Kardeş kavgası isteyenlere sınıf kavgasında birleşerek cevap verelim
24 Aralık sabahı çıkan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK’nın) 121. maddesi bir anda tüm Türkiye’de bir “iç savaş” tartışması başlattı. İlgili KHK maddesinde “resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına bakılmaksızın darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında” hareket edenlere ceza muafiyeti getiriliyor. Her ne kadar AKP sözcüsü Mahir Ünal ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül bu maddenin 15-16 Temmuz günlerini kapsadığını söylese de AKP’nin önde gelen hukukçusu Burhan Kuzu attığı tivit ile maddeyi şöyle yorumlamıştı: “İşin özeti şu: 15 Temmuz benzeri bir darbe veya terör saldırısı yeniden gerçekleşirse, bu ihanete müdahale edecek vatandaşlarımız kanuni olarak koruma altına alınacak.” Kendisine karşı girişilen her türlü muhalefet hareketini, düzenin ana muhalefet partisinden gelenleri bile “terör”, “FETÖ”, “darbecilik” vb. sıfatlarla anan bir iktidarla karşı karşıya olduğumuz düşünüldüğünde kaygıların son derece haklı olduğu açık.
Gayri meşru müdafaaya muafiyet
Ancak sorun sadece bu maddenin 15-16 Temmuz günlerini aşan ve geleceğe dönük yorumlanmasından da ibaret değil. Aslında mevcut yasalar da darbe girişimine karşı direnen halka, meşru müdafaa yapan vatandaşa güvence sağlıyor. Bu kapsamda hareket eden kimsenin kanuni bir yükümlülük altına girmesi zaten söz konusu değildi. Ancak meselenin boyutu bununla sınırla değil. Zira 15-16 Temmuz günlerinde de “darbeye karşı direniş” kavramını aşan linçler yaşanmıştı. Darbe girişimi sırasında subayları tarafından kandırılan, sonra tehdit edilen, hatta aralarından halka silah sıkmayı reddeden, bazıları subayları tarafından vurulan askerler sabah saatlerinde güruhların işkence ve linç girişimine maruz kalmıştı. Bu esnada linç edilerek öldürülen askerler oldu. Darbe girişimine karşı olduğu kadar bu linç görüntülerine karşı da kamuoyu geniş bir tepki göstermişti. Hatta Devlet Bahçeli bile o zamanlarda bu kişilere meclis kürsüsünde ağır hakaretlerde bulunuyor ve “darbecilerle birlikte yargılanmalarını” istiyordu. Şimdi aynı Bahçeli, bu kişilere yargı muafiyeti getirilmesine karşı çıkanlara saldırıyor.
Parlamentarizm yerine paramilitarizm
AKP iktidarını paramiliter güçlerle muhalefeti sindirmek üzere hazırlık yapmakla suçlayanlar boş vehim yaşamıyor. 16 Nisan referandumundan önce de bu yönde çok emareler birikmişti. AKP Manisa il başkan yardımcısı referandumda “evet çıkmazsa iş savaşa hazır olun” diye konuşuyor, Cumhurbaşkanı Başdanışmanları silah alımının kolaylaştırılması için lobicilik yapıyor, Osmanlı Ocakları çeteler oluşturuyor, Melih Gökçek elemanlarını silahlandırıyor, Sedat Peker kan banyosu tehditlerinde bulunduğu “evet” mitingleri düzenliyordu. Nitekim 16 Nisan referandumu son derece şaibeli şekilde gerçekleştikten ve Erdoğan meşhur “atı alan Üsküdarı geçti” sözleriyle şaibenin altını çizmişken Kılıçdaroğlu halkı protesto etmeye çağırmamasının gerekçesi olarak şöyle diyordu: “Karşı taraf silahlıydı… Çok vahim olaylar çıkabileceği endişesi nedeniyle, bu sorumluluğu almamaya karar verdik.”
Bu saydığımız olayların hiçbiri bir darbe girişimine ya da terör olayına karşı yaşanmadı. Bunların hepsi sonunda sandıkların kurulacağı bir “referandum” sürecinde gerçekleşti. Tüm bu yaşananları unutmamalıyız. Gerçek, bazıları gibi böyle bir tehlikeye işaret etmek için bu KHK’yı beklemedi. 15 Temmuz’dan beri her aşamada paramiliter örgütlenmelere dikkat çekiyor. Yaşananlar ışığında bugüne baktığımızda ise gördüğümüz şey olası bir darbe girişimine karşı önlem almak ve halkı örgütlemekten çok paramiliter çeteler aracılığıyla iktidara tutunma çabasına işaret etmektedir.
