Maklubeye kaşık sallayanlarla kafa tokuşturanlar arasında bir çöküş hikayesi
AKP içindeki bölünmeler parti ile sınırlı değil. İstibdad cephesinin arkasındaki koalisyona da sıçramış durumda. Bu çatlakların ve bölünmelerin hiçbir tarafı emekçi halkın çıkarlarını yansıtmıyor. Ortada olan tek şey istibdadın tüm kanatlarıyla birlikte Türkiye’yi tam bir çürümeye ve yozlaşmaya uğrattığıdır.
Davutoğlu, AKP’den ihraç edilmeden kendisi ayrıldı ve yeni parti kurma girişimlerine hız verdi. Abdullah Gül’ün desteklediği Ali Babacan da bir diğer koldan parti çalışmalarına devam ediyor. Bu iki çıkış AKP’nin kurucu kadrolarının birçoğunu kopartıyor. Erdoğan’ı karşılarına almalarına rağmen Babacan’ın yüzde 8-9, Davutoğlu’nun ise yüzde 3’lük bir oy potansiyeline sahip olduğuna dair kamuoyu araştırmaları var. Davutoğlu, AKP’nin İslamcı tabanını kemirirken Babacan grubu, AKP’yi iktidara taşıyan Batı emperyalizmi ile ilişkilerde köprü başını ele geçirmeye aday. İslamcı taban üzerinde ideolojik etkileri zayıf olsa da Suudi Arabistan gibi bu açığı petro-dolarlarla kapatabilecek bir müttefike sahipler.
Bu iki oluşumun partiden dışlanmaları devlet içine hiç uzanamayacakları ve burada bir karşılık bulmayacakları anlamına gelmiyor. Davutoğlu’nun her şeyiyle kefilim dediği Hakan Fidan hâlen MİT müsteşarı, Abdullah Gül’ün İngiltere’den ahbabı Hulusi Akar ise Milli Savunma Bakanlığı koltuğunda. Bu iki ismin Erdoğan’a kayıtsız ve koşulsuz biat içinde olmadığını 15 Temmuz’dan biliyoruz. Geçmiş referansların güncel politikada karşılığı olup olmayacağını ise zaman içinde göreceğiz. Özetle AKP’nin içindeki çatlak basit bir bölünmeden çok daha sarsıcı sonuçlar doğurma potansiyeline sahip.
Pelikan-Abdülhamit Gül kavgası: “Tencere dibin kara seninki benden kara!”
İktidar cephesinde bir diğer büyük çatlak ise vaktiyle Davutoğlu’nu görevden eden Pelikan grubu ile Adalet Bakanı Abdülhamit Gül arasında yaşandı. Görünürde mesele Yüksek Yargı atamalarına ilişkin iki ayrı listenin çarpışmasının bir sonucuydu. Pelikancılar, Berat Albayrak’a yakınlığı ile bilinen Dilek Güngör’e Sabah gazetesinde bir yazı yazdırdılar. Daha önce bir davada “Bakanlar Kurulu ve BM kararlarında FETÖ diye bir terör örgütü yoktur” diyerek savcının sunduğu iddianameyi reddeden Hatay Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ahmet Turan Oral’ın Yargıtay’a atanması yüzünden Abdülhamit Gül’ü hedef aldılar. Hani yargı “FETÖ’den temizlenmişti?” dediler. Abdülhamit Gül, “aynı maklubeye kaşık sallayanlar bizi eleştiremez” diyerek cevap verdi. O da Pelikan grubunu Fethullahçı olmakla suçladı.
Abdülhamit Gül, Adalet Bakanlığı üzerinden maklube iddiasını Zaman gazetesi eski imtiyaz sahibi Fettah Tamince’ye yönelik bir davayı yeniden gündeme getirerek yeni bir boyuta taşıdı. Tamince’nin takipsizlik aldığı bir dava yeniden açılarak soruşturmanın genişletilmesine karar verildi. Tamince, ünlü ve üst düzey bir cemaatçi olmasına rağmen hakkında açılan dört davanın birinden beraat, üçünden takipsizlik almıştı. Tamince olayı muhalefetin sürekli eleştirilerine maruz kalıyordu. Tamince’yi kim koruyor sorusu sıkça soruluyor ve kendisi bir büyük patron olduğundan “FETÖ borsası”ndan yararlandığı iddiaları ortaya atılıyordu.
