamamıştır. Kendi yaşadığı dönemde yayınladığı kitapları bir kenara bırakacak olursak, Nâzım’ın Türkiye’deki esas yayıncısı hep Memet Fuat’ın yönettiği yayınevleri olmuştur. (Memet Fuat, Nâzım’ın bir aşamadaki eşi Piraye’nin daha önceki kocasından olma oğludur. Ama Nâzım Piraye Hanım ile ortak yaşamları boyunca onu kendi oğlu gibi benimsemiştir.) Bu, kabaca, 1980 öncesinde De Yayınevi, 1980 sonrasında ise Adam Yayınevi demektir. Ayrıca (Sivas katliamında can veren) edebiyat tarihçisi Asım Bezirci, 1970’li yıllarda Bütün Eserleri başlığıyla Nâzım’ın yapıtlarını dokuz cilt halinde Cem Yayınevi’nde yayınlamıştı. Bu üç yayınevinin dışında kendi mezhebince solcu olarak yayın yapan bir dizi yayınevi de yer yer Nâzım kitapları yayınlamıştır. Adam Yayınevi ise 1980’li yıllarda Memet Fuat ve yine Asım Bezirci’nin işbirliğiyle 28 ciltlik bir toplu eserler dizisi yayınlamıştır.

Ama asıl felaket bundan sonra gelmiştir. 12 Eylül’ün yarattığı ortamda sanat ve edebiyat âlemine el koyan ve piyasalaştıran sermaye, zamanla solcu, hatta komünist edebiyatçıların yapıtlarını da kendi şemsiyesi altına almayı başardı. Buradaki en çarpıcı gelişme, hiç kuşkusuz, Türkiye burjuvazisinin bütün hayatı boyunca eziyet ettiği Nâzım Hikmet’in eserlerinin yayın hakkını Yapı Kredi Bankası’nın yayınevinin satın almış olmasıdır.

Böyle bir şey nasıl olabilmiştir? Bunun nedeni, Nâzım Hikmet’in mirasının sahibinin Piraye’den sonraki eşi Münevver’den olmuş olan oğlu Mehmet (Nâzım’ın şiirlerinde Memet) olmasıdır. Bu şahıs, politikadan bütünüyle kopuk olduğu için Nâzım’ın eserini onun düşman olduğu büyük sermayenin emrindeki bir yayınevine satabilmiştir!

Nâzım’ın mirasının neden yalnızca oğluna ait olduğu da sormaya değer bir sorudur. Nâzım öldüğünde Moskova’da tanıştığı ve âşık olduğu Vera Tulyakova ile evliydi. Hangi miras rejiminde olursa olsun, eşin de miras konusunda bir payı olur. Üstelik, Vera Nâzım’dan yaşça çok genç olduğundan mirasında pay sahibi olması uzun süre etkili olmasını sağlardı. (Vera, Nâzım’dan 38 yıl sonra, 2001 yılında ölmüştür.) Ama Aziz Nesin’in kendi anlattıklarına inanacak olursak, Nâzım’ın üç ayrı aşamada yazmış olduğu üç vasiyet arasından kendisi (yani Aziz Nesin) yetki verilince Vera’yı dışlayanını seçmiştir. Böylece, Nâzım’ın mirasçısı tarihi TKP ile oğlu Mehmet olmuştur. TKP hem illegal bir parti idi, hem de 1989’da kendini tasfiye etmiştir. Dolayısıyla, meydan komünizmle en ufak bir ilişkisi olmayan, açık arttırmanın çekiciliğine kapılan oğluna kalmıştır.

Komünistlerin kültür alanındaki görevlerinden biri, Nâzım’ı ve öteki solcuları finans kapitalin elinden kurtarmaktır.

Memed’e son mektubumdur

Ne acıdır ki, Nâzım Moskova’da sürgünde yaşarken oğlu için şu mısraları yazmıştı:

(…)

Dünyaya doymak olmuyor Memet,
doymak olmuyor...

Dünyada kiracı gibi değil,
yazlığa gelmiş gibi de değil,
yaşa dünyada babanın eviymiş gibi...
Tohuma, toprağa, denize inan.
İnsana hepsinden önce.

Bulutu, makineyi, kitabı sev,
insanı hepsinden önce.

Kuruyan dalın,
sönen yıldızın
sakat hayvanın
duy kederini,
ama hepsinden önce de insanın.

(…)

Memet,

memleketler içinde bir şirin memlekettir

Türkiye,

bizim memleket.

(…)

Sen bizim orda halkınla beraber

komünizmi kuracaksın,

gözle görecek, elle tutacaksın onu.

(…)

Memet,

    yavrum,

    seni Türkiye Komünist Partisi’ne

          emanet ediyorum.

 

Bugün kendini tasfiye etmiş olan tarihi Türkiye Komünist Partisi’nin yerinde yeller esiyor. Nâzım’ın Memet’i ise babasının eserini Yapı Kredi Yayınları’na “emanet etmiş” durumda! İlle mezarını Türkiye’ye taşıyacağız diyenlere duyurulur! Gelse ne olur, gelmese ne olur! Esas anıt kabri, yani eserleri finans kapitale tutsakken!