Yeni bir darbe girişimini engellemek isteyen ABD’ye dokunur
Yeni bir darbe girişimi tehlikesi vardır. Bunu kaç zamandır kanıtlarıyla ortaya koyuyoruz. 15 Temmuz’da birbiriyle anlaşamayan cuntaların sadece bir bölümü tasfiye olmuştur, geri kalanlar hâlâ aktif olarak ordudadır. Daha da önemlisi 15 Temmuz’un arkasında olduğu ayan beyan ortada olan ABD emperyalizmi NATO ve İncirlik Üssü aracılığıyla etkinliğini sürdürmektedir. Gerçekten yeni bir darbe girişimini önlemeye niyetli olan ilk başta NATO’dan çıkar, İncirlik Üssü’nü kapatır, Ankara’da görev yapan ABD generallerini kovar, CIA mahsulü MİT’i lağvederdi. Oysa bunların hiçbiri yapılmadı.
Ayrıca halkın mezhepsel, dinsel temelde bölünmesi ve kardeş kavgasına sürüklenmesiyle yeni bir darbe girişimini önlemek bir yana buna zemin hazırlanacağı da ortadadır. Pek çok yerde askerlerin halkla karşı karşıya gelmemesinde ve kışlalarına dönmesinde kitlelerin silahsız olarak direnmiş olmasının etkisi büyük olmuştur. Tankları, helikopterleri, F-16 uçaklarını stratejik olarak durduran ise ordu içindeki bölünmedir. Yani başka tankların, helikopterlerin, jetlerin cuntanın karşısında harekete geçirilmesidir. Yarın AKP sokağa silahlı paramiliter çetelerini salarsa ordu içinde darbeye kalkışanlar kendilerine taraftar bulmakta zorlanmayacak, darbeye karşı AKP’nin paramiliter çeteleriyle birlikte hareket edecek bir birlik bulmak da pek mümkün olmayacaktır. Mısır’da halkın milyonluk eylemler ve genel grevlerle diktatör Mübarek’i nasıl devirdiği hatırlanmalıdır. Mübarek orduyu işçi ve emekçi milyonların üzerine sürememiştir. Ancak bir yıl sonra general Sisi, darbe yaparken silahlı Müslüman Kardeşler militanlarını bahane ederek binlerce insanı katletmiştir.
Yeni bir Amerikancı-NATO’cu darbe girişimini önlemenin yolu ABD’yi kovmaktan geçiyor ama iktidar ABD’yi kolluyor; böyle bir girişimi boşa çıkartmak için halkın birliğini sağlamak gerekiyor ama iktidar her yaptığıyla daha fazla bölünme yaratıp kardeş kavgasını körüklüyor. Cemaat olsa ancak bu kadarını yapardı. Bir cunta darbe planlıyor olsa bunların olmasını beklerdi. Türkiye, 15 Temmuz’un aydınlatılmamasının, AKP’nin içine uzanan cemaat bağlantılarının açığa çıkartılmamasının bedelini ağır şekilde ödemekle karşı karşıya kalabilir.
Kardeş kavgasına karşı sınıf mücadelesi
Kardeş kavgasını engellemek gerekir. Bunun için daha büyük ve kapsayıcı bir mücadelede birleşmek şarttır. Bu mücadele sınıf mücadelesidir. Türkiye halkını birleştirecek şemsiye emektir. AKP grevleri yasaklarken pek memnun olan patronlar kulübünün OHAL kalksın demesinin kıymeti harbiyesi yoktur. ABD’nin Avrupa’nın demokrasi ve insan hakları söylemleri ikiyüzlüdür. Bel bağlanmamalıdır.
Her fikirden, inançtan, memleketten insanı bir araya getiren sınıf mücadelesidir. İşte sendika hakkı için grev yapan, fabrikasını işgal eden bunu en baskıcı koşullar altında gerçekleştiren çünkü bir ve beraber olabilen HT Solar işçisi, işte barikatları aşan, gözaltına alınıp çıktığında yeniden yürüyüşüne devam eden Posco Assan işçileri, MESS dayatmalarına karşı el birliği eden metal işçileri… Çankırı’da fabrikasını terk etmeyen Sumitomo lastik işçileri, Trakya’nın, Bilecik’in Cam işçileri ve Türkiye’nin dört bir yanında sandıklarda farklı partiye mühür basan ama emeğin çatısı altında buluşan milyonlar.
İşte bu sınıf kavgası büyür ve ülkenin kaderinde belirleyici olursa kardeş kavgası ancak bu şekilde önlenir. Paramiliter çetelerin de, bunları kendine bahane edip yeni girişimler peşinde olanların planları da ancak bu şekilde kursaklarında bırakılır. Amerikancı askeri darbeye de, ülkeyi iç savaşa sürükleyecek paramiliter çetelere karşı da bizi yasa maddeleri değil, işçi sınıfının birliği koruyacaktır.