Kavganın bir ucundan Erdoğan çıktı
Abdülhamit Gül, Pelikancılara kızıp Tamince hamlesini yapınca, iktidar büyük bir baskıdan kurtulmuş olmadı. Tam tersine çatlağın niteliği ve boyutları göz önüne serilmeye başladı. Zira, Erdoğan, henüz Ağustos ayında Pelikancıların Boğaziçi’ndeki meşhur yalısını bizzat ziyaret etmişti. Bu ziyaret ile “Erdoğan yanlış yönlendiriliyor” diyenlere Pelikancıların onu yönlendirmediğini, tersine Boğaziçi’ndeki yalının kendi talimatlarıyla çalışan bir oluşum olduğunu gösteriyordu. Tamince’ye gelince onu Adalet Bakanlığı’na karşı, Erdoğan’ın da avukatlığını yapan, Ahmet Kürşat Köhle savunmuştu. Tamince, “ben bir avukatlık bürosundan hizmet alıyorum Erdoğan’la ilgisi yok” dedi. Diyelim ki öyle, peki Tamince’nin henüz bir ay önce yeni kurulan Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı’nın yönetim kuruluna atanmasına ne demeli? Bizzat Erdoğan tarafından! Buna Erdoğan’ın çok önem verdiği ve bir prestij konusu olarak gördüğü Taksim’deki yeni AKM inşaatının ihalesini Tamince’nin almış olduğunu da ekleyelim.
Diğer tarafta MHP ve Devlet Bahçeli var
Yani iktidar cephesindeki son çatlak basitçe Pelikancılarla Abdülhamit Gül arasında yaşanmış değil. İşin ucu doğrudan Erdoğan’a uzanıyor. Öte yandan Abdülhamit Gül’ün, Erdoğan’la karşı karşıya gelebilecek bir siyasi figür olmadığı biliniyor. O halde Erdoğan’ın karşısında kim var? Son tartışmanın ayrıntılarına bakıldığında bu soru da cevabını buluyor. Yargıtay’a atandığı için Pelikancıların kıyameti kopardığı Ahmet Turan Oral’ın esas referansının Devlet Bahçeli olduğu söyleniyor. Tamince davasının yeniden görülmesi için itiraz eden eski hâkim olan Avukat Osman Kaçmaz ise daha önce Erbakan ve Refah Partisi yöneticilerinin yargılandığı meşhur “kayıp trilyon davası”nda Abdullah Gül’ün yargılanması için verdiği uğraşlarla biliniyor. Ne sürpriz! 2011’de MHP’den milletvekili aday adayı olmuş! Demek ki bir tarafında Erdoğan’ın olduğunu gördüğümüz bu çatlağın diğer tarafında hükümetin gizli ortağı Devlet Bahçeli ve MHP bulunuyor.
İstibdadın taşıyıcı kolonları çöküyor
Böylece AKP içindeki bölünmelerin parti ile sınırlı kalmadığını ve istibdad cephesinin arkasındaki koalisyona da sıçramış olduğunu görmüş oluyoruz. Daha da önemlisi bu çelişki ve çatışmalar mevcut istibdadın üzerinde yükseldiği iki önemli taşıyıcı kolonu çatlatan bir işlev görüyor. Davutoğlu partiden ayrılırken 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönemi işaret ederek “konuşursam insan içine çıkamazsınız” demişti. Bu dönem istibdadın “PKK terörüne karşı istikrar ve beka” söylemini kanlı bir süreç içinde inşa ettiği dönemdir. Tamince olayı ise 15 Temmuz’dan sonra “devleti FETÖ’den temizlemek” için OHAL’in ve her türlü baskıcı uygulamanın meşrulaştırıldığı ideolojik-politik söylemin altını oymaktadır. İstibdadın ideolojik-politik taşıyıcı kolonları bir bir çatlarken Erdoğan’ın daha önce sıkıştığı dönemlerde iktidarını rahatlatmak için başvurduğu kabine değişikliği meselesi yeni bir kriz dinamiği yaratmış bulunuyor. Burada da Berat Albayrak ile Süleyman Soylu arasındaki rekabetin bir kilitlenme yarattığı yüksek sesle konuşulan bir başka çatlak oluşturuyor.
Görüldüğü gibi istibdad cephesindeki kavgaların ve bölünmelerin hiçbir tarafı emekçi halkın çıkarlarını yansıtmıyor. Ortada olan tek şey istibdadın tüm kanatlarıyla birlikte Türkiye’yi tam bir çürüme ve yozlaşmaya uğrattığıdır. Türkiye’nin Erdoğan’la, Bahçeli’yle, damatlarla, yalı demagoglarıyla, askerlerle, kontracılarla, istihbaratçılarla, cemaatçilerle yürüyeceği bir yol yoktur, onların birbirleriyle alt alta üst üste yuvarlanarak gittikleri yol uçurumdur. Öte yandan tüm bu çöküş tablosuna ve kendini mutlak güç sahibi gösteren iktidarın sefaletine karşı halkın moral kazanmaya başlaması, yükselen özgüveni ve hürriyet isteği Türkiye’nin önünde bambaşka bir yol açabilir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ekim 2019 tarihli 121. sayısında yayınlanmıştır.